Her Washington yönetimi, ABD emperyalizminin önceliklerini belirleyen kendi NSS’sini yayınlar. En çarpıcı olanlardan biri Eylül 2002’de Irak’ın işgalinden bir gün önce yayınlanan George W. Bush’un stratejisiydi. ABD egemen sınıfı Soğuk Savaş’ı kazanmıştı ve bu strateji onun, Pentagon’un askerî gücünün desteklediği neoliberal kapitalizmi küreselleştirme arayışındaki özgüvenini taşıyordu.
Bush’un NSS’si ABD’yi “Ulusal başarı için tek sürdürülebilir model: Özgürlük, demokrasi ve serbest girişim” olarak övdü; Rusya ve Çin’i uyardı: “Büyük güçler arasındaki rekabetin eski kalıplarının yeniden canlanma olasılığına dikkat ediyoruz.”
Bush’un Irak ve Afganistan’daki yenilgisi, Barack Obama ve Joe Biden’ın daha sonraki demokratik yönetimlerini ABD’nin askerî gücünü doğrudan kullanma konusunda çok daha temkinli hale getirdi. Ancak Biden de “demokrasi” ile “otokrasi” arasında küresel bir mücadele olduğunu ilan ederken Bush kadar sert bir tavır sergiledi.
Yeni NSS çok farklı. Trump’ın “Bu belge, Amerika’nın, insanlık tarihinin en büyük ve en başarılı ülkesi ve yeryüzünde özgürlüğün vatanı olmaya devam etmesini sağlayacak bir yol haritasıdır” diye övünmesiyle başlıyor, “Ancak Amerika Birleşik Devletleri, kendisi için talihsiz bir kavram olan küresel hâkimiyeti reddediyor” diye devam ediyor. Orta Doğu ile ilgili bölümde, Trump’ın “Amerika’nın, bu ülkeleri, özellikle de Körfez monarşilerini, geleneklerini ve tarihî yönetim biçimlerini terk etmeye zorlayan geleneğini bırakacağı” duyuruluyor.
Ancak Trump’ın uğraşmayı bıraktığı sadece otokratik Körfez dostları değil. İlk döneminde Rusya ve Çin’i “rakip” ve “revizyonist güçler” olarak tanımlamıştı. Şimdi Rusya’yı sadece, Avrupa’yı Ukrayna’da zafer kazanma konusundaki “gerçekçi olmayan beklentileri” nedeniyle eleştirirken, Rus gazını almaya devam ettiği için hesaba katıyor. Çin’i ise öncelikle, Trump’ın gümrük vergileri yoluyla “dengeli ticaret” arayışında olduğu ekonomik bir rakip olarak görüyor.
Avrupa ile ilgili bölüm yayınlanan stratejinin en çok dikkat çeken bölümü oldu. Bu bölüm, ABD’nin NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını büyük ölçüde artırmaları yönündeki rutin talebin çok ötesine geçiyor. NSS, Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı’nda başkan yardımcısı J D Vance tarafından başlatılan MAGA kınamasını tekrarlıyor. Avrupa’nın kitlesel göç, farkındalık politikaları vb nedeniyle “medeniyetinin yok olma” riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor.
Trump yönetimi, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa’nın mevcut gidişatına karşı direnişi besliyor”. NSS buna uygun olarak “vatansever Avrupa partilerinin artan etkisini” – yani aşırı sağı – memnuniyetle karşılıyor.
Kremlin’in bu belgeyi “vizyonumuzla büyük ölçüde uyumlu” olarak nitelendirmesine şaşmamak gerek. Trump, hem Pekin hem de Moskova’nın savunduğu “çok taraflı” küresel düzeni destekliyor gibi görünüyor. Ve Çin’e karşı koymak için sözde “Asya’ya yönelme” politikası da kesinlikle sona ermiş görünüyor. Financial Times, Japon hükümetinin Washington’un yeni Başbakan Sanae Takaichi’yi desteklememesi nedeniyle “hayal kırıklığına uğradığını” bildiriyor. Takaichi, Pekin’in Tayvan’ı işgale kalkışması halinde Japonya’nın askerî müdahalede bulunabileceğini söylediği için Çinli yetkililerden şiddetli eleştiriler aldı.
Ancak bu, ABD emperyalizminin sona erdiği anlamına gelmiyor. NSS, Monroe Doktrini’ne yeni “Trump maddeleri” ekledi. Monroe Doktrini’nde ABD, dış güçleri Amerika kıtasından uzak durmaları konusunda uyarmıştı: “Düşmanca yabancı müdahalelerden ve değerli varlıkların yabancıların eline geçme riskinden uzak bir yarımküre istiyoruz.” Bugün aynı kelimelerle ifade edilmese de bu ifade Latin Amerika’nın maden ve tarım ihracatı için büyük bir pazar olan Çin’e yönelik bir uyarıdır.
Belge, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin küresel politikasının geleneksel hedefini yeniden teyit ediyor: “Başkalarının küresel ve bazı durumlarda bölgesel hâkimiyetini engellemeliyiz.” Yine, bunu yapabilecek tek aday Çin’dir.
Dolayısıyla Trump’ın NSS’si, ABD emperyalizminin zayıflığını sezen rakipler bu hegemonyayı sorgularken (kendinin) nasıl devam edeceğini tanımlamaya çalışıyor. Bu durum Avrupa ve Japonya gibi geleneksel ABD müttefikleri için daha zor olacak. Trump bunu yakın zamanda şöyle özetledi: “Müttefiklerimizin çoğu bizim dostumuz değil.”
Redaksiyon: Çağrı Sert
