(Seçtiklerimiz) Çok Şeker Armud: Cinai hiciv

“İçinden geçtiğimiz mutsuzluk, kaygı, stres, anksiyete döneminde ciddi ve ağır kitaplar okumak hiç gelmedi içimden. Yeltensem de okuyabilir miydim, bilmiyorum. Ama bir şeyler okumam gerekiyordu. Kanepede uzanıp duvarları seyredecek değildim ya! Özellikle aşısız ilk yıl boyunca, sokağa hemen hemen hiç çıkmazken, hafif, sorunsuz, dertsiz bir şeyler bulup okumam gerekiyordu.”

Roni Margulies 2021 yılının sonuna doğru Agatha Christie’ye ve romanlarına dair K24’e yazdığı kısa yazıda pandemi günlerini böyle anlatıyordu.[*] Sosyal medyaya bakılırsa herkesin evde ekmek yaptığı ve harıl harıl klasikleri okuduğu bir sırada, vakti zamanında beğenmediği Agatha Christie külliyatıyla oyalanmak gibi bir yolu seçmişti.

Agatha Christie polisiyelerini tıpkı hatırladığı gibi, “edebi açıdan kötü” bulduğunu söylüyor o yazıda, tam da bu yüzden, “İngiliz egemen sınıfının, centilmenlerle leydilerin (ve bunların uşaklarıyla bahçıvanlarının) kütüphanede veya çalışma odasında yerdeki halıya kan dökmemeyi becererek, küfür etmemeyi ve hatta birbirlerini üzmemeyi başararak birbirlerine söyledikleri ve yaptıkları”ndan söz eden bu romanları art arda devirmek onu rahatlatmış, pandemi kaygısını ve depresyonu azaltmış (Ben de aynı sebepten o sıralar çizgi roman okumuştum bol bol).

Sokağa çıkma yasakları henüz devam ederken Christie’den daha iyi bir seçenek olduğunu söylemiştim telefonda ona: Georges Simenon. Daha önce hiç Simenon okumamış değildi, ama Maigret’nin maceralarına merak sarması da sanırım yine pandemideki yasaklar sırasında oldu. Henüz okuyamadığım bir dizi Simenon duruyor şu an kitaplığımda, sevgili Roni’den hatıra.

Elinizdeki kitabı pandemiye borçluyuz. Tıpkı polisiye okumak gibi bu kitaptaki öyküleri yazmak da Roni’ye iyi geliyordu. Öte yandan art arda çok sayıda Miss Marple, Hercule Poirot ve Jules Maigret macerası okunduktan sonra kaleme alınmış bu hikâyelerin birer polisiye olduğu söylenemez tam olarak. Tabii okur buna kendi karar verecektir, ama hikâyeleri yazıldıkları sırada, yani sizlerden epey önce okumuş eski bir okur olarak –hoş, eski’lik bu konuda bir imtiyaz değildir– benim kanaatim, Komiser Entürk maceralarının daha çok birer hiciv  olduğu yönünde: polisiye görünümlü hiciv. Bu ifade biraz Doğan görünümlü Şahin’i andırdığı ve bu nedenle polisiye ile hiciv arasında bir hiyerarşi ima edebileceği için, “cinai hiciv” desek belki daha isabetli olacak…

Kitaptaki üçüncü hikâye olan “Fındık Feramuz Efendi’nin Kayıp Lûgatı”, pandemiden ve kitabın ortaya çıkışından önce K24’te yayımlanmıştı, halen arşivde duruyor. O metne göre lûgatı Riyazî Efendi değil, Roni kendisi bulmuştur; büyük bir ciddiyetle bize lûgattan seçtiği kelimeleri ve anlamlarını aktarır. Çoğu okurun sözlüğü ve kelimeleri hakiki sanabileceğini ve hicvin –bir anlamda– boşa çıkabileceğini düşünerek metnin sonuna bir ibare eklemiştik. Roni’nin eklemeye gönülsüzce razı olduğu not şöyleydi:

“Okumuş olduğunuz metin tamamen kurmacadır. Gerçek kişi, kurum, sözlük ve türetme ekleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Hayali bir karakter olmayıp şu an yaşasaydı, Feramuz Efendi de bunu teyit eder, metnin bir zeferram’dan ibaret olduğuna dikkat çekerdi.”

Pandemi sırasında bu hiciv, cinai olaylar ve Fındık Feramuz Efendi’nin yanı sıra komiser Entürk, Riyazî Efendi gibi karakterlerle çeşitlenerek elinizdeki kitaba dönüştü…

Margulies’in Dur Yolcu, Dur ve İşe! İngiliz Edebiyatından Mizah Şiirleri’nin derleyicisi ve çevirmeni olduğunu hatırda tutarak: Hikâyeler birer polisiye olarak da okunabilir, bu mümkün; Christie’den çok Simenon’u –ama daha da çok Chesterton’ı– andıran bu metinlerde Muzaffer Entürk bazen düğümü Attar Riyazî Efendi’nin yardımıyla çözer, bazen de çözemez, çözüme doğru bir adım olsun atamaz. Kimi hikâyelerde ise olay açıklığa kavuşmaz, düğümün çözülme ânını, o ferahlığı yazar bizden esirgemiştir. Simenon’da atmosfer önemliyse Çok Şeker Armud’da atmosfer, şehrin kendisidir, hikâyelerin önündedir.

Zamanla tektipleşse de, hâlâ yok olup unutulmuş şeylerin, ölenlerin, gönderilenlerin izlerini taşıyan bir şehirde, İstanbul’da geçer olaylar. Cevvalliğinden çok kalenderliğiyle göze çarpan, zaman zaman sempatik, sık sık gabi Komiserimiz, dükkânından çıkmayan Attar Riyazî Efendi’den yardım almak zorundadır, çünkü okumaya hevesliyse de bir zehir hafiye değildir, ayrıca içinde yaşadığı şehre ve kültüre dair pek çok şeyden tamamıyla bihaberdir.  Artık anlaşılmaz olmuş, unutulmuş kelimeler, farklı azınlıklar, uydurma yer isimleri…

Bu hüzünlü panoramadan hiciv ve mizaha giden yolu hızla katederiz. Geçmişin hayaletleri her yerdedir. Komiser Entürk gibi “normal” insanların görmediği, sokak adları gibi ipuçlarından da çıkaramadığı bu hayaletler, bir zamanların İmparatorluk İstanbul’unun, bambaşka bir kültürün ve dünyanın habercisidir – görebilen, görmeye çalışan tek tük kişiler için… Bu cinai hicvin başarısız hayalet avcısıdır Entürk.

Roni Margulies’in düzyazılarının, özellikle milliyetçiliğe dair yazdıklarının izdüşümlerini bu kitapta bulmak zor değil. Elbette düzyazıların hikâyeleştirilmiş versiyonlarıyla karşı karşıya olduğumuzu söylemiyorum, öylesi çok kitabi olurdu. Düzyazılar ile hikâyelerin dünyası aynı dünyadır, o kadar.

Kendisinin aslen hikâyeci sayılması gerektiğini bile iddia edebilirim: Yıllarca şiirlerinde çeşitli hikâyeler anlattı bize, şu âna kadar sadece bir öykü kitabı (Ya Seyahat!, Notos, 2011) yazdığına bakmayın, Bugün Pazar, Yahudiler Azar ve Gülümser Çocukluğum Ardımdan gibi kitapları düzyazı, anlatı, hikâye, otobiyografi arasında salınır. Anlatılara, özellikle de büyüklerine (sosyalizm, insanlık tarihi, evrim) tutkun ve sadık olduğunu biliyoruz. Kısa bir fıkrayı bile ayrıntılar ekleyip uzatarak hikâyeleştirmekten kendini alamadığını da (Bu, sık sık fıkranın aleyhine olsa bile)!

Düzyazı ile hikâyelerin dünyasının aynı olduğunu söyledim, ama sadece siyaseten doğruydu bu: Roni Margulies, hiçbir sorunu çözmediği gibi var olanları derinleştiren, yeni sorunlar yaratan VatanMilletSakaryacılık ile “Türk’ün Türk’e propagandası”nı her zaman, her fırsatta kıyasıya hicvetmişti, ama bu kitapta hicve eşlik eden, Çok Şeker Armud’un İstanbul’unu saran derin keder, sadece bu hikâyelere özgü gibi görünür – tabii bir de son şiir kitabına…

Pandemi kadar Roni’nin depresyonuna da borçlu olduğumuz bu hikâyeler ile son şiir kitabı Harfiyat Kamyonları’nı derin bir kederin birleştirdiğini söylemek aşırı yorum sayılır mı? Şavkar Altınel, Harfiyat Kamyonları’na yazdığı önsözde (“Yolun Sonundaki Şiir”) “kronolojik gençliğini ardında bıraktıktan sonra da doğal çağı olan gençliğe özgü davranış ve tutumları” sürdüren Roni’nin son birkaç yılında ölümlülüğüyle yüzleştiğine dikkat çekmişti:

“Altmışından sonra bir noktada ansızın altüst olmasına yol açan bir şey olmuş, gençliğin büyük özgüveni ve gücü sonunda onu terk edip geride yalnızca kronolojik yaşını bırakmış.”

Bu yüzleşme şiirler ile hikâyeleri gerçekten yakınlaştırıyor, birbirlerinin tamamlayıcısı (ikizi?) haline getiriyor mu? Hikâyelerdeki yoğun keder duygusu, ölen bir kültürün ve yazarın kendi hikâyesinin (yaşlanma, yalnızlık, ölümlülük) örtüşmesinden mi kaynaklanıyor? Yoksa Roni’nin son birkaç yılındaki depresyonuna ve kaygılı haline şahit olmak, iki kitabı yan yana, iç içe okumak mı vehmettiriyor bize böylesi benzerlikleri? Emin değilim.

Chesterton baktığı yerde Ortaçağ Britanyası’nı görmek istiyordu, Roni ise sona ermiş bir imparatorluğun kültürel mirasını ve sürülmüş, yok edilmiş, kaçırılmış azınlıklarını: Chesterton’ın tersine bu kitapta geçmişin diriltilmesi gibi bir niyetin ve ümidin zerresi yok;  Feramuz Efendi’nin lȗgatının temsil ettiği, yitip gitmiş şeylere yönelik özlem bu imkânsızlıkla birleşiyor, kara mizaha, kederli cinai hicve demir attığımız nokta işte burası. Roni bütün yazdıklarıyla Chesterton’dan ziyade onun ezeli muarızı George Bernard Shaw’a benzediği için şu kıyaslama yanlış olabilir – yine de, hikâyeleri okuduysanız lütfen söyleyin, Riyazî Efendi’de biraz Father Brown esintileri yok mudur?

Mustafa Arslantunalı

(K24)

Roni Margulies
Çok Şeker Armud
Komiser Entürk’ün Asayiş Hikâyeleri
İletişim Yayınları
Mart 2025
168 s.

son yazıları

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu: Tanju Özcan'ın ırkçılığı normalleştirilemez
İmza kampanyası başladı: 'İsrail’e tam ambargo!'
Bahçeli ve demokrasi

ilginizi çekebilir

dx575s-1c2a9223-d79a-4596-9292-414843cb6948
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu: Tanju Özcan'ın ırkçılığı normalleştirilemez
imza
İmza kampanyası başladı: 'İsrail’e tam ambargo!'
barisin-turkusunu-soyleme-zamani-iii
Bahçeli ve demokrasi