Karaduman, asimilasyondan çözüm sürecine kadar birçok konudaki görüşlerini açıkladı.
Röportaj şöyleydi:
Anadil konusu genellikle anadili Kürtçe olan ve zorunlu Türkçe eğitimin dayatıldığı çocukların yaşadığı sorunlar olarak ele alınıyor. Ancak sen anadili Kürtçeyi hiç öğrenemeyenlerden bahsediyorsun. Neden böyle bir ihtiyaç duydun?
Benim kitaptaki tema kendi anadilini öğrenememe sıkıntısı. Söyleşilerde her hikayede konuşulamayan bir dede, babanne, dayı, hâlâ var. Sistematik asimilasyonun bireylerde ve ailelerde ortaya çıkardığı büyük uçurumu göstermek açısından bu problemi ele almak istedim. Bu durum hem o bireylerde yarım kalmışlık hissi yaratıyor, kendi anadilini öğrenememenin ezikliğini, utancını yaşamak zorunda bırakıyor hem de dili bilmediği ve büyükleriyle konuşamadığı için kendi hikayesini, kültürünü bilemiyor. Melez, yarım birileri çıkıyor ortaya. Ben biraz bu insanlar ileride ne olacak, kimliklerine bakışları ne, bu insanların çocukları ne olacak, asimilasyon bizi nereye kadar sürükleyebilir bunu merak ettiğim için bu tarafından bakmaya çalıştım. Yedi yaşında Türkçe öğrenen çocuk rüyalarını Kürtçe görmeye, kültürünü anlamaya devam edecek. Ama benim konuştuğum kesim, bundan ilelebet mahrum kalanlar…
Kitaptaki söyleşilerin çoğunda benzer bir serüven var. Hemen herkes belli bir yaştan sonra anadilini öğrenmeye çabalamış. Ama bu çabalar neden başarısızlıkla sonuçlanıyor?
Başarısız olmak zorunda bu çaba. Asimilasyonun sürdüğü bir yerde Kürtçe öğrenmek kendi içinizi rahatlatmanız dışında hayatta size çok da bir şey vermiyor. Şehirde yaşıyorsunuz, Türkçe iş arıyorsunuz, kitap okuyorsunuz, müzik dinliyorsunuz ve anadilinizi öğrenmek pragmatik açıdan bakınca çok büyük bir artı değil. Kitaptaki birçok kişi İngilizcesinin Kürtçesinden daha iyi olduğunu söylüyor. ‘İngilizceyi okulda öğrendim, ikinci bir yabancı dile başlamak istiyorum ama kendi anadilimi öğrenememişken başka bir dilin kursuna gitmeye utanıyorum’ diyorlar. Mesela Cabbar 27 yaşına kadar İngilizce bilmiyor. ‘İnat ettim önce Kürtçe öğreneceğim’ diyor ve Kürdistan’a gidiyor. Ancak başaramadığını fark edince ‘tamam İngilizce hayatımda daha çok var, onu öğreneyim’ diyor. İçinde yaşadığınız toplum ve hayatın Kürtçeyi ne kadar gerekli kıldığıyla bağlantılı. Kürtçe bir idealden ileriye maalesef gidemiyor.
90’larda Kürdistan’da büyüyenlerle Batı’da büyüyen çocuklar arasında ciddi bir deneyim farkı var. Bu farklılık karşılıklı ilişkiye nasıl yansıyor?
Batı’da olup da Kürtlüğünüzle barışabilmişseniz, oradaki Kürtlerden takdir topluyorsunuz. Çünkü burada politize olmak zorunda değilsiniz, kimliğinize yaptığınız geri dönüş yapmak zorunda olduğunuz bir şey değil. Tercih edilen bir tavır olarak yapıyorsunuz. Kitaptakiler ‘gerçek Kürtlere’ karşı ezik hissediyorlar. Ama burada yaşayıp, bu kültürle büyüyüp kimliklerine sahip çıktıkları zaman Kürdistan’dakiler tarafından ilgi topladıklarının da farkındalar. Bu Batı’dakilere mutluluk veriyor. Kitap için aynı geçmişten gelen, benzer aile yapılarına sahip ama asimilasyonu bir sorun olarak algılamamış insanlarla da görüşme yaptım. Onlardan birini kitaba almayı çok düşündüm. Çünkü işin bu tarafı da var. Batı’daki bütün Kürtler kimliğine geri dönmeye, bu hesaplaşmayı yapmaya çalışmıyor. Asimilasyonu hayatında bir sorun olarak görmeyen, durumu tamamen kabullenmiş olanlar da var.
Asimilasyona karşı ‘entegrasyon’ önerenler hakkında ne düşünüyorsun?
Entegrasyon asimilasyonun kibarca kullanımı. Neden asimile oluyorsunuz, çünkü mevcut hâlinizle varoluşunuza devam edemeyeceğiniz dayatılıyor ve siz de değişmeye başlıyorsunuz. Entegrasyon hayatı rahatlatma aşamasında devreye giriyor. Kitapta da çok geçiyor ‘biz entegre olduk’ diye. Ailelerin çocuklara anadili öğretmemesinin temel sebebi bu, ‘çocuklarımız entegre olabilsin’. Entegrasyon asimilasyonun vücuda gelmiş ve kendini tamamlamış şekli. Birbirinden ayrılamayacak kavramlar. Batı’daki bazı Kürt ailelerin bilinçli olarak seçtikleri bir yol. Aynı şeyi bütün azınlıklar yaşamak zorunda kalıyor. Kendilerini gerçekleştirmek ve düzgün bir hayat kurabilmek için bunu yapıyorlar. İşin dramatik tarafı da bu zaten. Kendi kimliğinizle düzgün bir hayat kuramayacağınızı bilip bundan vazgeçmek zorunda kalmak.
Kitaptaki insanların aileleri asimilasyonu bilinçli olarak kabul edenler genelde. Çocuklarının hayatını kolaylaştırma kaygısyla fanusta yetiştirmişler.
Bunu bir politik mücadelesi olmayan, Batı’da Türkçe konuşulduğu ve ne kadar Türkçe konuşulursa o kadar iyi olduğu için yapanlar var. Bir de korkuyla yapanlar var savaş ortamından kaçtıkları için. Ama gerçekten Kürtler ve başka bir kültürleri var. Her ne kadar çocuklarını öyle yetiştirmeseler de bazı şeyler sirayet ediyor. Komiklik burada başlıyor. Çocuklarını Türk gibi yetiştirmeye çalışsalar da beceremiyorlar. Anadilden vazgeçebilirsiniz de kültürden ne kadar vazgeçebilirsiniz. Düğünler, cenazeler, türküler o neslin Kürt hissetmesi için çok önemli. Ama bu neslin çocukları gittikçe kuvvetlenen bir ivmeyle kimliklerini kaybediyor olacaklar muhtemelen.
Siyasi hakların kazanılması ‘yok olup gitmenin’ önüne geçebilir mi?
Kesinlikle etkili olacağını düşünüyorum. Belki asimilasyonu durdurmayacak çünkü 100 yıllık proje ve o kadar kolay değil bu işler. Ama Batı’da yaşayan ve anadili Kürtçe olan aileler, bunun bir ayrımcılık sebebi olmadığına ikna olduklarında Kürtçeye geri dönebilirler. Kürtçe öğreten okullar olsa, çocuklarını gönderebilirler. Çözüm süreciyle birlikte rahatladığımız bir iklim olmuştu. Kimliğiyle ciddi bağları olmayan Kürtler bile olumlu bir geri dönüş yaşıyordu.
90’larda savaşın en yoğun olduğu dönemde Batı’da milliyetçilikten korunmanın bir aracı olarak kimliğini gizleme hâlinin tekrar nüksettiğini düşünüyor musun? Yeniden savaşın başlaması bu anlamda bir tedirginlik yarattı mı?
Tedirginlik var ama gardın alınmasına yol açacağını düşünmüyorum. Uzun ateşkes dönemi insanların iç dünyalarında farkındalığa sebep oldu. 2000’lerin başına kadar Kürtçe müzik arabada sesli dinleyemiyordunuz. Ama ateşkes döneminde en politik olmayan ailelerde bile rahatlama ve kimlikle barışma durumu oldu. O zamana kadar ‘belki de biz yanlış yapıyoruz gerçekten’ sorusu vardı. Ama sürecin getirdiği rahatlıkla ‘hayır yanlış hiçbir şey yoktu, başından beri böyle olmalıydı, bu çok güzel’ gibi bir algının oluştuğunu düşünüyorum. Kürt halkı kendi kendini bile kriminalize etmek zorunda kaldı. Çözüm süreci bu açıdan bir kırılma yaşatmıştı. Çünkü umut verdi herkese.
Kitaptaki herkesin çuvalladığı anlar var. Kürtlüğünden uzak tutulmuş ama kültüre dair her şeye de hakim olması bekleniyor.
Olduğundan farklı davranamazsın. En fazla dili konuşmazsın ama ne olduğun ortada. Düğünlerde ortaya çıkan sarı, kırmızı, yeşiller ortada. Aileler o yüzden beceremiyorlar zaten. Biraz daha hayata ikircikli ve eleştirel bakmaya başlıyorsun. Okulda başka evde başka bir şey. Kendinizi gizlemeyi de açık etmeyi de gayet iyi öğreniyorsunuz. Sarı, kırmızı, yeşili düğünde görüyorsun sonra arkadaşlarının ‘bu Kürt bayrağı’ diye aşağılamaya çalıştığını da görüyorsun. O çocuk renkleri aşağıladığı zaman ses çıkarmamayı öğreniyorsun. Bununla mücadele etmenin farklı yollarını buluyorsun. Kendini ‘iyi Kürt arkadaş’ pozisyonuna koyduğun zaman ancak meseleye dair istediklerini söyleyerek tartışabiliyorsun.
Herkesin ortak anları var kitapta, Dersim mi Tunceli mi kavgasını vermek, Öcalan’ın yakalanışı gibi. Bu kesişmeler nasıl farkedildi?
Kitabı oluştururken ilk kendi bölümümü yazdım. Temas etmek istediğim noktaları es geçmemek için. Sonra bir soru sarmalı hazırladım. Çocukluktan gelen kültürel öğelerden çözüm sürecine dair görüşlere kadar geniş bir soru skalam vardı. Ama görüşmeleri yaparken o noktalar kendi kendisini oluşturdu. Ahmet Kaya’nın linç edilmesinin bu kadar mihenk taşı olduğunu düşünmemiştim. Ama ilk görüşmeden itibaren insanların o konuyla ilgili anlatacak çok şeyi vardı. Öcalan’ın yakalandığı zamandaki tedirginlik ortamı, DEP’li vekillerin gözaltına alınmaları, çözüm süreci gibi gelişmelere verilen tepkilerde ortaklıklar da farklılıklar da var. Batı’dakilerin Öcalan yakalandığındaki hissi korku olmuş. Ama Diyarbakır’daki ‘sadece sessizlik vardı korku yoktu’ diyor. Newroz’la ilgili Batı’dakilerin bir deneyimi yok ama Kürdistan’dakiler için hep bir kavga. Coğrafyaya göre farklı tepkiler de geliyor.
Çözüm masasının devrilmesi ve savaşın yeniden başlaması hakkında ne düşünüyorsun?
Çözüm süreci bir şekilde insanlara umut, özgüven, vizyon kattı bence. Çok büyük kırılmalar yaşandı. Gezi Parkı’nda Öcalan resmi var diye günde beş kere milliyetçilerle oradakilerin birbirine girmesi, diğer siyasi grupların ayırmaya çalışması, ‘miniatürk’ gibi siyasi gündemin sıkıştırılmış bir versiyonuydu. Arada tampon oluşturan birileri her zaman vardı. Sürecin en önemli kazanımı bence fikirsel olarak o tamponun oluşmuş olması, Batı’da karşılık bulması. Bu sorunun çözülmesi gerektiğini düşünen, Kürt olmayan barış yanlılarının iradesiyle süreç ancak sağlıklı ilerleyebilir. Bazı şeyler hiç unutulmaz. Batı’da yaşayan, Kürt olmayan bütün halklar üzerinde yaşanan kırılmaların kolay kaybolacağını düşünmüyorum. Bugün Hacı Birlik’in fotoğrafını Kürt olmayanlar da paylaşıyor. Süreç insanlar ‘bunlar terörist’ deyip o fotoğrafları paylaşmayı bıraktığında biter. Bunu geçici ve başarısız bir savaş deneyimi olarak hatırlarız umarım.
Çözüm sürecine hak ettiği değerin verilmediğini düşünüyor musun?
Bir yandan sürecin aktörlerine çok büyük sorumluluklar yüklenildi bir yandan işbirlikçilikle suçlama vardı. Öcalan gibi bir imgenin doğru bir algı yönetimiyle, ‘bebek katili’ değil bir halkın lideri olarak algılanabildiği bir iklim yaşadık. Tam olarak bu yüzden simdiki bu savaş çok sunî. Eskiden bu kadar uzun bir ateşkes dönemi olmadığı için savaş sanki kaderimizmiş gibi görülüyordu. ‘Kürtler ezelden beri suçlu, terörist, kökleri kazılmadan da çözülmez’ gibi bir şey vardı. Ama insanlar bir alternatifi olduğunu gördüler. Bunu çözüm sürecinde görmediler şu an farkediyorlar. ‘Bunun bir alternatifi vardı ve biz bunu yaşadık’ diye düşünüyorlar. Barışın olabilirliğini görmek şimdiki savaşın meşruiyetini daha geniş kesimlere sorgulatıyor. 90’larda şehit ailelerinden böyle şeyler duymuyorduk. Ama artık alternatifi olduğunu biliyorlar. Bu savaş barışın kıymetinin anlaşılmasını sağladı ve bu yüzden daha fazla devam etmez umarım.