(Röportaj) Ahmet Yıldırım: “Soykırımı inkâr eden devlet, aynı acıları yaşatabilir”

Geçen yıl 1964’te Rumların zorla sürgün edilmesini konu alan sergisiyle dikkat çeken Babil Derneği, bu kez Ermeni soykırımının 100. yılında ‘Bizzat Hallediniz’ sergisiyle, resmi telgraflarda soykırımın izini sürüyor.

Osmanlı Arşivleri’ndeki 1915’le ilgili yüzlerce belge ilk kez kamuoyunun erişimine açık bir mekanda sergileniyor. 31 Aralık’a kadar Depo’da görülebilecek sergi hakkında, Sosyalist İşçi gazetesi, arşiv asistanı Ahmet Yıldırım’la konuştu.

Neden arşiv çalışması yaptınız? Arşiv çalışmasında belirlenen özel bir tasnif yöntemi var mıydı?

Ahmet Yıldırım: Ne zaman Ermeni meselesi tartışılmaya çalışılsa, Türkiye’de devlet “bizim arşivlerimiz açık, isteyen gelip araştırma yapabilir” der ve bunu güvenle söyler. Buradaki güven boşuna değildir. 1915’te olup bitenlerin büyük oranda orijinal kaynakları Osmanlı Arşivi’ndedir. Ama kamuoyuna açık kısmı hikayenin bütününü kapsamaz. Devletin ‘Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ dışında başka kaynakları da var. Örneğin genelkurmaya bağlı ATASE (Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı) bu kaynakların önemlilerinden biridir. Ama araştırmacılar buradan yararlanmanın son derece sıkıntılı olduğunu söylüyor.

Asıl sorunuza dönecek olursak, açık olan arşivde neler var, bu arşiv 1915’te olup biteni anlamamıza yardımcı olur mu? İşte bu ve buna benzer sorular nedeniyle Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde araştırma yaptık. Ermeni soykırımının 100. yılına, devletin kendi resmi yazışmalarıyla bir not düşmeye çalıştık.

24 Nisan 1915’le başlayan süreç, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın başta olduğu bir organizasyonla gerçekleştirildi. Dolayısıyla araştırmamızın önemli bir kısmını ‘Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi’ndeki telgraflara yönelttik. Bu telgraflar genellikle Talat Paşa tarafından mutasarrıflıklara ve vilayetlere gönderilen talimatlar ve Talat Paşa’ya gelen yanıtlardan oluşuyor. Bunları da sevk ve iskân politikası, kadın, yetim ve çocuklar, mallar, Müslümanlaştırma gibi ana başlıklarda tasnif ettik.

Telgrafları incelerken, İttihat ve Terraki’nin kapsamlı bir örgütlülüğü olduğu anlaşılıyor. Soykırıma ne kadar detaylı hazırlanılmış olduğunu göstermesi açısından telgraflar arasında özellikle dikkatinizi çekenler var mıydı?

Ahmet Yıldırım: Araştırmacılara açılmış belge ve telgraflarda, doğrudan imha, katliamla ilgili talimat ve görevlendirmeler elbette yok. Ancak telgraflarda sistematik bir okuma yaptığımız zaman sürecin son derece merkezi bir disiplin içinde, kararlılıkla yürütüldüğünü görüyoruz. Süreç, önemli bir sembol de olsa 24 Nisan 1915’le başlamıyor. Şifre Kalemi’ndeki bazı telgraflarda, 24 Nisan öncesi ve hatta 1914 boyunca Ermeni toplumunun adım adım izlendiğini ve yoğun bir istihbarat çalışması yapıldığını görüyoruz. Tutuklamalar ve operasyonlar başlayınca bu istihbarat raporlarına ve ağına yaslanıyorlar. Buna ilişkin örnekler de sergimizde mevcut.

Doğrudan katliam emrini içermese de yaşanan katliamlarla ilgili telgraflar da mevcut. Örneğin Boğazlıyan’da kaymakamın oluruyla bir gecede 3160 Ermeni’nin, Diyarbakır’da çeteler eliyle yüzlerce Ermeni’nin katledilmesi gibi. Bunlara göstermelik soruşturmalar açılıyor ve Talat Paşa’nın emriyle hepsine yol veriliyor.

Yine, dikkatli bir okuma sayesinde koskoca bir toplumun yok edilişinin izlerini görebiliyoruz telgraflarda. Örneğin binlerce Ermeni çocuğun çok kısa bir süre içinde birdenbire yetim kaldığı bu telgraflarda geçiyor.

Geride kalan Ermeni mülklerinin ne olacağı da 1915’in kapsamlı organizasyonunda düşünülmüş. Ancak el değiştirme süreci hâlâ karanlık. El konulan malların serüveninin açığa çıkmasından neden bu kadar korkuluyor?

Bir soykırım olmamış gibi davranırsanız, soykırıma uğrayanların mal varlığını da inkâr edersiniz. Yok eğer, mal varlığını kabul ederseniz o malların sahiplerine ne olduğunu da yanıtlamak zorundasınız. Bu işin bir yönü. Bir diğer çok önemli yönü ise siz bu varlıklarla bir sermaye oluşturmuşsunuz ve Türkleştirmişsiniz. Devlet bu kanlı sermayenin hikayesinin bilinmesini istemez elbet.

Mallara nasıl el konulduğuna gelince, başlangıçta kapanın elinde kaldığı bir süreç yaşanmış. Sonra merkezi otorite bu kargaşaya son veriyor. Emval-i Metruke yani sahipsiz, terk edilmiş mallar komisyonu aracılığıyla tek bir denetime veriliyor. Tasfiye Komisyonları aracılığıyla da bu malların izinin silinmesi için hukuksal normlar oluşturuluyor. Sergimizdeki Emval-i Metruke köşesinde bu konuda çarpıcı telgraflara rastlayabilirsiniz.

Sadece telgraflardan değil bazı görsellerden ve tanıklıklardan da faydalanmışsınız. Bunlar nelerdir?

Ahmet Yıldırım: Sergide 400 civarında telgraf var, konunun bel kemiği bu telgraflar. Telgraflar tek başına bir şeyler anlatsa da tamamlayıcı unsurlara ihtiyaç vardı. Bunlardan birisi insan unsuru. Dolayısıyla soykırımın doğrudan uygulayıcıları ve karşı çıkanları da biyografileri ile sergimizde yer aldı. Bir başka şey, dönemin tanıklıkları ve anıları. Bunları seçerken de üzerinde şüphe olmayanları ele almaya dikkat ettik.

Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemeleri’nin kararları ve tutanakları da sergimizde yer alıyor. Bu mahkemeler önemli çünkü soykırımda dahli olanlar, mahkemenin deyimiyle insanlık suçu işleyenler, yargılanıp idam da dahil çeşitli cezalar alıyorlar. Sergide buna ilişkin orijinal belgelerin imajı ve çevirileri de bulunuyor. Bir de Amerikan Kongre Kütüphanesi Arşivi’nden elde edilmiş dönemin fotoğrafları var.

Asimilasyon, Türkleştirme, Müslümanlaştırma, zorla yerinden etme, katletme ve tüm bunları dış güçlerle işbirliği yapma ‘suçlamasıyla’ meşrulaştırmaya çalışmak. Türkiye Cumhuriyeti soykırım zihniyetinden ne kadar uzaklaşabilmiş?

Ahmet Yıldırım: Devletin İttihat ve Terakki anlayışından sıyrıldığını söylemek mümkün değil. 1915 suçlarını işleyen kadrolar cumhuriyetin kuruluşundan sonra da yollarına devam ettiler. Birçoğu önemli görevlere geldi, birçoğu mebuslukla ödüllendirildi. Tek bir örnek vermek gerekirse Şükrü Kaya, 1915’i örgütleyen İskân Aşayir ve Muhacirin Müdürü’ydü. Aynı kişi cumhuriyet dönemi İçişleri Bakanı olarak karşımıza çıktı. Divan-ı Harp mahkemelerinde yargılanan ve ceza alanlar cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte itibarları iade edilip ödüllendirildiler.

Bizim bu sergi ile tek amacımız geçmişle yüzleşilmesine küçük de olsa bir katkı sunmak. Bu tür yüzleşmeler ve tartışmalar çoğaldıkça geçmişin acılarının silinmesine değil ama yeni acıların yaşanmasına engel olabiliriz. İnkâr eden bir devlet, soykırımla yüzleşmeyen bir devlet sadece zihni bir tutarlılığa sahip değildir. Aynı gerekçelerle tekrar büyük acılara neden olabilir. Bu nedenle tarihe sadece not düşmek değil bu durumu da değiştirmek gerekir.

ilginizi çekebilir

2 (1)
İki şehirde eylem çağrısı: “İran’da savaşa, Gazze’de soykırıma dur de!”
GuDmrt7W4AAPoqk
LGBTİ+’lar Ankara’da Onur Yürüyüşü gerçekleştirdi
141107-A-YG824-002
Stalin ve bürokrasinin iktidarı