“Ortada ‘Barış planı’ diye bir şey yok” diyen devrimci sosyalist örgütlenmeler, “Filistin’deki soykırımı durdurmak için, Siyonist-Batı ölüm makinesini alaşağı etmeliyiz!” diyor.
Ortak bildirinin tam metni:
“Filistin halkının direnişini destekleyen uluslararası hareketi yeniden yükseltelim!
Savaş için girişilen yarışı, savaş ekonomisini ve polis devletini durduralım!
Trump 2 Eylül’de, Şarm el-Şeyh’te “planını” üç bin yıldır beklenen bir barış planı olarak pazarladı. Gerçekte bu planın barışın esamesini bile barındırmadığını, gerçek bir ateşkesin ise söz konusu dahi olmadığını anlamak için son üç haftaya bakmak bile yeterlidir.
Bu, Filistin halkının olağanüstü gücü ve silahlı direnişinin yanı sıra giderek küreselleşen kitlesel direniş hareketinin gücüyle elde edilen, Siyonist devlet tarafından defalarca ihlal edilmiş ve sonuç olarak yüzlerce Filistinlinin öldürülmesine ve yaralanmasına neden olmuş göstermelik bir ateşkestir.
Dahası, İsrail ordusu Lübnan ve Yemen’i bombalamaya koyulurken, Siyonist yerleşimciler de Batı Şeria’daki şiddetli saldırılarını yoğunlaştırmış ve bölgedeki zeytin ağaçlarını katletmeye devam etmiştir. Tüm bunlar olup biterken, Siyonistler Batı Şeria’yı İsrail topraklarının bir parçası olarak ilan etti.
İktidarı ABD ve AB’nin desteğiyle elinde tutan soykırımcı Netanyahu, “büyük İsrail” planından veya “Gazze’de başlattığı katliamı sonuçlandırma” niyetinden bir an olsun vazgeçmiş değildir: Silahlı direniş güçlerinin kökünü kurutmak, Gazze Şeridi’nin önemli bir bölümünü ilhak etmek ve yeni katliamlarla, gıda yardımlarının engellenmesiyle Gazzelileri kitlesel göçe zorlamak istiyor. Trump’ın, “Büyük İsrail” tezini bir kenara itmiş sayılmayan planı ise daha da hırslı bir tasarıyı hayata geçirmeyi hedefliyor: Arap rejimlerini, giderek genişleyen ve “güvenliği garanti altına alınmış” bir İsrail karşısında topyekûn pasifize etmek, (geçen yıl yayınlanan menfur videosunda belirtildiği gibi) Gazze’yi lüks bir tatil beldesi haline getirerek “Filistin meselesini” tarihten silmek ve birçok ülkede rejim değişikliklerini teşvik ederek Ortadoğu’da genel olarak ABD yanlısı emperyalist bir yeniden yapılanma projesini hayata geçirmek.
ABD tahakkümü altında ve NATO aygıtı ile bütünleşen “büyük İsrail” ve “yeni Ortadoğu” adlı iki proje arasında ihtilaf hatları bulunmakla birlikte, her ikisi de Filistin halkına ve Ortadoğu’nun sömürülen, ezilen halklarına karşı aynı sömürgeci ve köleleştirici temele dayanmaktadır. Ve bu planların hayata geçirilmesini engelleyebilecek unsur ne aşırı sağcı Arap burjuvazisidir ne de Trump’ın “planını” memnuniyetle karşılayan Putin’in Rusya’sı. İsrail’in yakın müttefiki Hindistan ya da işgal ve soykırımı sürdürmek için gereken muazzam miktardaki petrol ihtiyacını karşılayan Brezilya da değildir. İsrail’e devasa miktarlarda mal ve sermaye ihraç etmekte olan Çin de değildir. Burjuva ideolojisinin jeostratejik politikalarına özgü alaycı tavır –gerek Rusya’nın Suriye’deki nüfuzunu ve üslerini korumak için Colani rejimiyle işbirliği yapması, gerekse Çin’in yeni ekonomik ve ticari İpek Yolu planını kolaylaştırmak amacıyla İran-Suudi Arabistan ilişkilerini yeniden kurmak için diplomatik çabalar göstermesi gibi örneklerinden görülebileceği üzere— Doğu ya da Batıda olması fark etmeksizin sergilenen ortak bir tutumdur. Aralarındaki husumete rağmen, hepsi nihayetinde Filistin direnişinin silahsızlandırılması ve sözde “iki devletli çözüm” üzerinde uzlaşmaya devam ediyor.
Ateşkesin hem Gazze’nin perişan olmuş, açlığa sürüklenmiş halkı hem de kendi saflarını yeniden şekillendirmek için zorunlu bir ihtiyaç olduğunun bilincindeki Filistin direniş güçleri; Arap liderler ve bölgedeki komşu ülkeler tarafından yürütülen tecrit ve baskı politikaları bağlamında, “Trump planı” çerçevesinde hareket etmeyi resmi düzeyde kabul etmiştir. Ancak Trump’ın, kendileri ile İsrail’de iktidarda olan soykırımcı çete arasında adil bir arabuluculuk rolü üstlenmeyeceği gerçeğinin de farkındalar. Ateşkesi kalıcı kılma yolunda çeşitli engellerle karşı karşıyalar. Siyonist zulümden kurtulup kendi kaderlerini tayin etme yolu ise epey meşakkatli ve bunun için “Trump planı”nın ortadan kaldırılması gerekiyor. Gazze’yi “geçici” olarak yönetmekle görevlendirilirken aslında yalnızca Filistinlilerden çalınan servetin paylaşımına katılmakla ilgilenen ve “yeniden inşa” manevralarıyla Gazzeli Filistinlileri şantaj ve boyunduruk altına almaya çalışacak olan üçüncü tarafların müdahalesi, bu süreci kesinlikle kolaylaştırmayacaktır.
Filistin halkının ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi, Filistin’in ve Arap-İslam dünyasının ezilen ve sömürülen halklarının, “nehirden denize özgür Filistin” için sürdürülen küresel intifadanın ellerindedir. İsrail’in yıkım ve ölüm makinesine, onu her türlü maddi, askeri, diplomatik ve kültürel araçla destekleyen Batı emperyalizmine ve tüm suç ortaklarına karşı yürütülen direnişin ekseni budur ve bir alternatifi bulunmamaktadır.
Yemen ve Lübnan’daki direniş örgütlerini ayrı tutacak olursak, Arap-İslam dünyasında Filistin halkının destan yazan direnişine verilen destek –bilhassa Mısır gibi kritik rol oynayabilecek bir ülkede— olması gereken düzeyin altında kalmıştır. “Erdoğan’ın Türkiye’si” de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Türkiye’de iki farklı türden eylemliliğe tanık oluyoruz: Bir yanda AKP hükümetinin İsrail ile devam eden ticaretini ifşa eden ve bu nedenle devlet tarafından bastırılan gerçek Filistin mücadelesi, diğer yanda AKP tarafından, kendi İslamcı tabanını oyalama amacıyla düzenlenen mitingler. Erdoğan, ilkeleri rejimiyle ortak olduğu ve hem Türk burjuvazisinin bölgesel bir güç olarak nüfuzunu güçlendirme, hem de Türk işçi sınıfı ve gençliğinin mücadelelerini ezme özlemlerine hizmet ettiği için, Trump planını memnuniyetle karşılamıştır. Arap askeri rejimlerinin ve monarşilerinin acımasızca baskıcı doğası da kitlelerin eylemlerine karşı bir örs gibi işliyor. Arap Baharı ayaklanmalarının, burjuva sınıfları ve emperyalist güçlerin iş birliğiyle bastırılması devrimci bir ilerlemenin önünü tıkamıştı. Tıpkı Lübnan, İran, Cezayir ve Sudan’da olduğu gibi, isyanlar ve ayaklanmaların yaşandığı yerlerde son derece sarsıcı bir senaryo devam etmektedir ve bu durum ezilen işçilerin, genç kitlelerin pasifize olmasıyla sonuçlanmaktadır. Oysa ayaklanmaların derin toplumsal nedenleri varlığını sürdürüyor, hatta giderek daha da derinleşiyor. Bu durum, Fas’ta yoksulluk ve sömürüye karşı başlayan son protesto dalgasıyla da kendisini göstermektedir.
Filistin mücadelesi, Arap dünyasının yoksul kesimlerini harekete geçirecek fitili (bir kez daha) yakabilir.
Küresel Sumud Filosunun da katkısıyla, bazı Avrupa ülkelerinde Filistin yanlısı hareket bilhassa yakın dönemde daha da büyümüş ve son haftalarda İtalya, Yunanistan ve İspanya’da kitlesel bir hareketle, –özellikle İtalya’da— genel grevlerle hem nitelik hem de ölçek açısından önemli bir sıçrama kaydetmiştir. Bu sıçrama öncesinde, hareketin kitleselleştiği yerlerde bile (örneğin Birleşik Krallık’ta), örgütlü işçi sınıfının katılımı sınırlı bir düzeyde kalıyordu. Son grevler, özellikle greve katılımın fark yaratacağı bazı limanlarda ve karayolu lojistiğinin belirli noktalarında (depolar, demiryolları, yerel ulaşım) bu açığı kapatmaya başlamıştır.
Sokağa dökülen kitlelerin ön saflarında soykırımı ve İsrail’i kınamakla yetinmeyip Filistin direnişiyle koşulsuz dayanışma içine olduklarını her şekilde ifade eden gençlerin ve işçilerin yanı sıra ikinci veya üçüncü nesil göçmenler bulunuyor. Siyasi iktidarların ve Avrupa Birliği’nin soykırımı, etnik temizliği ve Trump’ın “planı”nı destekleyerek suç ortağı olması karşısında yükseltilen tepkiler Avrupa geneline son derece güçlü bir şekilde yayılarak kitleselleşti.
Şimdi asıl risk, kitlelerin, sürmekte olan bu istikrarsız ateşkesle yetinmesi olacaktır.
Geçtiğimiz aylara damgasını vurmuş küresel mücadele dalgasını yeniden yükseltip güçlendirmemiz, örgütlü işçi sınıfının azami katılımını sağlamamız ve İsrail’i destekleyen savaş lojistiğini mümkün olan en geniş ve en kalıcı şekilde engellememiz kritik bir öneme sahip.
İsrail, Avrupa limanları ve karasularından, hatta kimi örneklerinde Ortadoğu limanları üzerinden (Fas’ı düşünün) elde ettiği muazzam miktarlardaki silah ve mal tedarikine büyük ölçüde bağımlıdır. Silah ve malzeme tedarikine yönelik aktif, örgütlü ve uluslararası düzeyde hareket becerisi kazanmış bir boykot hareketi, İsrail’in yıkım ve ölüm mekanizmasını ciddi şekilde zayıflatma, hatta felce uğratma gücüne sahiptir.
29 Kasım’daki Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü, hareketi yeniden canlandırmak için bir fırsat olabilir –Filistin halkının trajik hikayesinin müsebbibi olan İsrail’in etnik temizliğe dayalı temellerine aldırmadan meşruiyetini onaylayan BM gibi bir kurum tarafından ilan edilmiş olsa da…
İtalya bir kez daha, 28 Ekim Cuma günü için, tüm taban sendikalarının çağrı yaptığı bir genel greve hazırlanıyor. Bu, diğer birçok ülke için yol gösterici olabilecek örnek bir adım. Bu ivmeyi büyütmek de, mücadeleleri ulusal sınırları tanımayan Enternasyonalistlerin görevidir. İtalya’daki enternasyonalist mücadelenin görevi ise, 28 Kasım grevinde taban sendikacılığının sınırlarını aşmak için çalışmak ve tıpkı 3 Ekim’de olduğu gibi hem CGIL üyesi (İtalya Genel İş Konfederasyonu) hem de sendikasız yüz binlerce işçinin orada olmasını sağlamaktır.
Aynı derecede önemli olan bir diğer husus da, Ukrayna’da NATO ile Rusya arasında, Sudan’da ise dışarıdan kışkırtılan ve silahlı çeteler arasında süren katliamlar devam etmekteyken, Filistin hareketini yeniden büyütme çabalarının; silahlanma yarışına, savaş ekonomisine ve giderek daha fazla ülkeyi tehdit eden savaşlara karşı mücadeleyle paralel ilerleyen bir hatta yürütülmesi gerektiğidir. Latin Amerika, Afrika ve Balkanlar’da da başka savaşların patlak vermesi muhtemel görünüyor. Büyük güçler başta olmak üzere tüm kapitalist hükümetler, işçi sınıfına ve hatta orta sınıfın belirli bir kesimine yeniden ağır fedakarlıklar dayatmaya hazırlanırken kendilerini giderek daha baskıcı yasalarla donatıyor ve düpedüz bir polis devleti gibi davranıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nden Birleşik Krallık’a, Almanya’dan İtalya’ya her yerde, Filistin direnişiyle dayanışma içindeki eylemcilere karşı alınan “istisnai” önlemler, (ister faşist kökenli ister İşçi Partisi gibi olsun) her türden burjuva hükümetinin, kaçınılmaz olarak yeniden alevlenecek sınıf çatışmasını kökünden bastırmak için uygulayacağı korkunç uygulamaların bir habercisidir.
Geçtiğimiz yılın 24 Şubat’ında biz enternasyonalistler, yirmiye yakın ülkenin sokaklarında tek bir mücadele zemini oluşturmak üzere harekete geçtik.
Şimdi bu taahhüdümüzü, işçilerin ücret, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmeyi, savaş ekonomisine ve savaşlara yönelimi durdurmayı amaçlayan, emperyalistler arası savaşları toplumsal devrime dönüştürme hedefiyle ilerleyen, (tüm kapitalist güçlerden bağımsız) enternasyonalist bir işçi cephesinin kurulması için daha fazla mücadele edeceğimizi bildirerek tekrarlıyoruz.
Mücadeleyi, devrimci işçi partilerinin ve devrimci bir İşçi Enternasyonalinin kurulması gerektiğini savunarak büyütüyoruz.
Filistin halkının ve Batı-Siyonist sömürgeciliğine karşı verilen mücadelenin yanında durmaya, her zamankinden daha güçlü bir şekilde devam ediyoruz!
- Gazze’de bombardımanlara, işgale ve kıtlığa son!
- Tüm Filistinli tutsaklara özgürlük!
- Siyonist Ordu Gazze’den, Siyonist yerleşimciler Batı Şeria’dan derhal ve koşulsuz olarak çekilmelidir!
- İsrail’e silah ve malzeme tedarikini engelleyelim; tüm Siyonist şirketleri boykot edelim!
- Siyonistlerle sürdürülen tüm ilişkilerin kesilmesini sağlayalım, Filistin’i nehirden denize özgürleştirelim!
Ortadoğu halklarının kapitalist ve emperyalist tahakkümden kurtulmuş devrimci birliği için,
Kapitalist iktidarlara ve sermayenin savaşlarına karşı uluslarüstü enternasyonal bir sınıf birliği kurmak için
Dünyanın tüm işçileri ve ezilenleri,
BİRLEŞELİM!”
İlk imzacılar:
SWP – Socialist Workers Party (İngiltere)
DSİP – Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (Türkiye)
SEP – Sosyalist Emekçiler Partisi (Türkiye)
TIR – Tendencia Internacionalista Revolucionaria (İtalya)
Anticapitalistas (Peru)
Comunistas (Küba)
Fuerza 18 de Octubre (Şili)
KA – Komünist Kurtuluş (Yunanistan)
PO – Partido Obrero (Arjantin)
GAR – Grupo Acción Revolucionaria (Meksika)
International Socialists (Botswana)
International Socialists (Kanada)
Internationale Socialister (Danimarka)
Linkswende (Avusturya)
Marx21 (İspanya)
Pracownicza Demokracja (Polonya)
Devrimci Sol Akım (Suriye)
Solidarity (Avustralya)
SEK – Sosialistiko Ergatiko Komma (Yunanistan)
SWL – Socialist Workers League (Nijerya)
Socialistická Solidarita (Çekya)
Tribuna Classista (Brezilya)
UFCLP – United Front Committee for a Labor Party (ABD)
Workers Solidarity (Güney Kore)
Socialist Workers Network (İrlanda)