Ne Tanrı ne efendi? Peki ya liderler?

İnsanları hesap verebilir kılan demokratik yapıları reddettiğinizde, sonuç “yatay” veya “lidersiz” bir örgütlenme olmaz.

 

Anarşizm kelimesini duyduğunuzda aklınıza ne geliyor? Özgürlük, bireycilik, karşılıklı yardımlaşma, düzensizlik ve doğrudan eylem.

Peki ya Marksizm denildiğinde? Sınıf, kolektif, otoriter ve devlet, sıkıcılık.

Bunlar, geçen ay Londra’nın kuzeyindeki Islington’da düzenlenen “Anarşizm – Marksist bir eleştiri” konulu SWP (Socialist Workers Party- Sosyalist İşçi Partisi) toplantısında verilen yanıtlardan bazılarıydı. Tartışma, genel kanının Marksizm ve anarşizmin birleşimine ihtiyaç olduğu yönünde olduğunu gösterdi.

Neden? Öncelikle, Marksizmin, ortadan kaldırmak istediği hiyerarşileri yeniden üreten, yukarıdan aşağıya doğru bir örgütlenme eğilimi olduğu korkusu var. Anarşizm çeşitli anlamlara gelebilir, ancak genel olarak hiyerarşik olmayan bir örgütlenme biçimini ifade eder. 

İkinci olarak ise popüler imaj, Marksizmi “devletçi” olduğu, anarşizmin ise polis teşkilatının kaldırılması gibi talepleri savunduğu yönündedir. 

Organizasyon ve liderliğe yönelik genel şüpheler haklıdır. İşyerindeki yöneticinizden politikacılara ve haberlerdeki “uzmanlara” kadar, hayatınıza hesap vermeye gerek görmeyen hiyerarşiler ve liderler tarafından hükmedilmektedir. Üstelik, ana akım partiler ne kadar başarılı olmuştur? Gerçekte, sol partiler de dahil, pek başarılı olmamışlardır. 

Ancak Marksistler, “liderlik” kavramını çok daha geniş bir şekilde anlarlar. Liderlik, siz bunu kabul etseniz de etmeseniz de vardır. İş yerinde, göçmenler hakkında sağın yalanlarını tekrarlayan birine karşı çıkarsanız, bu liderliktir.

İş yerinde grev düzenleyen kişiyseniz, bu işçi sınıfı içinde liderlik yapmaktır. Dolayısıyla, kendiliğindenlik ve liderlik arasında demir bir duvar yoktur.

Anarşistlerin liderlik ve otoriteye yönelik eleştirisinde daha derin bir sorun vardır. İnsanları hesap verebilir kılan demokratik yapıları reddettiğinizde, sonuç “yatay” veya “lidersiz” bir örgütlenme olmaz.

ABD’li feminist yazar Jo Freeman, 1960’larda anarşist örgütlenme biçimlerinden etkilenen radikal kadın gruplarındaki deneyimlerini değerlendirdiği The Tyranny of Structurelessness (Yapısızlığın Tiranlığı) adlı kitabında, “İnanmak istediğimizin aksine, yapısız bir grup diye bir şey yoktur” diye yazıyordu. Resmi yapılar yerine, gruplarda “elitlerin temeli” olan “gayri resmi yapıların oluşumunu” tarif etmişti. 

Bu, anti-elitizmden söz etmesine rağmen, anarşizmin sonunda çok elitist hale gelebileceği anlamına gelir. Devrimci sosyalist örgütlerin de elitist hale gelme tehlikesi vardır. Ancak devrimci bir partide demokrasinin gelişmesi için en iyi yol, işçilerin günlük mücadelelerine kök salmaktır.

Devrimci bir örgüt, demokrasi ile merkeziyetçiliği birleştirmelidir. Ne yapılacağı konusunda tam, açık ve umarız hararetli bir tartışma ve belirli bir siyasi perspektifin doğru olup olmadığını test etmek için eylemde birlik.

Hareketlerde her zaman bir liderlik mücadelesi vardır. Devrimci sosyalistler çekimser kalırsa, bu boşluk kendiliğindenlik veya yatay örgütlenmeyle doldurulmaz.

Değişimi sistem içinde sınırlamak isteyen reformistler liderlik için rekabet ederler. Ve devrimin ortasında olan işçi sınıfı, tüm reformist ve gerici fikirlerden hemen kopmaz.

Muazzam devrimci potansiyele sahip hareketler, sonunda reformist liderliğe yönelebilirler ve bu da onların yenilgisiyle sonuçlanır.

Bunun ne kadar felaket bir sonuç doğurduğunu 1936 İspanya Devrimi’nde görebilirsiniz. Kitlesel bir destek gören anarşizm bu devrimde sınandı ve sonuç alamadı. 

Anarşist sendika CNT’nin bir milyon üyesi vardı ve İspanya’da örgütlü işçi sınıfının baskın eğilimi buydu. 

İspanya Devrimi, General Francisco Franco’nun yeni seçilen Halk Cephesi hükümetine karşı faşist bir darbe başlatmasının ardından patlak verdi. Bu hükümet, İspanya Cumhuriyeti’ni destekleyen komünistler, sosyalistler ve liberal kapitalistlerden oluşuyordu.

İspanya devleti büyük ölçüde felç olmuştu, ancak işçiler Madrid ve Barselona’da faşistleri durdurmak için ayaklandılar. Sağlık, ulaşım ve gıdadan savunmaya kadar toplumu tabandan yönetmek için komiteler kurarak şehirlerin kontrolünü ele geçirdiler.

İspanya devletinin geleceği belirsizdi: işçi devrimi mi yoksa faşizm mi kazanacaktı? Anarşist liderler Halk Cephesi hükümetine katılmayı seçtiler.

Ancak sorun, Halk Cephesi hükümetinin faşizme karşı “demokratik güçlerin” sınıflar arası birliği olması gerektiğini savunmasıydı.

Uygulamada bu, liberal kapitalistlerin desteğini korumak için işçilerin devrimini ezmek anlamına geliyordu.

Faşistlerin ilerleyişini durdurabilecek tek güç, isyancı işçi sınıfıydı. Ancak anarşist liderler, liderliği bu gücü ezip geçecek olanlara teslim etmişlerdi.

CNT liderleri, işbirliği yapmamanın diktatörlüklerini dayatmak olduğunu düşünüp şöyle diyorlardı: “Anarşizme, iradesini zorla dayatmaktan daha uzak bir şey olamaz.”

“İktidarı ele geçirmedik, çünkü bunu yapamadığımızdan değil, istemediğimizden, her türlü diktatörlüğe karşı olduğumuzdan.”

Sonuç olarak İspanyol Cumhuriyeti silahlarını işçilere çevirdi ve faşizm zafer kazandı. Bu ciddi başarısızlık, anarşizmin devlet ve liderlik analizindeki zayıflıktan kaynaklanıyordu. 

Marksizme yöneltilen “devletçilik” suçlaması da uzun süredir var olan ve anlaşılabilir bir suçlamadır.

Eski Sovyetler Birliği veya Çin gibi resmi olarak komünist devletlerle ve sol reformist veya sosyal demokrat partilerle ilişkilendirilen sosyalizm, devletçiktir. Ancak Karl Marx, Frederick Engels, Vladimir Lenin ve Rosa Luxemburg gibi isimlerin savunduğu “aşağıdan sosyalizm” adlı başka bir gelenek daha vardır.> Burada sosyalizm, tabandan yukarıya doğru, demokratik organlar aracılığıyla yönetilen bir toplum anlamına gelir. Bu sadece işçilerin işyerlerini yönetmesi veya ekonomiyi planlaması değil, baskının köklerini söküp atmakla ilgilidir.

Bunu, sistemi ayakta tutan kapitalist devleti bir devrimle yıkmadan yapamazsınız.

Bu nedenle Marksistler, anarşistler gibi, sınıfsız ve devletsiz bir toplumdan yanadır. Polisin kaldırılmasından yanayız ve polis, hapishane endüstrisi ve kapitalist devlet hakkında ilgacı (abolutionist) hareketin görüşlerini paylaşıyoruz.

Ancak Marksizm ve anarşizm arasında devlet konusunda önemli farklılıklar var. Marx, Lenin ve diğerleri, devrimden sonra sınıfsız, devletsiz bir topluma geçiş için yeni bir işçi devletine ihtiyaç olacağını savunmuşlardır. 

Halk tabanında demokratik örgütlenmeye dayanan bu yeni işçi devleti, azınlığa hizmet eden kapitalist devletten tamamen farklı olacaktır. İşçi milisleri gibi baskıcı araçlara sahip olmaya devam edecek, ancak çoğunluğa karşı sorumlu olacaktır. Peki, bunlara niye ihtiyaç duyulsun ki?

Marx’ın zamanının önde gelen anarşistlerinden Mikhail Bakunin, Marx’ın işçi devleti önerisini kınıyordu. 

Alay ederek, “Onların yorumuna göre, bu ‘işçi sınıfının yönetici sınıf statüsüne yükseltilmesinden’ başka bir şey olmayacaktır” diyordu.

 “Şunu soralım: Eğer işçi sınıfı egemen sınıf olacaksa, kimi yönetecek? Kısacası, bu yeni egemenliğe, bu yeni devlete boyun eğecek başka bir proletarya kalacak.”

Marx’ın argümanıysa çok farklıydı. Anahtar soru, devrimin hemen ardından eski egemen sınıfa ne olacağıydı.

Jeff Bezos veya Elon Musk’ın ellerini kaldırıp “Tamam, adil bir mücadelede kazandınız, işte milyarlarımız” diyeceklerini mi düşünüyorsunuz? Hayır, sermayelerini geri kazanmak için dişleriyle tırnaklarıyla mücadele edeceklerdir.

Bu, devrimi savunabilecek ve karşı devrim tehdidini bastırabilecek bir işçi devletinin gerekli olduğu anlamına gelmektedir.

Pek çok kişi, “Bu Rusya’da da olmadı mı?” diye soracaktır. Ancak Stalin’in yükselişi, Marx veya Lenin’in fikirlerinin mantıksal bir sonucu değildi. 1917 Rus Devrimi’nde işçi konseyleri (sovyetler) iktidarı ele geçirdi ve yeni bir toplumu tabandan yukarıya doğru yönetmeye başladı. Ancak bir isyan dalgası başarıya ulaşamadı ve emperyalist ordular tarafından işgal edildiler.

Savaş, işçi sınıfını yok etti ve sovyetleri boşalttı. Devrime liderlik eden Bolşevik partisi, kendini izole edilmiş ve sosyal çöküşü önlemeye çalışan bir devlet bürokrasisinin başında buldu.

On yılın sonunda, bürokrasi kendini yeni bir egemen sınıfa dönüştürüyordu.

Bugün, sistemi yıkma konusunda anarşistlerin arzularını paylaşıyoruz. Doğrudan eylemi savunuyoruz ve devlete karşı çıkan herkesi destekliyoruz. Ancak kurtuluş -ister seçilmek isteyenler olsun, ister küçük doğrudan eylem grupları olsun- aydınlanmış azınlıklar tarafından sağlanmayacaktır.

Devleti ve kâr sistemini yıkma gücü işçilerin elindedir. Filistin konusunda İtalya’da yapılan genel grevlerde bunun örneklerini gördük.

Anarşizmin ruhu doğru bir yerdedir. Ancak yöntemleri devleti ve sistemi yıkamaz. Biz Marksistiz çünkü kazanmak istiyoruz.

Tomáš Tengely-Evans

Çeviri: Can Irmak Özinanır

son yazıları

Başka bir dünyanın ihtimali: Alman devrimi
15 LGBTİ+ örgütünden 11 Yargı Paketi'ne karşı ortak mektup
DSİP: Trans haklarını savunacağız!

ilginizi çekebilir

Kiel-1918_Reiß_Kiel-Museum
Başka bir dünyanın ihtimali: Alman devrimi
1763708057044-kaos
15 LGBTİ+ örgütünden 11 Yargı Paketi'ne karşı ortak mektup
20k3
DSİP: Trans haklarını savunacağız!