İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının 18 Mart günü iptal edilmesi ve ertesi sabah 106 kişiyle beraber gözaltına alınmasıyla birlikte 2013 yılında yaşanan Gezi Direnişi’nden bu yana gerçekleşen en büyük toplumsal mücadele dalgasına tanık olmaya başladık.
İmamoğlu’nun gözaltına alındığı günden 25 Mart akşamı yapılan son Saraçhane mitingine kadar geçen bir hafta boyunca yüz binlerce kişi Saraçhane’de buluştu. 23 Mart Pazartesi günü ise öğrenciler birçok şehirdeki üniversitelerde boykota başladı, forumlar düzenlendi, üniversiteler arası koordinasyonlar kuruldu, ortak mitingler gerçekleştirildi.
Araya dokuz günlük bayram tatilin girmesi ve CHP’nin her hafta bir ilde ve İstanbul’un bir ilçesinde mitingler yapma kararı kampüs eylemlerinin ve sokak hareketinin ivmesini düşürmüştü ki bu sefer de liselere yönelik müdahale başladı, lise öğrencileri eylemlere katıldı. Böylece 14 yaş üzerindeki tüm kuşaklar sokaklara inmiş oldu.
Hareket, milliyetçiliğin sınırlarına hapsedilemez
Bütün toplumsal hareketlerde olduğu gibi Saraçhane ve öğrenci hareketlerinde de büyük kalabalıklar öncelikle bildikleri şekilde, bildikleri sloganlarla sokaktaydılar: Türk bayraklarıyla, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” veya “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla, kimi zaman ‘Andımız’ kimi zaman milliyetçi marşlar okunarak.
Bu durum, birkaç unsurdan kaynaklanıyor. İlki, sosyalist solun hegemonyasının zayıflamış olması. Seküler milliyetçilik artık merkez siyaset haline gelmiş durumda. Buna, örgütsüz ve deneyimsiz büyük kalabalıkları sokakta birleştiren yegâne faktörün Erdoğan karşıtlığı olması da eklendi.
Ne var ki hareketi milliyetçiliğin sınırlarına hapsetmek yenilgiyi kaçınılmaz kılar.
Dünyayı sarsan ve günümüzde bile bir ilham kaynağı olan 1968 Hareketi de Fransa’da Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle’ün muhafazakâr uygulamalarına karşı sınırlı bir özgürlük mücadelesi olarak, üniversitelerden başlamıştı. Ancak hareket hızla politik taleplerini genişletti ve işçi sınıfını da kazanarak genel grev dalgasıyla iktidarı dövmeye başladı. Milliyetçi bir iktidar olan de Gaulle’ü milliyetçilikle değil enternasyonalizm ile sarstı 68 Hareketi. Üstelik sadece Fransa’yı da değil tüm dünyayı ele geçirdi.
68 hareketinin ufku, güçlü bir lider iktidarını devirmenin ötesine geçmeyi başarmıştı ama başta Fransız Komünist Partisi olmak üzere tüm egemen sınıf partileri, sokak hareketini ve genel grevi durdurmak için erken seçim sloganını öne attılar. Hareket geri çekildi. Grevler durdu. Başka bir dünyayı kurma düşünü büyütenler sandık siyasetinin dar ufkuna hapsedildi ve koskoca hareket sandıkta Gaulle’e mağlup oldu. Oysa ünlü general bu hareket başladığında Fransa’dan kaçmıştı. Sonuçta seçimler için geri döndü ve kazandı.
De Gaulle kazanmıştı çünkü seçimlerle toplumsal hareketlerin siyaset yapma biçimi arasında büyük farklılıklar vardır. Seçimlerde halk büyük oranda pasiftir. Sadece gidip bir temsilci için oy kullanır ve evine, işine geri döner. Seçim sonuçları istediği gibi sonuçlanırsa da sadece yöneticiler değişir, geriye kalan her şey aynı kalır. Ancak toplumsal hareketler farklıdır: Milyonlar bir anda siyasetin kurucu öznesi haline gelir, kendisini ve çevresini örgütler. Hareket uzadıkça ve büyüdükçe politik olarak gelişir, kitleler günlük siyasi mücadele içerisinde deneyim kazanır. Bu sayede özneleşen bir hareketin ufku da sandık siyasetinin dar ufkuna hapsolmaktan kurtulur. Bir kurtarıcı beklemekten çıkıp değişimin öznesi olur.
Sosyalistlerin kitle mücadelelerindeki yeri
Böylesi kitle mücadeleleri içerisinde sosyalistlerin varlığı önemlidir. Kitle mücadeleleri ve hatta devrimler kendiliğinden başlar çoğu kez, ancak böylesi özgürlük anlarında toplumda var olan tüm fikirler birbiriyle çarpışmaya da başlar. Herkes ayrı bir yol önerir ve yeni mücadelenin yeni araçlarını bulmak zorlaşır.
Karl Marx bu durumu Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i metninde müthiş bir şekilde anlatıyordu:
“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar.”
Marx burada 1848 devrimcilerini, 50 yıl önceki Fransız devrimi (burjuvazinin devrimi) deneyiminden sıyrılamayarak kendi döneminin ihtiyaçlarına uygun bir sınıf hareketi inşa edememekle eleştiriyordu.
Sosyalistler geçmiş mücadelelerin hafızasını, yani yenilgilerinin nedenlerini ve derslerini sonraki kuşaklara taşır – Elbette sosyalistler içinde de birçok farklı örgüt mevcut ve bunlar kimi zaman tam tersi fikirleri de savunabiliyorlar. Dolayısıyla, burada enternasyonalist ve devrimci bir sosyalist geleneğin kastedildiğini de vurgulamak gerekir.
Sandık değil mücadele kazandırır
Saraçhane ve kampüs eylemlerinde de yine önceki kuşakların geleneğinin bugünkü kuşağın üzerine kâbus gibi çöktüğüne şahit oluyoruz.
Saraçhane’den Taksim Meydanı’na yürümek için yapılan basınç bu tarz bir sıkışmışlığın göstergesiydi. Gezi Direnişi Taksim’e girmeyi başarmış olduğu için CHP’nin sandık siyasetinin ötesine geçmek isteyen gençlik hareketi Taksim’i kendisine hedef olarak koydu ama kendi ihtiyaçlarına karşılık gelecek bir alternatif örgütlenme kuramadıkları için de bu mücadele tarzına sıkışıp kaldılar.
Yeniyi kurmaktaki güçlük, eski kuşakların ruhlarını yardıma çağırmakla sonuçlanıyor. Üstelik bunun solculuk olduğu da zannedilebiliyor. Siyasetin bu sağa kayışı da elbette CHP’nin merkez siyasetine takılıp kalmak veya hareket içerisine sızan Zafer Partisi gibi faşist grupların taban bulmasına neden olmak gibi durumlarla sonuçlanıyor.
Erdoğan karşıtlığından başka bir birleştirici talep bulamayan hareket, erken seçim ve sandıkta da Ekrem İmamoğlu’nu destekleme fikrine sıkışıyor. Oysa sokaklar; polis barikatını aşan, dört gün boyunca birçok ilde ilan edilen eylem yasaklarını fiilen geçersiz kılan, kampüslerde yıllardır atanmış rektörler eliyle sürdürülen siyaset yasaklarını delen, sandık demokrasisinden çok daha ileri demokratik adımlar olan kampüs ve mahalle forumlarına yönelen bir harekete evrilmişken İmamoğlu ve temsil ettiği merkez, milliyetçi ve kapitalizm içi fikirler sadece büyük bir geri adım anlamına gelir.
Sonuç olarak, Erdoğan karşıtlığını geniş bir antikapitalist alternatif etrafında, hem AKP-MHP iktidarına hem de muhalefet bloğuna karşı geniş bir özgürlük hareketine çevirmek gerekiyor.
D. Konar