Mete Tunçay anlatıyor: Cumhuriyet-i Mutlaka

Siyaset bilimci ve tarihçi Mete Tunçay hayatını kaybetti. Özellikle Osmanlı ile cumhuriyetin erken döneminde solun ve işçi hareketinin tarihi üzerine çalışmalarıyla büyük katkılar da bulunan Tunçay ile 2013 yılında Özdeş Özbay’ın yaptığı röportajı yeniden paylaşıyoruz.

Türkiye sosyalist hareketi kendisini en fazla Mustafa Suphi’lere kadar geri götürür. Oysa sosyalist hareketin geçmişi daha geriye dayanıyor. Siz 1908 öncesi sosyalist hareketlerini daha çok “bilinçli bir işçi sınıfına dayanmaksızın salt ekonomik amaçlı işçi hareketleri” olarak görüyorsunuz. 1908 sonrası ise Osmanlı Sosyalist Fırkası, Ermeni sosyalist Partileri ve benzerleri var. Bize Osmanlı döneminde sosyalist hareketin ne zaman ve nasıl başladığını, ne şekilde geliştiğini anlatabilir misiniz?

Türkiye’de 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet başlamadan önce Türk ve Müslüman kişilerin katıldıkları yahut başlattıkları bir sol hareket yok. Buna karşılık gayrimüslim anasırdan Rumlar arasında Ermeniler arasında Yahudiler arasında bir takım hareketlenmeler olmuş ve İkinci Meşrutiyet’te bunlara katılan Türk ve Müslüman kişiler de bulunabiliyor. Ama ben Osmanlı sosyalizmi dediğin ve en tanınmış temsilcisi İştirakçi Hüseyin Hilmi olan bir hareket var. Bu sosyalist olmaktan çok bir işçi örgütlenmesi ve başarılı grevler yapıyorlar. Hüseyin Hilmi’nin partisi daha çok bir sendika/sendikalar birimi gibi görünüyor. Zaman zaman işçileri örgütlemekte, greve kaldırmakta ve bir takım haklar elde etmekte başarılar göstermiş vaziyette ve bu cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam eden bir durum.

Fazla üzerinde durulmuyor ama İttihat ve Terakki’nin de bir sol kanadı olduğu anlaşılıyor. Birinci dünya savaşı yıllarında hatta bu sol kanat bir takım sosyalist hareketlerden mülhem değişiklikleri istiyor. Büyük bankaların sigorta şirketlerinin devletleştirilmesi gibi bir dizi o zaman sosyalistlerin sahip çıktığı talepleri dile getiriyorlar. Milli mücadele sırasında bir taraftan da Sovyet Rusya’dan yardım almak için onlara yakın bir rejim yaratma çabaları var ve bu hareketlerin içinde hep sol İttihatçıları görüyoruz. Aslında 1916’da İttihat Terakki kongresinde bu sol talepler ağırlık kazanmış olmalılar ama Talat Paşa diyor ki “ya biz savaş içindeyiz şu savaş bitsin savaştan sonra bu istediklerinizi yaparız”. Ama savaş bildiğiniz gibi bir zaferle sonuçlanmıyor, savaş Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlandığı için bu sözleri hiçbir zaman gerçekleştirmek söz konusu olmuyor.

Mustafa Suphi de ilginç biri tabi. Mustafa Suphi aslında bir radikal liberal, sosyalist falan değil. Her ne kadar sonradan Suphi Paris’te öğrenciliği sırasında sosyalist oldu gibi iddialar ortaya atıldıysa da, Mustafa Suphi’nin bir yazısında şöyle diyor: “Artık Sosyoloji var yani toplumbilimi var. Onun için sosyalizme yani bir toplumsal ideolojiye gerek yok.” Biz bilimle yürüyebiliriz diyor yani. Bu onun sosyalist ya da komünist olmadığının o tarihte bir kanıtı.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde birçok muhalifi toplayıp Anadolu’ya sürüyorlar. Suphi’de Sinop’a gönderiliyor. Sinop’a gönderilirken İfham adlı bir muhalif gazetenin başında. İfham, Milli Meşrutiyet Perver Fırkası adına çıkartılan bir gazete ayrıca küçük yayınları falan da var. Suphi Sinop’tan kaçıyor, Rusya’ya gidiyor. Daha birinci dünya savaşı çıkmamış Rusya’da bir takım temaslarda bulunuyor. Daha çok Türk çevrelerle temasa geçiyor çünkü Suphi’nin böyle bir Türkçü damarı var ama birinci dünya savaşı çıkınca düşman devlet tebaası diye Suphi’yi Ruslar bir kampa atıyorlar. İşte oralarda anlaşılan Bolşeviklerle tanışıyor ve yavaş yavaş aklı yatıyor. O sırada savaş içinde Rusya’da bir hayli Osmanlı asker esiri oluyor. Çeşitli cephelerde teslim olan ve kamplara gönderilen insanlar böyle bir potansiyel yaratıyorlar. Suphi bunları örgütlüyor. Bolşeviklerin ileri gelenleri ile iyi ilişkiler kuruyor ve Milli Mücadele sırasında aracılık yapmak istiyor. Rusların Mustafa Kemal hareketine yardımları konusunda aracılık yapmak istiyor. Tamamen destekliyor ama bu fazla bir yere gitmiyor.

Türkiye Komünist Fırkası’nın kuruluş tarihi 10 Eylül 1920. Bakü’deki Şark Milletleri Kurultayı’ndan sonra toplanan küçük bir kongre ile böyle bir parti ilan ediliyor. Orada seçilen yönetim kurulu üyelerinden çoğu ile birlikte Suphi geliyor ve Türkiye’de öldürülüyor. Bu da çok tartışmalı bir şey. Ankara’nın bundan haberi var mı? Yahut bunu Ankara mı emretti? Yoksa bağımsız olarak hareket edenlerin örgütlediği bir şey mi? Belirsiz.

Suphi’nin İfham Gazetesi ve Milli Meşrutiyet Perver Fırkası ile ilişkisini söyledim. O hareketin liderlerinden Ferit Tek bakan oluyor ve Suphi’ler öldürüldüğü sırada da o Ankara’da bakan. Ben ileri yaşında onunla konuşup ona sormuştum “Mustafa Suphi öldürüldüğü zaman siz hükümetteydiniz. Bu bir hükümet kararı mı? Ya da sizin haberiniz var mıydı?” Kesinlikle olmadığını söyledi. Ama bu kendi başına yeter mi yetmez mi belli değil. Ben daha çok bunun yerel olarak Erzurum ve Trabzon içindeki hâkim askerî ve mülkî güçlerin yaptığını düşünüyorum.

Ankara’da bir yandan hükümetin desteklemek istediği bir resmi Komünist Fırkası vardı bu sol İttihatçılardan oluşan bir de onlarla birlikte hareket etmeyen daha bağımsız ve daha çok Rusya’ya yakın duran Halk İştirayikûn hareketi vardı. Suphi’nin bunlarla da dolaylı bir ilişkisi oldu. Muhtemelen Ankara Suphilere “gelir de burada resmi Komünist Fırkası’na girerseniz faaliyet gösterebilirseniz” şeklinde bir mesaj verilmişti. Bana onların bunu kabul edip geldiklerini düşünmek daha doğru görünüyor. Bir taraftan da işgal altındaki İstanbul’da Almanya’da okuyan ve çalışan kişilerden oluşan bir hareket başladı. İşçi ve Çiftçi Fırkası diye bir örgüt kurmuşlardı bu çocuklar 1919’da ve bunu İstanbul’a taşıdılar ve İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası adını aldı. Onların Almanya’da başlattıkları Kurtuluş İstanbul’da 5 sayı çıktı. Sonra 1920’nin 16 Mart’ında İstanbul resmen işgal edildi. Aslında bu işgal lafı dikkatle kullanılması gereken bir şey çünkü İstanbul Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra işgal edilmişti. Ama 16 Mart 1920’den itibaren bir resmi askeri işgal oldu ve bu işgal koşulları altında Kurtuluş’u çıkaran bu grup bu sefer Aydınlık diye bir dergi çıkarmaya başladılar.

Bu Aydınlık’ın tirajı çok fazla değildi ama uzun yıllar Türkiye’de bir daha o kadar kaliteli ve temel sorunlara eğilen bir yayın görülmedi. Bu çevre giderek İstanbul Komünist Grubu ve Türkiye Komünist Fırkası halini aldı ve Rusya’da toplanan Komüntern kongrelerine gitmeye başladı.

Bunların sayıları çok değildi ama Milli Mücadele tamamlandıktan Ankara hükümeti İstanbul’u tekrar alınca bu tür hareketlere razı olmadığını gösterdi. Sık sık tevkifatlar falan oldu ama TKF’nin bir takım dezavantajları vardı bunların etkisi günümüze kadar devam ediyor. Bir kere en önemlisi Kemalist yönetimin Sovyet dostluğu çünkü çok fazla üzerine gidemiyorlar. İkincisi Kemalist hükümetin yaptığı birçok iş bu millileştirmelerden, laikliğe kadar TKF’nin de iktidarda olsa yapmak isteyeceği şeyler. Onun için kala kala siyasi özgürlükler, özellikle işçi sınıfının örgütlenmesi, bağımsız sendikalar daha doğrusu solcu sendikalar halinde örgütlenilmesine izin verilmemesi üzerine muhalefetleri oldu. Bir de Osmanlı borçlarını Kemalist Hükümetin tanıması. Oysa Bolşevikler Çarlığın borçlarını ödemeyi reddetmişlerdi. Bu tenkit konusu yapıldı.

Türkiye’de bir takım efsaneler var işte cumhuriyetin bir akşam Çankaya’da M. Kemal arkadaşlarına demiş ki yarın cumhuriyet ilan edeceğiz. Bu doğru olabilir ama aslında bütün 1923 yazı cumhuriyet tartışmaları ile geçmişti. Basında sık sık bu konu dile getiriliyordu.

Cumhuriyet konusunda da dikkat etmek lazım. Cumhuriyet denince akla demokratik cumhuriyetin gelmesi doğru bir şey değil. Cumhuriyetin anlamı devlet başkanının bir hanedan sıfatıyla oraya gelmediği düzendir. Mesela bir askeri darbeyle devlet reisi olması bir kimsenin ve arkadaşlarının yine de bir cumhuriyettir. Demokratik Cumhuriyet onun farklı bir biçimi. Türkiye’de de demokratik cumhuriyet belki en başta kısa bir süre 1923-24 yıllarında oldu. 1925 Şubat’ında Şeyh Sait isyanı çıkınca Takrir-i Sükûn kanunu hükümete çok geniş yetkiler verdi ve bununla artık hükümet her istediği kişiyi, örgütü, yayını toplayabiliyor, yasaklayabiliyor hatta hapse atabiliyor ve İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla onları cezalandırabiliyor. İstiklal Mahkemeleri başlangıçta asker kaçakları ile mücadele için kurulmuştu ama giderek bir siyasal renk aldı. Yani benim anladığım 1925 Martından itibaren bu Takrir-i Sükûn ile birlikte bir idari döneme girdi artık bu dönemde I. Meclis’te hatta II. Meclis’in başında olan hareketli, tartışmalı, demokratik hava tamamen ortadan kalkıyordu. 1945 yılında Milli Kalkınma Partisi kurulana kadar. Yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra tek partili yönetimden vazgeçilmesi söz konusu oldu.

Tek parti döneminde kimi zaman daha sıkı kimi zaman daha gevşek hareket ettiler ama her zaman komünistler takibata uğradı. Onlar Aydınlık’tan sonra düzenli yayın yapamadılar. Sadece illegal broşürleri bildiriler çıkarmakla yetindirler.

TKP aslında 1925-45 döneminde yeraltında olmakla birlikte ülkedeki tek muhalefetti. 1930’da Mustafa Kemal tedirgin “benim gençliğim bu Abdülhamit İstibdat’ına karşı mücadeleyle geçti ülke şimdi yine bir İstibdat manzarasını aldı” diyor. Hatta Fethi Okyar’a bir yeni parti kurmasını teklif ettiği zaman “bugün gözümü kapatsam arkamda kalacak olan bir diktatör manzarasıdır” diyor.

Dünyada 1920’lerde İtalyan faşizmi 1933’ten itibaren de Alman Nazizmi yükselince bu sefer bir anti-faşist cephe kurulması söz konu oluyor. Dünyanın her yerinde anti-faşist halk cepheleri kuruluyor. 1936’da da Türk Komünistlerine de diyorlar ki bu M. Kemal’in işçi hakları falan diye canını sıkmayı bir kenara koyun ve Komüntern’den de ayrılın. Zaten Komüntern’in kendisi de 1935’te yaptığı Yedinci Dünya Kongresi’nden sonra bir daha toplanmıyor. 1943’te de Stalin Komüntern’i lağvediyor müttefikleri olan İngiltere’yi ve diğerlerini rahatlatmak için. 1945’e kadar durum bu.

En başa dönersek 1923 yazında cumhuriyet tartışılırken Aydınlık’ta Şefik Hüsnü diyor ki “ayrıca bir cumhur reisliği makamı yaratılmadığı sürece Türkiye Halk Cumhuriyeti olmasına hiçbir itirazımız olmaz.” Yani cumhurbaşkanlığının bir güç odağı olmasını istemiyor komünistler.

 

1908 devrimi öncesinde ve sonrasında işçi grevleri yaşanıyor. 1908 döneminde Osmanlı’daki işçi sınıfının ve sosyalistlerin rolü nedir?

1908 öncesinde pek fazla grev yok. 1908’den sonra hemen işçiler greve gidiyorlar. Gerçekten 1908 sonbaharında ve 1909’da birçok grev yapılıyor ama grevler doğrudan doğruya sosyalistlik demek değil. Bunlar daha çok çalışma koşullarının düzeltilmesi, ücretlerin arttırılması gibi taleplerle sınırlıdır.

Yani askerler sayesinde mi meşrutiyet ilan ediliyor?

İttihatçıların Paris’te istedikleri kadar uğraşsınlar bir şey yapacakları yoktu ama orduya bu iş sirayet edince, ordunun bastırması ile Abdülhamit geri adım atmak zorunda kaldı. 1909’da 31 Mart’ı bahane edip padişahı değiştirdiler.

Ermenilerin, Yahudilerin, Helenlerin hareketleri var. Helen solu kesinlikle Anadolu mücadelesine karşı, Yunan ordusunu sabote ediyorlar. Savaştan sonra Yunanlılar yenilgiyi biz komünistler sağladık diyorlar yaptığımız sabotajlarla. Ne ölçüde bunun etkili olduğu bilinmez ama böyle bir durum var.

Benim rahmetli hocam Yavuz Abadan Eskişehir’de büyümüş, ortaokul talebesiyken bir miktar Fransızca öğrenmiş. Eskişehir Yunan işgali altındayken kahveye bir gün bir Yunan subay gelmiş. Türkler çok tedirgin olmuşlar ama adam konuşmaya çalışmış. Yavuz’a da sen tercümanlık yap demişler. Subay demiş ki “hiç üzülmeyin bizim işgalimiz geçicidir. M. Kemal haklıdır.” Bu belli ki bir komünist subay. Bu ne kadar etkili olmuş bilinmez ama böyle olayların varlığı da muhakkak.

Bu hareketler ne zaman yok oldu? İT iktidarı, 1915, cumhuriyet dönemi gibi dönemlerden söz edebilir miyiz?

1913’te İttihatçılar Bâb-ı Âli baskını ile baskın yaptılar ve Mahmut Cevdet Paşa bir darbe ile sadrazam oldu. Haziran’da Mahmut Cevdet Paşa öldürülünce bu sefer bir İT diktatörlüğü başladı. 3 paşa Talat, Enver ve Cemal Paşa hiçbir şekilde sosyalistlere yüz vermeden memleketi otokratik bir şekilde yönettiler.

Savaş yenilgiyle bitip İstanbul işgal edilince kendi ülkelerinde sosyalistlerin varlığını tanıyan İngiliz ve Fransızlar bir müddet İstanbul’da da buna hoşgörü gösterdiler ama sonuçta yine Kurtuluş’u işgalciler kapattı. Aydınlık’a da sık sık sansür uyguladılar.

İT ile dönemin sosyalistlerinin ilişkisi neydi? Hiç açıktan İT’ye karşı çıkan sosyalistler var mı?

Dönemin komünistlerinin İttihat ve Terakki’ye iyi gözle bakmadıkları muhakkak. II. Meşrutiyet’in başında bir grev dalgası olunca Ta’til-i Eşgal kanunu yani bir grev kanunu çıkarılır. Grevler bir takım şekil şartlarına bağlanarak zorlaştırıldı. Tabi bu solcuların hiç hoşuna gitmedi. Her yerde grev yapamazsınız, kamu işletmelerinde grev yapamazsınız, grev yapmak için bir takım süreçlere uymanız gerekir gibi düzenlemeler vardı. Böylece işçiler ve sendikalarda örgütlenmeleri yasaklandı. O yüzden iyi gözle bakmaları söz konusu değil.

Savaştan sonra İttihatçılar yurtdışına kaçınca garip bir şekilde Sovyetlerle ilişki kurup oradan kendilerine bir hayat alanı açmak istediler. Mesela Enver Paşa’nın desteklediği ve kurdurduğu İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı diye bir örgüt var. Sözde bunlar bütün Müslüman ülkelerde bir araya gelecekler ve Sovyetlerle müttefik olarak faaliyet gösterecekler. Yani kendileri iktidarda iken tahammül etmedikleri sosyalistlerle mütareke döneminde yakınlaşma aradılar ama haklı olarak oraya gelen diğer Müslümanlar “bu bir oyun, Osmanlı’nın menfaatleri için bizi kullanmak istiyorlar” diye yan çizdiler.

Bugünün kendini solcu olarak gösteren birtakım partiler “Cumhuriyete sahip çıkmak gerekiyor” diyorlar ve “cumhuriyet kazanımları” anlatıyorlar. Sosyalistler açısından baktığımızda Cumhuriyet’in ilerici ve sahip çıkılabilecek diyebileceğimiz hangi,  özelliklerinden söz edebiliriz. Yani Sosyalistler ve işçi sınıfı açısından baktığımızda Cumhuriyet döneminin kazanımı olarak görebileceğimiz neler var?

Tabii monarşiye sosyalistler/komünistler de karşı. Bu arada Türkiye’de sosyalist/komünist ayrımı geçerli bir ayrım değil. O batıda oluşmuş bir şey. Sosyalist Enternasyonal ile ona itiraz ederek ortaya çıkan Komünist hareket. Onun Türkiye’de bir yansıması yok. TKP dışında Türkiye’de belki tek tük Avrupa’da okumuş orada bir harekete sempati duymuş insanlar var ama onların bir örgütlenmesi yayınları falan söz konusu değil. Şefik Hüsnü’nün öyle bir yazısı da var mesele Türkiye’de neden bu Sosyalist Komünist ayrımı geçerli değildir diye.

 

Tabii hanedan hâkimiyeti şeklindeki bir monarşi sosyalistlerin gözünde iyi bir şey değil. Onun değişmesi iyi. Ama yerine kurulan şeyin de önemi var. Güzel bir hikâye vardır. Bir ilkokul müfettişi gitmiş çocuklara soruyor, şimdiki rejimimiz nedir? Cumhuriyet-i Mutlaka demişler. Meşruti Monarşi, Mutlak Monarşi ayrı, önce Mutlak Monarşiden Meşruti Monarşiye geçildi. Sonra da Cumhuriyet-i Mutlaka’ya geçildi. 

Bir de ayrımı yapılan Monarşinin de 1908’den beri fiilen ortada olmadığını da söyleyebiliyoruz herhalde. Bu da 1923’le gelen bir şey mi?

Tabii 1923’te bir adı konuldu ve adı resmen kaldırıldı. Ben bazen şeyi düşünüyorum. Abdülhamit çok ilginç bir adamdı ve onu 31 Mart’ta indirip önce Selanik’e sürgün ettiler. Sonra Beylerbeyi Sarayı’nda 1918’e kadar yaşadı. Savaşı üzüntüyle takip ediyordu. Mesela o indirilmemiş olsaydı belki Türkiye I. Dünya Savaşı’na da girmeyebilirdi. Abdülhamit’in çeşitli ayak oyunlarıyla bu sağlanabilirdi ama ne olurdu, Osmanlı sistemi 5-10 sene daha sürerdi. Ama sonunda yıkılırdı. Zaten o dönemde Rus Çarlığı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi imparatorluklar birer birer çöktüler. İngiltere ve Fransa da birer imparatorluktu ama o imparatorluklar daha modern kapitalist kalkınmayla devam eden imparatorluklar oldu. Yani Osmanlının yıkılması mukadderdi.

Solcuların Cumhuriyet’te sahip çıktıları şeyler demiryollarının millileştirilmesi falan gibi şeyler ama oralarda da hep o yabancı şirketlere büyük tazminatlar ödendi. Sözleşmeler “bu imtiyazın sona erdirilmesi şu şartlara bağlıdır” şeklinde yapılmış. Onlara sadakatle uyuldu çünkü Cumhuriyet Hükümeti Batı’yla arasının iyi olmasını istiyordu. Mesela tazminatsız el koyulacak yöntemlere hiçbir zaman tenezzül etmedi. Üstelik 1929 bunalımında bütün dünyada bir geri çekilme var. Birçok şirket belki Cumhuriyet gidin demese de gitmek istiyor. Küçülüyorlar dünya iktisadi bunalımı sırasında. Ama bizimkiler onlara bir de tazminat verip millileştirdiler.

son yazıları

Ankara’da Gazze ile dayanışma eylemi: ‘Ticareti ve petrolü kesin’
Kamu emekçileri iktidarın düşük ücret dayatmasına 'hayır' diyor
Yargının siyaset kıskacı ve Yeni Çözüm Süreci dengeleri

ilginizi çekebilir

WhatsApp Görsel 2025-08-17 saat 18.02
Ankara’da Gazze ile dayanışma eylemi: ‘Ticareti ve petrolü kesin’
GyOjvSwWIAAt_ao (1)
Kamu emekçileri iktidarın düşük ücret dayatmasına 'hayır' diyor
komisyon-toplantisinin-tam-tutanagi-yayinda
Yargının siyaset kıskacı ve Yeni Çözüm Süreci dengeleri