Geçtiğimiz haftalarda Kaosgl.org tarafından kamuoyuyla paylaşılan ve LGBTİ+’lar için son derece olumsuz maddeler içeren kanun değişikliği taslağı, aslında uzunca bir sürecin son halkası. 2008 yılında kapitalizmin içine girdiği ve giderek derinleşen kriz, bütün dünyada özellikle 2015’ten itibaren otoriter iktidarların işbaşına gelmesine, sağcı ve faşist eğilimlerin güçlenmesine neden oldu. Türkiye’de bundan muaf kalmadı, dünyadaki gelişmelere paralel olarak temel hak ve özgürlükler 2013’de Gezi’yle birlikte başlayan ve 2016’da darbe girişimiyle derinleşen bir süreçte ağır saldırılara uğradı. Özellikle LGBTİ+’lar iktidarın hedefine konuldu, LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerinin dozu giderek arttı, aileyi korumak adına kitlesel nefret gösterileri düzenlendi, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri bir nefret şovuna dönüştürüldü, nihayetinde 2025 bizzat Erdoğan tarafından “Aile Yılı” ilan edildi. Söz konusu kanun değişikliği taslağı da bu kapsamda ortaya çıktı.
Bu taslak henüz meclise sunulmuş değil, sunulup sunulmayacağı, sunulursa da bu haliyle mi, yoksa değiştirilerek mi sunulacağı henüz bilinmiyor. AKP-MHP iktidarının daha önce de kamuoyunun tepkisini ölçmek maksadıyla, “etki ajanlığı” kanun teklifinde olduğu gibi, bazı uç teklifler hazırlayıp bunları sonradan geri çektiğini biliyoruz. Ancak, bu kanun değişikliği taslağı bu haliyle kanunlaşacak olursa, LGBTİ+’lar için çok ağır koşulların ortaya çıkacağı açık. Tabii sadece LGBTİ+’lar için değil, sivil alan bir bütün olarak saldırıya uğrayıp daraltılıyor.
Medeni Kanun’da yapılacak değişikler, özellikle trans geçiş / uyum sürecine odaklanıyor. Bir süre önce transların kullanmış olduğu hormonlara erişim zorlaştırılmıştı, şimdi de trans geçiş / uyum süreçleri neredeyse imkansız hale getiriliyor. Bu süreçler esnasında yapılabilecek ameliyatlar için izin almak amacıyla mahkemeye başvurma yaşı 18’den 21’e çıkartıldığı gibi, daha önceden Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan “üreme yeteneğinden süresiz olarak mahrum kalma”, yani zorla kısırlaştırma kuralı yeniden getiriliyor. Bu ameliyatların sadece devletin gösterdiği birkaç hastanede yapılması, başka yerlerde ya da yurt dışında ameliyat olanların, ayrıca bu ameliyatları ya da benzeri müdahaleleri yapan hekimlerin de cezalandırılması öngörülüyor.
Ceza Kanunu’nda ise ilgili maddede “Doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişilerin” bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandıracağı şeklinde bir düzenleme yapılıyor. İkili cinsiyet rejimini norm haline getiren bu düzenleme LGBTİ+ varoluşunu, ayrıca LGBTİ+ hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yapılan her türlü savunuculuğu, örgütlenmeyi ve dayanışmayı cezalandırılabilir bir fiil haline getiriyor. Eşcinsel çiftlerin özel alanlarda yapacağı sembolik nişan veya evlilik törenleri de bir suç olarak görüldüğü gibi, saçını pembeye boyayan bir erkek ya da saçını kısa kestiren bir kadın “biyolojk cinsiyetine” aykırı davranmaktan cezalandırılabilecek. Kısacası, sınırları belirsiz bir “biyolojik cinsiyet” kavramının dışında kalan herkes, yani aslında bütün insanlar, gözünün üzerinde kaşın var bahanesiyle cezalandırılabilecek.
AKP-MHP iktidarı bütün bunları “aileyi koruma” adı altında yapıyor. Ailenin tehdit altında olduğu ise bir gerçek, çünkü evlilik oranlarının düşmesi ve boşanma oranlarının çığ gibi artması, gerçekte baskı ve şiddet dolu bir tahakküm odağı olan heteronormatif patriyarkal “geleneksel” ailenin çöktüğüne işaret ediyor. Bu, egemen sınıfın işine gelen bir durum değil, çünkü toplumun en küçük birimi olan geleneksel aile, tahakküm ilişkilerini her gün yeniden üreterek, çocukların toplumdaki eşitsiz baskı ilişkilerini kabul etmesinin zeminini hazırlıyor. Bu yapının dağılması, daha demokratik yeni birlikteliklerin ortaya çıkması, egemen sınıfın kesinlikle tercih etmediği bir seçenek. Bu yüzden geleneksel tahakküm ilişkilerinin işlediği, yani sözde “biyolojik cinsiyet” normlarına uygun olarak erkeğin “patron”, kadının “boyun eğen” olduğu geleneksel aile restore edilmeye çalışılıyor. Bu restorasyonun önünde engel gibi görünen feministler ve çerçevenin dışında görülen LGBTİ+’lar ise baş düşman ilan edilerek hedef tahtasına oturtuluyor. Bu yasa taslağıyla yapılmaya çalışılan, bundan başka bir şey değil. Şurası açık ki: Daha demokratik, tahakküm ilişkilerinin bulunmadığı, eşit ve özgür bir dünya hayalini kuranların, bu taslağa karşı olanca güçleriyle harekete geçmeleri gerekir.
Atilla Dirim