Kadına yönelik şiddetin, çocuk işçiliğinin, iş cinayetlerinin her geçen yıl arttığı günümüzde, 2025 senesi, Cumhurbaşkanı tarafından “aile kurumunun öneminin vurgulanması, aile içindeki birlik ve beraberliğin korunması, mevcut riskler karşısında ailenin topyekûn desteklenmesi amacıyla” Aile Yılı olarak ilan edilmişti. Resmi olarak ilan edilmeden önce de heteronormatif, cinsiyetçi kodlar üzerinden inşa edilen aile kavramı, hükümetin hemen her alandaki söylemlerinin önemli bir vurgusuydu. Büyük Aile Yürüyüşü gibi organizasyonlarla, LGBTİ+ varlığını kriminalize eden, sürekli bir ahlak vurgusunu yeniden üreten bu söylem, Aile Yılı ilanından sonra, her türlü baskı, gözetim, sansür ve yaptırımın temel dayanağı haline geldi.
Uzun yıllar, sistematik olarak Kürtçe müziğe her alanda uygulanan örtük ve açık sansür, aile ve ahlak söylemi altında artık popüler ve alternatif kültür ürünlerinin tamamını hedefine almış durumda.
Geçtiğimiz haftalarda kadınlardan oluşan müzik grubu Manifest üyelerine konserlerindeki giyimleri ve dansları üzerinden başlatılan soruşturma, üyelerin gözaltına alınmaları ve adli kontrol ve yurtdışı yasağıyla serbest kalmalarıyla sonuçlanmış, grubun Türkiye turnesi de iptal edilmişti. Diyanet’in cuma hutbelerinde kadın bedeni ve varlığı üzerine pervasızca yaygınlaştırmaya çalıştığı baskı, kültür alanında da kadın bedeni ve LGBTİ+ görünürlüğüne tahammülsüzlük olarak daha sık karşımıza çıkıyor.
Müzik alanında bunun son örneğini, geçtiğimiz günlerde Mabel Matiz’in Perperişan isimli şarkısına İçişleri Bakanlığı tarafından getirilen erişim engeli olarak gördük. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın şarkı hakkında “kamu düzeni ve genel sağlığa aykırılık gerekçesiyle” talep ettiği erişim engeli, İçişleri Bakanlığı tarafından uygulandı ve Bakanlık Mabel Matiz hakkında suç duyurusunda bulundu. Şarkı sözlerinin Türk ailesinin örf ve adetlerine aykırı olduğu gerekçesiyle yapıldığı iddia edilen şikayetler üzerine getirilen bu erişim engeli, Matiz’in LGBTİ+ görünürlüğü ve müziği üzerinde uygulanan ilk yaptırım değil. Sanatçının 2022 yılında yayımlanan Karakol adlı şarkısının klibinde iki erkeğin aşkının yer alması gerekçe gösterilerek, RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) tarafından klibin televizyonlarda yayınlanması yasaklanmıştı.
Ana akım medyada ve devletin resmi televizyon kanallarında uzun yıllardır yayımlanan pek çok fetih-işgal-tarih dizileri yanında, dijital platformlarda izleyiciyle buluşturan bağımsız ve alternatif yapımlar, kültürel üretimin her geçen gün büyüyen bir alanı haline geldi. Hem kendi içinde destek sistemleri kurabilen hem de üretim ve ifade çeşitliliğini besleyen bu platformlar da RTÜK tarafından yaptırım ve sansüre uğramaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Netflix, Mubi, Disney+, Prime Video ve HBO Max’ta yayımlanan bazı dizi ve filmler hakkında yüksek idari para cezaları ve gösterimden kaldırma cezaları uygulandı. Kobalt Mavisi, Those About To Die, Looking: The Movie, Benedetta ve All of Us Strangers isimli içeriklere “milli ve manevi değerlere aykırı bulunması” gerekçesiyle getirilen bu ceza ve yasak kendini yine “eşcinsel ilişkilerin ve çıplaklığın yoğun olarak kullanılmasının müstehcenlik ile genel ahlakı ve ailenin korunması ilkelerini ihlal ettiği” iddiası üzerine temellendiriyor. Mabel Matiz’e yönelik ilan edilen suç duyurusunda da “müstehcenlik suçu” işlediği iddia ediliyor.
Ailenin korunması ve ahlak, örf ve adetler üzerinden tek tipleştirmeye çalışılan gündelik hayatın her alanı, kültürel alana yönelik bu saldırılarla ifade özgürlüğü başta olmak üzere, tüm özgürlük alanlarının yok edilmesi için kuvvetli bir araç olarak kullanılıyor. Bu, hem izleyici kitlesine yönelik bir özgürlük kısıtlaması hem de sanatçılara yönelik cezalandırma ve henüz cezalandırmadıklarını da korkutma taktiğiyle her türlü ifade özgürlüğüne yönelik sistematik bir baskı olarak uygulanıyor. Aile Yılı kapsamında özellikle LGBTİ+ varlığını uzun süredir kriminalize eden bu yaklaşım, “kırılgan” ailenin korunup kollanması için her koldan açılan bir savaş cephesi gibi işlev görüyor.
İfade özgürlüğünün bir kere kısıtlanmaya başlaması, zaman içinde tüm alanları kapsayan bir baskı ortamının “normalleşmesi” tehlikesini de beraberinde getiriyor. Yalnızca alternatif kanalların alternatif ürünleri ve üreticilerini değil, aile ve ahlak söylemiyle kapsamını sürekli genişleten bu politikalara yönelik güncel bir baskının son örneklerinden biri de Show TV kanalında yayımlanan ve yüksek bir izleyici kitlesine sahip olan Kızılcık Şerbeti isimli dizinin senaristi Merve Göntem’in 15 Eylül akşamı evinden gözaltına alınması. Göntem’in senaryosunu yazdığı ve BluTV adlı dijital medya platformunda yayınlanan Çıplak adlı dizideki kurgusal bir karakter hakkında, dört yıl önce sosyal medya platformunda sorulan bir soruya istinaden verdiği durum tespiti niteliğindeki bir cevabın gerekçe gösterildiği bu gözaltı kararı, ifade özgürlüğüne yönelik baskının esnek sınırlarını gözler önüne seriyor. Merve Göntem’in gözaltına alınmasıyla eş zamanlı olarak, gösterimde olan Kızılcık Şerbeti dizisi hakkında da RTÜK tarafından başlatılan inceleme, yine aile ve ahlak söylemini merkeze alan bir saldırganlıkla kamuoyuna duyuruldu. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, başlatılan incelemeyi, sosyal medya hesabından şu cümlelerde ilan etti:
“Unutulmamalıdır ki aileyi hedef alan her yayın, yalnızca ekranlarla sınırlı kalmaz; çocuklarımızın ruhuna, gençlerimizin istikbaline ve toplumumuzun huzuruna doğrudan sirayet eder. Bu çerçevede, Show TV’de yayınlanan Kızılcık Şerbeti dizisine ilişkin kamuoyundan gelen tepkiler ve Kurulumuza ulaşan şikâyetler titizlikle değerlendirilmiş olup bahse konu yapım ile ilgili gerekli işlemler ivedilikle yapılacaktır.
Halkımız müsterih olsun, Üst Kurul özellikle “Aile Yılı” vesilesiyle aile yapımıza ve toplumsal değerlerimize zarar verebilecek hiçbir içerik karşısında kayıtsız kalmayacak, gereğini kararlılıkla yerine getirecektir.”
Aile içi şiddetin, kadına, LGBTİ+ varlığına yönelik sistematik baskının bu kadar yoğun olduğu bir ortamda, ailenin korunması kalkanı adı altında dayatılan tüm kısıtlama, sansür ve yaptırımlara istisnasız karşı durmak ve özgürlük alanlarını genişletmek için mücadele etmek her zamankinden daha önemli bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor.
Esra Akbalık