Erdoğan önce 2025 yılını, sonra da gelecek 10 yılı “aile yılı” ilan etti. İktidarın dayattığı “aile” kavramı kadına ailenin çocuk, temizlik, yemek, alışveriş, hasta bakımı vb tüm yükünü taşıtan, onu eve hapseden bir “araç” modeli. “Esnek ve uzaktan çalışma modeli” olarak kadınlara sunulan paket ise, kadını iş ve toplum hayatının dışına iten, “zaten evde, evde yapılabilecek işleri yapsın” anlayışıyla kadının ev içi görünmez emeğine bir de ekonomik yükü bindiren bir algı yönetimi. Halbuki kadının evin içinde üstlenmek zorunda bırakıldığı “ev işleri” kadına hiçbir ekonomik katkı getirmeden yapması beklenen işler.
“İş”ten sayılmayan ev içi emek ve bu yükün getirdiği sorumluluk kadını çoğu zaman yalnızlaştırıyor; (kadının) sosyalleşmeye, kendine ait bir zamanı ya da alanı olmasına imkân bırakmıyor.
Çocuk annenin “yetiştirme projesi” değildir!
Hem kadının ekonomik olarak erkeğe bağımlı olması hem de çocuğun bakımı ve eğitiminin kadının görevi olarak ona bırakılması, psikolojik olarak kadını baskılayan bir durum. Erkeğin verdiği para olmadan dışarı çıkamayan, sosyalleşemeyen kadın eve hapsoluyor. Çocukla ilgili bir sıkıntıda -erkek “evin reisi” olarak dışarıda olduğundan- çocukla ilgilenmesi beklenen kadın “çocuğa bakan” olarak suçlanıyor, eziliyor. Halbuki çocukla ilgili tüm doğrular ve yanlışlar iki ebeveyn tarafından ortaklaşa taşınmalıdır.
Anne için özgürlük alanı: Ücretsiz kreşler
Çocuğun bakımı konusunda kadını eve hapseden bir diğer uygulama da ücretsiz kreşlerin kapatılması. Kreş sadece çocuğun akranlarıyla bir arada olduğu, sosyalleştiği bir alan değil, aynı zamanda anneye kendi alanı için zaman ve yer bırakan bir uygulama. Ücretsiz kreşlerin kapatılması, özelleştirilmiş çocuk bakım kurumlarının ödemesini karşılayamayan ailelerde çocuğun tüm bakımını kadına yıkar ve kadını “anne” sıfatına hapseder. Dolayısıyla kreşler, sadece çocuklar için değil, anneler için de bir alandır.
Birçok kadın hem ekonomik olarak erkeğe bağımlı hem de psikolojik olarak baskılanmış bir ruh halinde olduğundan, içinde bulunduğu durumu çaresizce kabul ediyor. Çünkü “koca evi”nden “dul bir kadın” olarak döneceği “baba evi” de ona bir çıkış, kendine ait bir yaşam sunmuyor. Tam da bu noktada kadınlar ev içinde yaşadığı birçok şiddet türüne karşı çekimser kalıyor, kabulleniyor, susuyor.
Boşanma bir seçenek olsa da birçok kadın boşanma sonrası “Tek başıma ne yaparım?” endişesiyle evliliğe devam ediyor. Yine birçok ailede kadından evlendiğinde eğitiminden, kariyerinden vazgeçip tüm hayatını “evine, kocasına, çocuğuna adaması” bekleniyor ki, bu da kadın için “boşanma sonrası”nı korkutucu bir bilinmez haline getiriyor. Kadın “bildiği kötü” olan evliliği, boşanma sonrası yalnız bir bilinmezliğe tercih ediyor.
Bugün iktidar doğum oranlarının düşmesinden şikâyet ediyor; gençlere evlenmelerini ve en az üç çocuk yapmalarını öğütlüyor. Ancak gençler, özellikle kadınlar artık ekonomik olarak özgür olmadıkları, erkeğin eline bakacakları bu “aile birliği”ne onay vermiyorlar. Kadınlar bir evin tüm yükünü taşımak istemiyor, “görünmez emekleri”ne sahip çıkıyorlar. İktidar bu gönülsüzlüğün altında yatan temel sebebi, ekonomik çöküşü ve kadınlara yönelik suçlarda hükümet olarak izledikleri cezasızlık politikasının kadınlarda yarattığı tepkiyi görmezden gelerek doğum oranlarının düşmesini LGBTİ+lara bağlıyor.
İktidarın atladığı nokta şu:
Kadınları baskı altına almak, onları erk ve maşası erkek altında baskılayıp ezmek, güçsüzleştirmek sandığı gibi kadınların kabul edeceği bir itaat sistemi getirmeyecek. Tam tersine, bu baskı kadın dayanışma ve örgütlenmesini teşvik eden, büyüten ve kadın özgürlüğünün yollarını açan bir araç olacak, oluyor. Bunun en son örneğini 11. Yargı Paketi’ne karşı düzenlenen eylemlerde kadın örgütlerinin LGBTİ+lar ve çocuklar için verdiği mücadelede gördük: KİHEP’ten kadın danışma merkezlerine, feminist kolektiflerden diğer sivil oluşumlara kadınlar dayanışma içinde oldukları LGBTİ+ örgütleri üzerinden hem kadın mücadelesinin hem feminist mücadelenin sesi oldular.
Kadının sözünün duyulmadığı, iradesinin özgür olmadığı, kendi seçimleriyle var olmadığı hiçbir sistem kalıcı değildir. Kadının özgür olmadığı bir sistem, bugün değilse yarın dönüşmeye ya da yıkılmaya mahkûmdur.
Çağrı Sert