Bu grev sürecinde İzmir Büyükşehir Belediyesi kendisinden beklendiği gibi, önce ödenecek ücretlere dair doğru rakamlar vermeyerek kamuoyunu manipüle etmeye çalıştı. Elbette ki tüm sağcı popülistler yaptığı gibi Cemil Tugay da bununla yetinmedi.
İkinci hamlesiyse ödenecek ücretleri referanduma götürme teklifiydi. Mensubu olduğu partinin Sosyalist Enternasyonal üyesi olduğu düşünülürse kendisinin de “sosyal demokrat” olması beklenir. Bu beklenti doğrultusunda zat-ı muhteremin temel hak ve özgürlüklerin, insan hakları açısından referanduma (halk oylamasına) götürülmeyeceğini bilmesi gerektiği beklenir. Ama kendisi bunu bilmiyor maalesef.
Zira temel hak ve özgürlüklerin kullanılması ya da kullanılmamasını halk oylamasının sonucuna bağlamak demokratik ilkelerle bağdaşmaz.
Çünkü referanduma katılacak seçmenin konjonktürel olarak kimden ne kadar etkilendiği, o anki siyasi ya da kültürel çıkarının neyi gösterdiğini kestirmek mümkün değildir. Dolayısıyla hak ve özgürlükler açısından, adil ve demokratik bir karar alma durumu söz konusu edilemez. Elbette çalışma hakkı temel bir insan hakkıdır. Aynı zamanda çalışma hakkı, sosyal ve ekonomik temelli bir haktır. Ücretlerin belirlenmesi halk oylaması ile değil, 4857 Sayılı İş Kanunu, 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda açıkça tanımlanan süreçlerle olur.
Cumhuriyet Halk Partisi, haklı olarak mevcut iktidarın, başta Ekrem İmamoğlu davası olmak üzere hukuk ve anayasa içinde kalmasını talep ediyor. Oysa bu partinin kendi mensubu belediye başkanı hem insan hakları ve özgürlüklerini, hem de mevcut yasaları hiçe sayarak davranıyor. Buna şu ana kadar partinin yetki kurumlarında herhangi bir açıklama gelmemesi, temel bir problemdir ve geleceğe dair epey düşündürücüdür.
Cemil Tugay’ın üçüncü hamlesi ise; anayasal bir hak olan, iş bırakma ve grevin doğal sonucu olarak toplanmayan çöpleri; tam sağcı popülist bir figür olarak kendisinden beklendiği gibi ellerine eldiven takarak ve kendi mahiyetinde çalışan insanları buna zorlayarak toplaması, bunu bir yönüyle mobbing uygulayarak bir “çöp toplama” gösterisine dönüştürmesi oldu.
Oysa 6356 Sayılı Kanunun 68. Maddesi açıktır:
(1) İşveren, kanuni bir grev veya lokavt süresince, 67 nci madde hükmü gereğince iş sözleşmeleri askıda kalan işçilerin yerine, sürekli ya da geçici olarak başka işçi alamaz veya başkalarını çalıştıramaz. Ancak greve katılamayacak ve lokavta maruz bırakılamayacak işçilerden, ölen, kendi isteği ile ayrılan veya iş sözleşmesi işveren tarafından haklı nedenle feshedilenlerin yerine yeni işçi alınabilir. İşverenin bu yasağa aykırı hareketi, taraf sendikanın yazılı başvurusu hâlinde görevli makamca denetlenir.
(2) Greve katılmayan veya katılmaktan vazgeçen işçiler, ancak kendi işlerinde çalıştırılabilir. Bu işçilere, greve katılan işçilerin işleri yaptırılamaz.
Ama görünen o ki, kendileri söz konuyken “HAK HUKUK ADALET!” diyenler sıra ötekinin haklarına geldiğinde o kadar da bu hak savunucusu değiller. Oysa hak savunuculuğunun ve adaletten yana olmanın birincil ölçütü, senin ya da sana yakın olanın hakkını savunmak değil, ötekinin hakkına saygı göstermektir.
Görünen o ki Beyefendinin bu ve benzeri popülist çıkışlarına hazır olmamız gerekiyor ve ona dair yanıtlarımızın hazır olması gerekiyor.