Ardı ardına gelen ifşalar arasında pek tabii ifşalayan kadınlar ile dayanışan, desteklerini belirten ve aynı hızda aksiyon alıp, ilgili kişilerle ilişiğini kestiğini açıklayan kurumlar vardı.
Bunun yanı sıra, kadınların yaşadıklarını küçümseyen, “neden bunca yıl durup şimdi konuşuyor” diyen, iftira attıklarını ve itibar suikastı düzenlediklerini iddia eden, içki içtiği ya da evine gittiği gerekçesiyle “madem istemiyordu, neden böyle yapmış” diyen, adeta bir hâkim gibi kadınlardan savunma ya da delil görmeyi talep eden “erkek bilinçli” kişiler de hemen saflarında yerlerini aldılar. Bu durumu bir intikam alma biçimi, yargısız infaz olarak gören, ifşaları farklı bir şiddet biçimini ortaya çıkaran bir mekanizma olarak adlandıran yazılar kaleme alındı.
Peki ifşa mekanizması aslında neyi hedefler? Hangi amaçla ortaya çıkmıştır?
İfşa mekanizmasının önemine değinmeden önce, üzerine konuşulup hatırlanması gereken bir alan var. İfşa aşamasına gelmeden önceki süreç ya da başka bir deyişle, kadınları ifşa mekanizmasını kullanmaya iten süreç…
Yazının konusu itibariyle bir kadının mobbinge, şiddete, tacize ya da tecavüze uğradığı bir olay üzerinden ilerleyerek bu süreci beraber ele alalım.
Mobbinge uğranan bir senaryoda, şirket içerisindeki bir üst merciye ya da ilgili kurumlara başvurulduğunda, bu başvurunun iyi ihtimalde geçiştirileceğini, kötü ihtimalde ise başvuran kişinin işinden edildiği bir senaryo ile sonuçlanacağını, yaşanan pek çok örnekten biliyoruz. Bu pek tabii şirketlerin çalışanlarından ziyade şirket itibarlarını düşünmesi kaynaklı atılan bir adım.
Şiddetin fiziksel olanını delil arayan gözlere kanıtlaması daha kolay elbette. Taciz veya tecavüz çoğunlukla kapalı kapılar arkasında, gözlerden uzak gerçekleştirilen suçlar. Şiddete, tacize ya da tecavüze uğrayan bir kadın, adaletin sağlanması için çeşitli yollara başvurabilir. Yaşanan olayı güvendiği bir yakınına anlatıp neler yapılabileceği konusunda fikir alarak ilk adımı atabilir. Polise başvurabilir. Dava açmak isteyebilir. Yapılacaklar belli ve basit gibi gözüküyor.
Ancak pratikte, yaşanan şiddet, taciz ya da tecavüz sonrası kadınlar tarafından hissedilen ilk şeylerden birisi utanma duygusu olabiliyor. Çünkü şiddete uğradığında “elbette ortada şiddete uğramasını gerektirecek bir durum vardır, kim bilir ne yapmıştır” tepkileri ile karşılaşır. Taciz ya da tecavüze uğradığı durumda, bu olayın nerede gerçekleştiği, ne giydiği, alkol ya da keyif verici bir madde kullanıp kullanmadığı, karşı tarafa umut verecek bir şey yapıp yapmadığı sorgulanır.
Tüm bu sorgulamalardan “başarıyla” geçemeyen kadın “zaten hak etmiştir” diye damgalanır, “başarıyla” geçebilen makbul kadınlar için ise sırada başa çıkması gereken bir umutsuzluk denizi vardır. Karşı tarafın “öyle biri olmadığı” gerekçesiyle yaşadığı şeyi yanlış anlamış olabileceği söylenir, “boş ver şimdi başına iş açma” denerek, yargılama sürecinden bir şey çıkmayabileceği gerekçesiyle ya da “elaleme rezil olmama” bahanesiyle adalet arayışı isteğinden vazgeçirilmeye çalışılır.
Bunların hepsini göğüsleyip yine de polise gitse, bu sefer de polisin ilgisizliği, zamanında harekete geçmemesi, küçümsemesiyle karşılaşabilir ya da delillerin tam olarak toplanmaması gibi sürece dair umutsuzluğunu arttıracak yanlış adımlar atılabilir. Bu barikatı da aşıp dava sürecine girdiğinde ise, cezasızlıkla ödüllendirilen pek çok davadan bildiğimiz üzere, davalar adalet yerini bulmadan sonuçlanabilir.
Tüm bu süreç boyunca yapılması gerekenlere dair başvurabilecekleri, bilgi alabilecekleri ya da danışabilecekleri mekanizmaların eksikliği de göz önünde bulundurulması gereken başka bir gerçeklik.
Elbette bu süreçler muhafazakâr kadınlar/muhafazakâr ailelere sahip kadınlar açısından çok daha zor olabiliyor. Tıpkı bir kadının sosyal medyada belirttiği gibi, bu kıvılcımın muhafazakâr camiaya da sıçraması oldukça önemli.
Mağdurun/hayatta kalanın yaşadığı şiddet, taciz veya tecavüz gibi bir suç karşısında yıllarca susmasının sebebi, maruz kaldıkları bu hadsiz sorular, yıldırılmaları ya da yalnız bırakılmalarıdır.
“Kadının beyanı esastır” ilkesinin çarpıtılması da kadınların mücadelesini sekteye uğratmak içindir. Bu ilke, çoğunlukla kapalı kapılar arkasında bir şahide yer bırakmayacak şekilde gerçekleştirilen cinsel şiddet ve cinsel suç vakalarında kadının ve çocuğun (yani cinsel şiddete maruz kalan mağdurun) beyanını esas alarak soruşturma ve kovuşturmasının başlatılması anlamına gelir. Kimi durumlarda, olayın bağlamına bakarak (Yargıtay da dahil olmak üzere) kadının ve çocuğun beyanını kanıt olarak kabul edebilmesini de ifade eder. Ancak burada da somut ve inandırıcı gerekçeler, beyanın tutarlılığı, akla uygunluk değerlendirme aşamasında göz önünde bulundurulur.
Gisèle Pelicot “Utanç taraf değiştirmeli” derken bunun elbette bir sebebi vardı. Kadınlar küçük yaşlarından itibaren başına gelen şiddet, taciz, tecavüz vakalarının kendilerinin yaptığı şeyler kaynaklı başına geleceği öğretisiyle büyütülüyor. Edepli, uslu, ahlaklı olmaları gerektiği öğretiliyor. Ahlak burada elbette sadece cinsellik kastedilecek şekilde kullanılıyor.
Adaleti sağlaması gereken mercilerin, örneğin 6284 Sayılı Kanun ya da İstanbul Sözleşmesi gibi mekanizmaları etkin şekilde uygulamaması, olması gerektiği şekilde yürütmemesi ve bu mercilerin yetersiz kalması, ifşa mekanizmasını tetikleyen sebeplerden biridir. Adaletsizlik ve cezasızlık karşısında kadınların birbirini korumaya yönelik attığı bir adımdır.
Yaşatılanların ifşası, toplumsal bir dönüşüme de kapı aralar. Kötü bir şey yaşadığının farkında olan, ama yaşadığı şeyin adını koyamayan kadınlara, başka kadınların yaşadıklarını anlatması üzerine farkındalık kazandırır.
Yalnız olmadığını bilir ve bu bilgi güç verici bir bilgidir. Bugüne kadar utandığı, gizlediği olayı anlatabilmesine olanak sağlar. Yaşanan “deneyim”in açığa çıkması, sesini çıkaramamışlar için gereken itici güç olur.
İfşa mekanizmaları sayesinde artık kurumlar da fail erkeklere dair daha hızlı aksiyon almaktadır ve bu da ifşalar sonucunda oluşan toplumsal dönüşümün örneklerinden biridir.
Ortada ne bir mahkeme ne de bir hüküm vardır. Buradan yola çıkarak, avukatların da belirttiği üzere, bir failin ifşa edilmesinin masumiyet karinesiyle bir alakası yoktur. Yine avukatların belirttiği üzere masumiyet karinesi devletin, yargının ve kolluğun, dava süresince uyması gereken bir ilkedir. Yani ifşada, yaşananların gözler önüne serildiği, utancın taraf değiştirmesi için atılmış bir adım vardır.
#MeToo, #SenDeAnlat, #SusmaBitsin gibi ifşa dalgaları, erkek şiddetinin ırk, din, sınıf bağımsız olduğunu tekrar tekrar kanıtlar ve sınırları aşarak küresel çapta bir cesaret dalgasının yayılmasına vesile olur.
Dolayısıyla ifşa hareketleri, belki de yıllar boyunca yaşadıklarını anlatma cesareti gösterememiş mağdurun/hayatta kalanın, yıllar sonrasında failini ifşalama cesaretini göstermesini sağlar.
Ancak bu ifşaların akabinde kadınların yalnız kalmaması için örgütlenme son derece önemli. Sadece kadın örgütlenmelerinde örgütlenilmesinden bahsetmiyorum. Siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri, iş kolları gibi kurumlarda, kadınlara güven verecek mekanizmalar geliştirilmeli, kadınları koruyacak ilkeler belirlenmelidir. Kadınların yalnız kalmaması ancak örgütlü bir mücadele ile mümkündür ve bu sürecin kolektif bir şekilde ilerletilmesi kadınları daha da güçlendirir.