Geçtiğimiz günlerde bir fotoğrafçının ifşalanması ile başlayan ve birçok kadının aynı ya da farklı fotoğrafçılar tarafından maruz bırakıldıkları taciz olaylarını anlattığı; olayın sadece fotoğrafçılarla kalmayıp hızla sanat camiasından oyuncuların, radyocuların, yönetmenlerin, müzisyenlerin ifşalandığı bir olaya dönüştü. Ve elbette sanat camiasını da aşarak akademisyenleri ya da ünlü olmayan erkekleri de kapsayan bir genişliğe erişti.
Ardı ardına gelen ifşalar arasında pek tabii ifşalayan kadınlar ile dayanışan, desteklerini belirten ve aynı hızda aksiyon alıp, ilgili kişilerle ilişiğini kestiğini açıklayan kurumlar vardı.
Bunun yanı sıra, kadınların yaşadıklarını küçümseyen, “neden bunca yıl durup şimdi konuşuyor” diyen, iftira attıklarını ve itibar suikastı düzenlediklerini iddia eden, içki içtiği ya da evine gittiği gerekçesiyle “madem istemiyordu, neden böyle yapmış” diyen, adeta bir hâkim gibi kadınlardan savunma ya da delil görmeyi talep eden “erkek bilinçli” kişiler de hemen saflarında yerlerini aldılar. Bu durumu bir intikam alma biçimi, yargısız infaz olarak gören, ifşaları farklı bir şiddet biçimini ortaya çıkaran bir mekanizma olarak adlandıran yazılar kaleme alındı.
Peki ifşa mekanizması aslında neyi hedefler? Hangi amaçla ortaya çıkmıştır?
İfşa mekanizmasının önemine değinmeden önce, üzerine konuşulup hatırlanması gereken bir alan var. İfşa aşamasına gelmeden önceki süreç ya da başka bir deyişle, kadınları ifşa mekanizmasını kullanmaya iten süreç…
Yazının konusu itibariyle bir kadının mobbinge, şiddete, tacize ya da tecavüze uğradığı bir olay üzerinden ilerleyerek bu süreci beraber ele alalım.
Mobbinge uğranan bir senaryoda, şirket içerisindeki bir üst merciye ya da ilgili kurumlara başvurulduğunda, bu başvurunun iyi ihtimalde geçiştirileceğini, kötü ihtimalde ise başvuran kişinin işinden edildiği bir senaryo ile sonuçlanacağını, yaşanan pek çok örnekten biliyoruz. Bu pek tabii şirketlerin çalışanlarından ziyade şirket itibarlarını düşünmesi kaynaklı atılan bir adım.
Şiddetin fiziksel olanını delil arayan gözlere kanıtlaması daha kolay elbette. Taciz veya tecavüz çoğunlukla kapalı kapılar arkasında, gözlerden uzak gerçekleştirilen suçlar. Şiddete, tacize ya da tecavüze uğrayan bir kadın, adaletin sağlanması için çeşitli yollara başvurabilir. Yaşanan olayı güvendiği bir yakınına anlatıp neler yapılabileceği konusunda fikir alarak ilk adımı atabilir. Polise başvurabilir. Dava açmak isteyebilir. Yapılacaklar belli ve basit gibi gözüküyor.
Ancak pratikte, yaşanan şiddet, taciz ya da tecavüz sonrası kadınlar tarafından hissedilen ilk şeylerden birisi utanma duygusu olabiliyor. Çünkü şiddete uğradığında “elbette ortada şiddete uğramasını gerektirecek bir durum vardır, kim bilir ne yapmıştır” tepkileri ile karşılaşır. Taciz ya da tecavüze uğradığı durumda, bu olayın nerede gerçekleştiği, ne giydiği, alkol ya da keyif verici bir madde kullanıp kullanmadığı, karşı tarafa umut verecek bir şey yapıp yapmadığı sorgulanır.
Tüm bu sorgulamalardan “başarıyla” geçemeyen kadın “zaten hak etmiştir” diye damgalanır, “başarıyla” geçebilen makbul kadınlar için ise sırada başa çıkması gereken bir umutsuzluk denizi vardır. Karşı tarafın “öyle biri olmadığı” gerekçesiyle yaşadığı şeyi yanlış anlamış olabileceği söylenir, “boş ver şimdi başına iş açma” denerek, yargılama sürecinden bir şey çıkmayabileceği gerekçesiyle ya da “elaleme rezil olmama” bahanesiyle adalet arayışı isteğinden vazgeçirilmeye çalışılır.
Bunların hepsini göğüsleyip yine de polise gitse, bu sefer de polisin ilgisizliği, zamanında harekete geçmemesi, küçümsemesiyle karşılaşabilir ya da delillerin tam olarak toplanmaması gibi sürece dair umutsuzluğunu arttıracak yanlış adımlar atılabilir. Bu barikatı da aşıp dava sürecine girdiğinde ise, cezasızlıkla ödüllendirilen pek çok davadan bildiğimiz üzere, davalar adalet yerini bulmadan sonuçlanabilir.
Tüm bu süreç boyunca yapılması gerekenlere dair başvurabilecekleri, bilgi alabilecekleri ya da danışabilecekleri mekanizmaların eksikliği de göz önünde bulundurulması gereken başka bir gerçeklik.
Elbette bu süreçler muhafazakâr kadınlar/muhafazakâr ailelere sahip kadınlar açısından çok daha zor olabiliyor. Tıpkı bir kadının sosyal medyada belirttiği gibi, bu kıvılcımın muhafazakâr camiaya da sıçraması oldukça önemli.
Mağdurun/hayatta kalanın yaşadığı şiddet, taciz veya tecavüz gibi bir suç karşısında yıllarca susmasının sebebi, maruz kaldıkları bu hadsiz sorular, yıldırılmaları ya da yalnız bırakılmalarıdır.
“Kadının beyanı esastır” ilkesinin çarpıtılması da kadınların mücadelesini sekteye uğratmak içindir. Bu ilke, çoğunlukla kapalı kapılar arkasında bir şahide yer bırakmayacak şekilde gerçekleştirilen cinsel şiddet ve cinsel suç vakalarında kadının ve çocuğun (yani cinsel şiddete maruz kalan mağdurun) beyanını esas alarak soruşturma ve kovuşturmasının başlatılması anlamına gelir. Kimi durumlarda, olayın bağlamına bakarak (Yargıtay da dahil olmak üzere) kadının ve çocuğun beyanını kanıt olarak kabul edebilmesini de ifade eder. Ancak burada da somut ve inandırıcı gerekçeler, beyanın tutarlılığı, akla uygunluk değerlendirme aşamasında göz önünde bulundurulur.
Gisèle Pelicot “Utanç taraf değiştirmeli” derken bunun elbette bir sebebi vardı. Kadınlar küçük yaşlarından itibaren başına gelen şiddet, taciz, tecavüz vakalarının kendilerinin yaptığı şeyler kaynaklı başına geleceği öğretisiyle büyütülüyor. Edepli, uslu, ahlaklı olmaları gerektiği öğretiliyor. Ahlak burada elbette sadece cinsellik kastedilecek şekilde kullanılıyor.
Adaleti sağlaması gereken mercilerin, örneğin 6284 Sayılı Kanun ya da İstanbul Sözleşmesi gibi mekanizmaları etkin şekilde uygulamaması, olması gerektiği şekilde yürütmemesi ve bu mercilerin yetersiz kalması, ifşa mekanizmasını tetikleyen sebeplerden biridir. Adaletsizlik ve cezasızlık karşısında kadınların birbirini korumaya yönelik attığı bir adımdır.
Yaşatılanların ifşası, toplumsal bir dönüşüme de kapı aralar. Kötü bir şey yaşadığının farkında olan, ama yaşadığı şeyin adını koyamayan kadınlara, başka kadınların yaşadıklarını anlatması üzerine farkındalık kazandırır.
Yalnız olmadığını bilir ve bu bilgi güç verici bir bilgidir. Bugüne kadar utandığı, gizlediği olayı anlatabilmesine olanak sağlar. Yaşanan “deneyim”in açığa çıkması, sesini çıkaramamışlar için gereken itici güç olur.
İfşa mekanizmaları sayesinde artık kurumlar da fail erkeklere dair daha hızlı aksiyon almaktadır ve bu da ifşalar sonucunda oluşan toplumsal dönüşümün örneklerinden biridir.
Ortada ne bir mahkeme ne de bir hüküm vardır. Buradan yola çıkarak, avukatların da belirttiği üzere, bir failin ifşa edilmesinin masumiyet karinesiyle bir alakası yoktur. Yine avukatların belirttiği üzere masumiyet karinesi devletin, yargının ve kolluğun, dava süresince uyması gereken bir ilkedir. Yani ifşada, yaşananların gözler önüne serildiği, utancın taraf değiştirmesi için atılmış bir adım vardır.
#MeToo, #SenDeAnlat, #SusmaBitsin gibi ifşa dalgaları, erkek şiddetinin ırk, din, sınıf bağımsız olduğunu tekrar tekrar kanıtlar ve sınırları aşarak küresel çapta bir cesaret dalgasının yayılmasına vesile olur.
Dolayısıyla ifşa hareketleri, belki de yıllar boyunca yaşadıklarını anlatma cesareti gösterememiş mağdurun/hayatta kalanın, yıllar sonrasında failini ifşalama cesaretini göstermesini sağlar.
Ancak bu ifşaların akabinde kadınların yalnız kalmaması için örgütlenme son derece önemli. Sadece kadın örgütlenmelerinde örgütlenilmesinden bahsetmiyorum. Siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri, iş kolları gibi kurumlarda, kadınlara güven verecek mekanizmalar geliştirilmeli, kadınları koruyacak ilkeler belirlenmelidir. Kadınların yalnız kalmaması ancak örgütlü bir mücadele ile mümkündür ve bu sürecin kolektif bir şekilde ilerletilmesi kadınları daha da güçlendirir.
Dila Ak
Her ifşa bir başkasına güç veriyor
Kadınların ve LGBTİ+’ların yaşadığı sözlü ve fiziksel taciz deneyimlerinin ifşa edilmesi, toplumumuzdaki derin eşitsizlikleri bir kez daha görünür kılıyor. Bu paylaşımlar yalnızca bireysel hikâyeler değil; sistematik olarak yok sayılan, değersizleştirilen hayatların ortak isyanı. Kadınlar ve LGBTİ+’lar, gündelik yaşamın en sıradan alanlarında bile güvenlik kaygısı taşımak zorunda bırakılıyor. Kadınların “hayır” demesi dikkate alınmıyor, beyanları sorgulanıyor. Mağdurlar sorgulanırken failler aklanmaya çalışılıyor. Ama artık susmuyoruz. Her ifşa bir başkasına güç veriyor, yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Bugün sesini yükselten herkes, sadece kendi hikâyesini değil; gelecekte kimsenin aynı korkuları yaşamaması için ortak bir mücadeleyi dile getiriyor. Taciz ve şiddetin normalleşmesine karşı çıkmak, dayanışmayı büyütmek zorundayız.
Asya Seven
Mücadele hepimizin sorumluluğu
Çocukluğundan beri hayatı boyunca taciz edilmemiş kadın ve LGBTİ+ neredeyse yok. Hayatım boyunca bambaşka yerlerde, işlerde, yaşlarda tanıştığım, dinlediğim kadınların hepsi ya taciz edilmiş ya şiddete uğramış ya da cinsel istismara uğramıştı. Son zamanlardaki ifşalarda her şeyin tanıdık, tetikleyici hissettirmesi tabii ki bizler için değil ama patriyarka için şaşırtıcı oldu. Tabii ki buna da şaşırmadık. Hemen tacizcileri korumaya geçen arkadaşları, tacize uğrayan kadınları yalanlamak için her koldan girişilen çabaları görmek de yıllardır alışkın olduğumuz refleksler. İfşaların ağırlığı karşısından kadınların cesaretini alkışlamamak büyük bir korkaklık. Patriyarkanın gücünün sarsılmasından korkuyorlar.
Kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını kitlesel olarak savunmak zorundayız. Kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri kişiselleştirmek sorunun politik ve sistematik olduğu gerçeklerinden uzaklaştırma çabasıdır. Kollektif mücadele etmeyi engelleme çabasıdır. Patiyarkayı yıkmak için mücadele etmek herkesin sorumluluğudur.
Fulya Oral
Utanç taraf değiştirmeli
Geçtiğimiz yıl Fransa’da, eşi ve çok sayıda erkek tarafından, 10 yıl boyunca sistematik bir şekilde tecavüze uğrayan Gisele Pelicot’un, dava sürecinde dile getirdiği bu sözler, kadınların uğradıkları cinsel şiddet ve saldırı karşısındaki öğretilmiş suskunluklarını ve gösterilecek cesaretin ezber bozan önemini vurgulaması açısından tarihe geçen bir cümle oldu. Duruşmanın dünya kamuoyuna açık yapılmasını isteyen Gisele Pelicot’un bu cümlesi, kadınları suskun olmaya iten ve kanıksanmış ekonomik, kültürel ve toplumsal eşitsizliklerin görünür olmasının ve buna karşı yükseltilecek kolektif itirazın hayati önemini bir kez daha göstermiş oldu.
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye’de sinema, fotoğraf gibi sektörlerde dile getirilen ifşalar da, cesaretin bulaşıcılığını ve kolektif dayanışmanın yarattığı güven ve adalet duygusunu bir kez daha hatırlatması açısından oldukça önemli bir gelişmeydi. Toplumsal cinsiyet ve ekonomik eşitsizliklerin oldukça keskin yaşandığı bu sektörlerde çalışan kadınların, pek çok “tanınmış” erkek hakkında dile getirdikleri ifşalar, her zaman olduğu gibi buzdağının yalnızca görünen küçük bir kısmı. Pek çok fail hakkında henüz konuşma cesareti bulamamış ya da güç eşitsizliğinin yarattığı şiddeti hala susmak zorunda hissederek yaşayan pek çok kadın olduğunu tahmin edebiliyoruz.
Erkek şiddeti, hele de “göz önündeki sektörlerin tanınmış yüzleri”nin şiddeti söz konusu olduğunda, hemen telaffuz edilmeye başlanan “itibar” kavramı, eşitsiz güç ilişkilerinin gündelik hayattaki kanıksanmışlığının bir başka göstergesi. Söz konusu itibarın yalnızca erkek söz konusu olduğunda bu kadar çabuk ve kolay telaffuz edilmesi ve ifşa olmadığı sürece her türlü şiddeti uygulamakta beis görmeyen erkeğin, kişisel itibarından zerre şüphe duymaması, meselenin korkunçluğunu gözler önüne seriyor. Geçmişte pek çok ifşaya konu olan pek çok “tanınmış” erkeğin, bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi işine gücüne devam ettiğini, yine büyük projelerde yer aldığını görmek de konunun daimî bir mücadele ve takip gerektirdiğini gösteriyor. Ruhsal ve bedensel bütünlükleri zarara uğrayan kadınlar, yaşadıklarını ifşa ettiklerinde dile getirilen “itibar suikastı” savunması, maalesef hem şüpheliler hem de onları koruyan kişiler ve mekanizmalar tarafından hemen devreye giriyor. Bizler de her seferinde, masumiyet karinesi ve “kadının beyanı esastır” kavramlarını en baştan anlatmaya çalışıyoruz. “Kadının beyanı esastır.” ilkesi, çoğunlukla tanığı olmayan ve ispatı daha zor olan cinsel şiddet ve taciz vakalarında, gerekli incelemenin başlatılması için beyanın başlangıç noktası olarak alınması ilkesidir. Bunun, tıpkı nafaka gibi kadınların bedenleri ve hayatları söz konusu olduğunda yapıldığı gibi, faili mağdur eden bir infaz mekanizması gibi sunulması, kadına yönelik şiddetin çok boyutlu ve adeta organize halini de gösteriyor. Tam da bu yüzden, “asla yalnız yürümeyeceksin”, “utanç taraf değiştirmeli” ve “kadınlar birlikte güçlü” gibi cümleler mücadeleyi çok iyi tarif ediyor ve hepimize cesaret veriyor.
Esra Akbalık
Hiçbir tacizin, şiddetin cezasız kalmaması için
Biz kadınlar çok iyi tanıdığımız biri, belki bir yakınımız ya da “o yapmaz ya çok iyi biridir, iyi eğitim almış, tanınmış biridir” dediğimiz kişiler tarafından tacize, şiddete uğrayabiliyoruz, hatta öldürülebiliyoruz. İşyerlerinde de durum çok farklı değil. Patron, ustabaşı veya yanımızda çalışan bir işçi tarafından sözlü tacize veya aşağılanmaya maruz kalıyoruz. Ama bazen bu sözle sınırlı kalmayıp fiziki tacize, şiddete dönüyor. Yine de bu durumu bildirmek bizler için o kadar kolay değil. Eşimizin, çocuklarımızın, annemizin, babamızın duymasından korkuyoruz. Çoğu zaman söyleyemiyoruz kimseye. “Ya dışlanırsam ya ben suçlanırsam ya eşim tacizcime saldırırsa, benden ayrılırsa, ya işimi kaybedersem” düşünceleriyle. Ama failleri ifşa edemedikçe ya da etsek de cezasız kalırlarsa -ki çoğu zaman böyle oluyor yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar. Bu sebeple işi bırakan, intihara sürüklenenler oluyor maalesef.
Tacize karşı pozitif ayrımcılık, yani öncelikle benim sözüme güvenilmesi bizler için çok değerli. Burada benim sözümden kasıt elbette kadının beyanının esas olma ilkesidir. Hem mağdur olup hem de kendimizi anlatmaya çalışmak çok zorlayıcı bir durum. Ve bu süreçte her türden dayanışma çok değerli. Hiçbir tacizin, şiddetin cezasız kalmaması çok önemli. Kadınlar, lubunyalar ve tabii ki bizim gibi düşünen erkeklerle beraber bu sorunun çözümü için yürütülecek dayanışma ve mücadele, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Hacer Yeşilçay