Yunanistan’daki yangın üzeri örtülemeyecek rant, neoliberalizm, ihmaller zincirini korkunç bir biçimde ortaya koydu. Konuyla ilgili haberlere bakıp, tanıklıkları okuyup kahrolmamak elde değil. Ama Atina’nın dağları, ormanları ve tüm canlıları fıtratlarında orman yangını olduğu için böylesi bir trajedi yaşamadılar.
Facia geliyorum demesine rağmen şirketlerin kâr hırsı ve devleti şirket gibi yönetenlerin ihmalkarlığı yüzünden sıradan insanların ağır bedeller ödemesine ne yazık ki Türkiye’de alışkınız. 2014’te Soma’da yaşanan ve 301 işçinin canını alan toplu iş cinayetinin arkasında facianın yaşanacağı önceden bildirilmesine rağmen üretime ara vermeyen, üretim zorlaması yapan şirketin, denetim yapmayan görevlilerin, işçilere dayatılan taşeron ve rödovans sistemi, yaşam odalarını maliyetli diye reddeden hükümetin olduğu ortaya çıkmıştı.
Daha birkaç hafta önce Çorlu’daki tren faciasında da raylı sistemin fıtratında kaza olduğu için 24 kişi hayatını kaybetmedi. Altyapının yetersiz olması, gerekli önlemlerin alınmaması ve maliyetli bulunduğu için yol bekçilerinin işlerine son verilmesi katliama davetiye çıkardı.
Atina’daki yangın da ne yazık ki önceliği canlıların hayatı ve güvenliği olan bir sistemde yaşasaydık zararı, yıpratıcılığı çok daha az şiddetli olacak bir felaket. Özellikle yaz aylarında yangınlar Yunanistan için süpriz değil. 2007 Ağustos’unda Mora Yarımadası’nda 62 kişinin hayatını kaybettiği büyük bir yangın yaşanmıştı. 2012’de Sakız Adası üç gün boyunca yanmış, adanın beşte biri yok olmuştu. Sakız Temmuz 2016’da da bir ay içinde iki büyük yangın gördü. İklim değişikliğinin sonucu olan aşırı sıcakların ve kuraklığın yangınların tetiklenmesinde, hızlı yayılmasında, doğanın bu felaketler karşısında daha kırılgan hâle gelmesinde büyük rol oynadığı aşikar. Yunanistan devleti, hükümeti ve toplumu genel olarak bu gerçeklikten, yangın tehlikesinden habersiz değil. İklim kriziyle başrolü paylaşan önemli faktör ise rant ve ihmalkarlık. Yunanistan’ın kriz gerekçesiyle uyguladığı kesinti programlarının parçası olarak kamu sektörü ciddi ölçüde daraltıldı. İtfaiye işçilerinin işten çıkarılması, yeni işe alımların durdurulması, yangın uçaklarının bakımsız bırakılması, gerekli teçhizat teminin maliyet gerekçesiyle iptal edilmesi yangın riskinin önlenmesini ve tahribatın asgari düzeye indirilmesini imkansız hâle getirdi. Atina sakinleri bu politikanın yarattığı tehlikenin öylesine farkında ki birkaç yıldır çeşitli mahallelerde yaz aylarında yangın riskine karşı gönüllü gece nöbetleri tutmak üzere örgütlenmiş durumda.
Üstelik mesele sadece itfaiye işçilerine bot almak yerine iki yeni savaş gemisine milyonlar aktarmayı öncelik haline getiren bir hükümetin olması değil. Yangının neden çıktığına dair, nasıl şehrin en batısında yangın çıkarken eşzamanlı olarak en doğusunda da yangının başlayabildiğine dair iklim değişikliği faktörünün dışında yanıtlanması gereken noktalar var. Yangının başladığı Atina’nın batısındaki Kineta bölgesinden neredeyse yüz kilometre uzaklıkta, aynı hizadaki ve şehrin en doğusundaki Mati’de eş zamanlı olarak yangın çıkması cidden tuhaf. Kineta’daki Gerania Ori dağında özel bir şirketin boksit madeni çıkarma girişimi 2017’de orman gerekçesiyle Attiki Bölgesi Komisyonu’nun izin vermemesi üzerine tamamlanamadı. Pazartesi günü Gerania Ori yandı. Buranın tam karşısındaki Mati’nin de turizm için elverişli bir bölge olması Yunanistan’da kundak şüphesinin artmasına vesile oldu haliyle. 2007’deki Mora Yarımadası yangınında yok olan ormanın arazisinde birkaç yıl sonra otobanın serilmiş olması hafızalardaki taze bir örnek. Çipras’ın ‘asimetrik tehlikeyle karşı karşıyayız’ sözünün üzerine bugün Syriza’ya yakın bazı haber kaynaklarında Penteli bölgesinde insan eliyle yerleştirilmiş patlayıcı düzenek bulunduğu iddiası yayınlandı. Bu iddialar doğruysa felaketin arkasındaki rant ve kâr hırsı ortaya çıkacak. Ancak meselenin insan eliyle planlı bir kundaklama olması hükümetin politikalarının bu faciadaki rolünün üzerini örtemez.
Krizin faturasını ödemeyeceğiz
Özel şirketlerin kârı için kamusal alanların ve hakların tarumar edildiği, rant için her şeyin göze alındığı ve göz yumulduğu, ekonomik krizde şirketler, bankalar kurtarılırken emekçilere acı reçeteler dayatıldığı bir koşulda maalesef ne ilk ne de son trajedi. Sadece Yunanistan için değil üstelik. Salı günü Türkiye’nin yeni Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak patronlarla yaptığı toplantının ardından “kamu harcamalarında tasarruf tedbirleri alınmaya başlandı” dedi. Hepimiz oturmuş Yunanistan’daki itfaiye işçilerinin “7 yıldır tek bir ekipman alınmadı, tasarruf tedbirleri doğrultusunda itfaiye hizmetinde kesinti yapıldı, kask yok, bot yok” demeçlerini okurken aynı esnada yapılan bu açıklama ne kadar tüyler ürpertici değil mi?
Kamu harcamalarında tasarrufun anlamının bizim için yoksuluk, felaket, işsizlik, hastalık demek olduğunu Yunanistan işçi sınıfının sadece cebiyle değil canıyla da bedel ödemek zorunda kaldığı korkunç olaydan gördük. Yapısal uyum programı, kesinti, kamuda tasarruf dayatmalarını engellemek için “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” demenin bir sol retorikten ibaret olmadığını, bunun hayatlarımız için acil bir görev olduğunu görmek için daha fazla felaket yaşamamıza gerek yok. Türkiye’de gelmekte olan ekonomik krizin bedelinin yoksullara ödetileceği açıkça söylenmişken işçi sınıfının kazanımlarının korunmasını siyasetinin merkezine alması beklenen sol muhalefette ciddi bir tuhaflık var. Daha doğrusu apolitik orta sınıf hassasiyetinin ve hezeyanlarının sol politika sanılmasında bir tuhaflık var. Yeryüzündeki her gelişmede olduğu gibi Yunanistan yangını vesilesiyle de Türkiye’de yaşam tarzı üzerinden nefret pişirmece ayyuka çıktı.
Orta sınıf apolitizmi değil antikapitalist sol muhalefet
Epey dolaşan 5 tane tivit var. En çok öne çıkan tivitin sahibi olan hesap kapanmış. Çoğu hesap saatte ortalama 20 tivit atıp araya “2 3 rt atın da sıfatımız gülsün” diye paylaşım serpiştiren ve takipçi artırmak için trollük yaptığı paçasından akan hesaplar. Bir tanesi 5 bin tivit atmış olmasına rağmen 200 takipçiyi aşamamış bir zavallı. Bu hesaplar ırkçı, milliyetçi paylaşımlar yapıyorlar genel olarak. Yunanistan’daki felaket üzerine yazdıkları haklı olarak birçok insanın tepki göstermesine yol açtı. Ancak tuhaflık tepkinin merkezinde oturan ruh hâlinde. Evet hiçbir ırkçı eyleme, girişime, paylaşıma, söze geçit vermemeliyiz. Evet özellikle milliyetçiliğin bu kadar yükseltildiği, faşistlerin hükümet ortağı olduğu bir dönemde uyanık olmalıyız. Ancak bu hesaplardan yapılan ırkçı paylaşımlar bir kesimin hızla 12 yıldır ikna olduğu Türkiye manzarası kalıbını yeniden piyasa sürmesine vesile oldu. Kendini muhalif olarak konumlandıran genişçe bir kesim hemen, AKP’ye oy vermiş olan herkesin böyle düşündüğüne dair genellemesini yaptı, hep bir ağızdan “Bu çomarlar şöyle vicdansız, bunlar zaten şöyle insanlıktan nasibini almamış, kediyi kurtaran köpek kadar olamamış bu toplumun yarısı” demeye başladı. Bu tepkilerin ortak noktası kendisinin ve kendisine benzeyenlerin ne kadar erdemli karşı “mahallenin” insan malzemesinin ne kadar kof olduğuna dair bir önkabule sahip olması. Herkes “Oh olsun” diyenlere küfrederken kim bunu diyenler diye bakan yok. Bu tepki apolitik. Bu tepki mücadele etmek değil. Türkiye toplumunun çoğunluğunun felaketlere alkış tutan çomarlardan oluştuğunu düşünmek bir tercih. “Dayan komşu” söyleminin “oh olsun” diyenlerden çok daha güçlü olduğunu görmemek bir tercih. Bu ruh hâliyle “zaten bu toplumdan bir halt olmaz, bu toplum çürümüş, bu halk iflah olmaz, zaten hiçbir şey değişmez” sinizmi ve kitlelere dönük güvensizlik arasında doğrudan bir ilişki var. Kendinden menkul bir değerler dünyasının erdemliliğini teste tabi tutmak sol muhalefet değil.
Ezcümle Yunanistan halkına yapılan ırkçılığa, Suriyelilere dönük sistematik ırkçılığa, her türlü milliyetçiliğe karşı ve bizi bekleyen ekonomik acı reçeteye karşı işçi sınıfının birliğini sağlayacak antikapitalist sol bir odağı inşa etmek için işe yaşam tarzı üzerinden beslenen kutuplaşmanın muhalefet etmek olmadığını kabul ederek başlamak lazım.
Meltem Oral