Yeni dönem derken biraz tereddüde düşmedim değil elbette. Zira, döneme damgasını vuran hiçbir aktör veya olayın yeni diye nitelendirilecek bir yanı yok. Fakat ne olursa olsun, çözüm sürecinin dağılması ile başlayan; darbe teşebbüsü, OHAL, savaş ve ekonomik durgunluk içinden süzülerek şekillenen yeni ittifakların, yaka paça girişilen bir seçim sonrası şimdilik statüko durumunu sağlamış göründüğü bir siyasi koşuldayız.
Söylemeye gerek yok, barış, özgürlük adalet adına kazanımlarla yahut birikmiş enerji ve dinamizmle girilen bir koşuldan bahsetmiyoruz. Dolayısıyla serinkanlı bir biçimde elde neler var diye sorup mücadeleyi en baştan tarif etmek gerekiyor.
Irkçılık pompalanırken
Tabii “mücadeleyi en baştan tarif etmek” işi bu yazının ölçüsünü aşacağı gibi, bir kişinin bilgisayar başında yapacağı bir iş de değil. Ancak, MHP liderinin kendisini AKP’nin denetçisi gibi görecek, neredeyse övmek haricinde adını ağzına almış tüm gazetecileri gazete ilanıyla hedef gösterecek kadar moralli olduğu, Alaattin Çakıcı’nın demeçler verdiği, şahin operasyonlar döneminin içişleri bakanı Soylu’nun Pervin Buldan’ı ve Diyarbakır barosunu tehdit ettiği ve HDP hariç meclisteki tüm partilerin mülteci düşmanlığında anlaştığı bir dönem bu; yani yükselen ırkçılığın en büyük tehdit olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Irkçılık bir günde yükselmedi şüphesiz. Ancak Cumhur İttifakı'nın şekilsizliği ve kırılganlığı, OHAL ve KHK rejiminin toplumun her kesimine yaşattığı çileler ve ekonomik istikrarsızlığın, yerli milli ittifaka daha ciddi bir darbe vuracağı inancı, AKP karşıtlığının ötesinde bir muhalefet stratejisini örgütlemeyi zorlaştırdı.
Şimdi ise başta AKP olmak üzere tüm partilerin tabanındaki emekçileri, barış, emek ve özgürlük etrafında birleştirecek, islamofobik olmayan bir alternatifin yokluğunda AKP’yi kalıcı olarak geriletmenin imkansızlığı bir kez daha ispatlanmış oldu.
İslamofobi önemsiz mi?
Burada, hâlâ islamofobiden bahsediyor oluşumuzu akıl almaz bulanlar için bir meseleyi netleştirme gereği duyuyorum: Müslüman düşmanlığına karşı olmakla kastedilen, dinî motifler ile güçlendirilmiş milliyetçiliğe, militarizme, cinsiyetçiliğe, homofobiye karşı, inançlı insanları ürkütmemek için daha müsamahakar olmak değil; tüm bu saydıklarıma karşı mücadeleyi dine karşı mücadeleye tahvil eden kolaycılığa taviz vermemektir.
Eğer gerçekten 16 sene sonra hâlâ emekçi kitlelerinin Erdoğan’a oy vermesini sağlayan en kuvvetli sebep din olsaydı, doların 5, soğanın 3 lira olduğu bir dönemde hiç değilse bir kısmının Saadet Partisi’ne kaydığını görmemiz gerekirdi.
Ayrıca İslam’ın yapısı gereği diğer dinlerden farklı, daha gerici ve tehlikeli bir din olduğu iddiası, yalnızca tarihsel olarak emperyalizmin Ortadoğu’yu istilasının politik meşruiyeti için üretilmiş ırkçı bir güvenlik doktrini olmakla kalmayıp, aynı zamanda bugün ırkçılığa karşı mücadelede en acil derdimiz olan mültecilerle dayanışmanın önündeki en önemli engellerden biri. Bu yüzden de hepimizi boğan Türk-İslamcı neo-Kemalist hezeyanın, islamofobiye karşı kararlılığımızı etkilemesine izin vermememiz gerekiyor.
Fitneci güçler
İktidardaki devletçi koalisyonun, savaştan kuruş alacağı olmak bir tarafa dursun, alınan silahların parasını ödemesi beklenen emekçileri hem içeride hem dışarıda savaşın gerekliliğine ikna edebilmiş olması, şehadet gibi dini motiflerin büyüleyiciliği ile açıklanamaz. Şüphesiz vatan için ölmenin erdemleri gibi şeyler boşu boşuna anlatılmıyor, bunları AKP’nin icat etmediği de malum. Fakat esas ima edilen, fitneci yabancı devletlere karşı savaşı kazanıp bölgedeki esas güç olacağımız ve bunun sonucunda hepimizin zenginleşeceği.
Tüm bu hikayenin komplocu çılgınlığı bir tarafa dursun, Türkiye’deki son 15 senelik büyümeden emekçilerin aldığı pay ortadayken, savaş ganimetini paylaşacağımız gibi bir masalın karşılık bulabiliyor olmasının kökünde, tek bir millete mensup olduğumuz için, Erdoğan etrafında kenetlenmiş Türk burjuvazisi ve devleti ile Türk işçilerin, Suriyeli veya Erbilli işçilerle paylaşmadıkları bir şey paylaştıkları efsanesi yatıyor. Yabancıları ve içimizdeki fitneleri temizleyip milleti daha da tek hâle getirirsek, doğal olarak bu iş daha da iyi işleyecek.
Irkçılık emekçilerin kendi çıkarları için örgütlenmelerini baltalayıp, çılgın projelerle üretileceği iddia edilen büyüme ve istihdamdan kalacak kırıntılara tamah etmelerini buyurmaya yarıyor, bu yüzden bu kadar vazgeçilmez bir silah ve bu yüzden sürekli dirilip duruyor. Tüm otoriter liderlerin ve tüm göçmen düşmanı siyasetçilerin anlattığı üç aşağı beş yukarı bu.
Siyaset sağa kayarken ırkçılık manzaraları
Fakat esas olarak unutmamamız gereken şu: tüm siyasetin sağa kaydığı bir zamanda ırkçılığın yükseliyor olması, bu dalgadan etkilenen herkesin doğru zamanı bekleyen gizli ırkçılar olduğu anlamına gelmez. Devletin ve siyasetin tepesinden yağmur gibi ırkçılık ve şovenizm akıtılırken, ırkçılığın kaynağını insanların duygu dünyalarında, değişmez psikolojik önyargılarında, binlerce yıllık kültürel yabancı/öteki korkusunda aramak bize işe yarar bir yanıt vermeyecek.
Sorunun adını doğru koymak, iyi tarif etmek elbette önemsiz değil. Ama hiçbir zaman insanlar önce fikirsel olarak değişip, mücadelenin gerekliliğine ikna olmazlar. Ancak mücadele, sisteme gömülü olan çelişkileri ve yönetenlerin gerçek yüzünü kabak gibi ortaya çıkarınca eski dünyanın koca koca kurumları ile koruduğu ideolojik dünyası mücadele edenler için işlevini yitirir ve insanlar değişirler.
Tüm sokağı ve siyaseti bir kişiye 10 polisle tıkamışken ırkçılık anlatmak kolaydır ama yere düştüğünde kaldıran Suriyeliyken üzerine polis saldığın insanlara anlatmak epey zordur.
Deniz Güngören