Tarihte iz bırakmak: Karl Marx'ın 200. doğum günü!

05.05.2018 - 13:05
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Karl Marx, Mart 1883'te sessizce öldü. Londra'daki Highgate Mezarlığı'nda yapılan cenaze törenine bir düzine insan katıldı.

1871 Paris Komünü'nü savunmadaki rolü nedeniyle Avrupa basını tarafından cadı avına maruz bırakılmış olsa da, Times gazetesi ölümünü Fransız gazetelerindeki haberlerden öğrendi.

Marx o zamandan beri simgesel olarak defalarca gömüldü. Soğuk Savaş sırasında sosyolog Daniel Bell "İdeolojinin Sonu"nun geldiğini açıkladı; esas olarak Marksizmin sonunu kastediyordu.

1989'da Doğu Avrupa ve Rusya'daki Stalinist rejimler çökmeye başlarken, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Francis Fukuyama daha da ileri giderek "Tarihin Sonu"nun geldiğini ilan etti. Liberal kapitalizm rakiplerine karşı zafer kazanmıştı ve geleceğe hükmedecekti.

Yine de Marx'ın 5 Mayıs'taki doğum gününün 200'üncü yıldönümü medyada geniş bir şekilde yer alıyor ve birçok konferansla kutlanıyor.

Avrupa Komisyonu başkanı gülünç Jean-Claude Juncker bile, Marx'ın doğduğu Trier şehrinde bir Marx heykelinin açılışını yapıyor.

Peki Marx'ı gömmek neden bu kadar zor oluyor? Temel cevap, kapitalizm.

Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi, Margaret Thatcher ve Ronald Reagan'ın desteklediği serbest piyasa kapitalizminin barış ve refah getireceğine dair neoliberal zaferciliğin zirve noktasını yansıtıyordu.

Fukuyama, "Aslında sınıf sorunu Batı'da başarılı bir şekilde çözüldü. Modern Amerika'nın eşitlikçiliği, Marx'ın öngördüğü sınıfsız toplumun temel kazanımını temsil ediyor" diye yazmıştı.

Bu sözler şimdi kulağa çok boş geliyor. Amerika işçi sınıfı bir kuşak boyunca değişmeyen hayat standartları ile yaşadı.

Neoliberal dönem, büyüyen ekonomik eşitsizliğin dönemidir. Thomas Piketty'nin araştırması, eşitsizliğin Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki seviyelere yaklaştığını göstermiştir.

1980'lerden beri Batı siyasetine hakim olan neoliberal "aşırı merkez", hem sağdan hem de soldan gelen sözde "popülist" isyanlarla birlikte giderek büyüyen bir meydan okumayla karşı karşıya.

Bütün bu sorunlar, hâlâ 1930'lardan beri yaşadığı en kötü krizden çıkmaya çalışan kapitalizmin başarısızlıklarıdır ve Marx'ın ana konusu kapitalizm idi.

1840'larda Almanya'da genç bir radikal demokrat olarak, kendini daha sonra ifade ettiği şekliyle "maddi çıkarlar olarak bilinen şeyleri tartışmak zorunda kaldığı utanç verici bir durumda" buldu.

Büyük modern devrimlerin -İngiltere 1640, Amerika 1776, Fransa 1789- kendilerini dar politik değişimlerle sınırladığı sonucuna vardı.

"İnsanlığın kurtuluşu" dediği şey, "maddi yaşam koşulları"nda ya da filozof Hegel'in adlandırdığı şekliyle "sivil toplum"da bir dönüşüm gerektiriyordu.

Marx ayrıca "bu sivil toplumun anotomisinin politik ekonomide aranması gerektiği"ni keşfetti.

Fakat Marx'ın klasik siyasi iktisatçılar —Sir James Steuart, Adam Smith, David Ricardo— üzerine çalışmaları, onu politik ekonominin eleştirisi dediği şeye yönlendirdi.

Bu yalnızca teorik kategorileri değil, eşzamanlı olarak hem ortaya çıkardıkları hem de gizledikleri ekonomik sistemi de -Marx'ın deyişiyle kapitalist üretim tarzını- eleştirmeyi içeriyordu.

Başyapıtı Kapital, modern endüstriyel kapitalizmin sistematik bir analizini ve eleştirisini yapar.

Kapital'i yazdığı zaman, bu sistem henüz sadece birkaç mevzi ele geçirmişti. Bunlar İngiltere'de, kuzeybatı Avrupa'nın birkaç başka bölgesinde ve ABD'nin kuzeydoğu sahilindeydi. Ancak Marx, bu sistemin dünyayı fethetme sürecinde olduğunu anlamıştı.

En ünlü eseri Komünist Manifesto'da, Marx kapitalizmi neredeyse kutlar: "Üretimin sürekli değişimi, bütün toplumsal koşullardaki kesintisiz sarsıntı, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını daha önceki tüm çağlardan ayırır."

Pek çok kişi, Marx'ın Manifesto'da yaptığı kapitalizm tasvirinin, günümüzün küreselleşme çağına çok iyi uyduğuna dikkat çekmiştir.

Marx, "Burjuvazi dünya pazarını sömürerek her ülkedeki üretim ve tüketime kozmopolit bir karakter kazandırmıştır" diye yazar.

Fakat kapitalizmin bu şekilde davranmasının altında yatağan mantığı Kapital'de açıklar.

Tutsaklık

Marx, Kapital'e "Meta" diye bir bölümle başlar. Kapitalizmi pazar ile özdeşleştiren ana akım ekonomistlerle aynı fikirdeymiş gibi görünebilir. Fakat onlar için pazar arzularımızı gerçekleştirmemize izin verirken, Marx için kapitalizm bir tutsaklık ve sömürü alanıdır.

Üretim araçları, ancak ürünlerini satabildikleri ölçüde hayatta kalabilen ve gelişebilen kapitalist şirketler tarafından kontrol edilir.

Bu da bu şirketlerin rekabet odaklı oldukları anlamına gelir. Kapitalistler "düşman kardeşler" gibi birbirlerinin altını oymaya, pazarlarını çalmaya ve eğer gerekirse birbirlerini iflas ettirmeye çalışır.

Bu ölümcül mücadelede, kâr başarının ölçütüdür. Smith ve Ricardo'nun yazdıklarını geliştiren Marx, kârın kapitalistlerin ürünlerini üretmek için çalıştırdığı işçilerin emeği tarafından yaratıldığını gösterir.

Onun deyimiyle üretimin "gizli ini"nde, işçiler onlardan mümkün olduğu kadar çok kâr elde etmek için sistematik bir şekilde sömürülürler.

İşçiler işverenlerini seçmekte özgür gibi görünebilirler. Ama Marx, sahip oldukları tek şey kendi emek güçleri olduğu için, işçilerin kendileri ve baktıkları kişiler için geçim yollarına erişebilmelerinin tek yolunun sömürüye boyun eğmek olduğunu belirtir.

Kapital'in en muhteşem bölümlerinden birinde, kapitalist üretim koşullarının köylülerin topraksızlaştırılmasıyla nasıl yaratıldığını gösterir.

Köylüler, Avrupa’nın dünyaya hükmetmesini sağlayan işgal, yağma ve köleleştirme süreçleri içerisinde işçilere dönüşmek zorundadır.

Bu, kimsenin kontrol etmediği bir sistemdir. Kapitalistler hayatta kalmak için sadece sömürmekle yetinemez, aynı zamanda sermaye biriktirmeleri ya da kârlarını genişletilmiş ve daha verimli üretime tekrar yatırmaları gerekir. Marx'ın kapitalde kutladığı dinamizm ve bozulmaya yol açan şey de budur.

Ancak rekabetçi birikim, kapitalizmin tarihini düzenli olarak bölen krizlere de yol açar.

Şirketler emek tasarrufu sağlayan teknolojilere giderek daha fazla yatırım yaparken, bu teknolojiler kâr oranlarını düşürür ve kapitalizmi krizlere iter.

Fakat Marx şöyle der: "Bununla birlikte, sayıları sürekli artan ve kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının isyanı da büyür."

Bölmek

Kapitalizm, üretimde işbirliğinin artmasına bağlıdır ama gerçek üretimi yapan işçileri bölmek ve sömürmek ister.

Bu yüzden işçilerin patronlara karşı kitlesel olarak hareket etmeleri menfaatlerinedir.

Dayanışma, etkili bir işçi sınıfı eyleminin özüdür. Aynı zamanda, kapitalizmin alternatifinin de temelidir. Komünizm: "ortak üreticilerin" yönettiği, işi yapanların kararları da verdiği bir toplum.

Stalinizmin çarpıtmalarının aksine, Marx kapitalizmin yıkılmasını esasen demokratik bir süreç olarak tasarlamıştır.

1864-1872 arasında yönettiği Birinci Enternasyonal, "İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" diye ilan etti.

Fakat Enternasyonal'in işçilerin devrim yapmasını engelleyebilecek ayrılıklara da karşı koyması gerekiyordu.

Marx 1870'te "yerli" İngiliz işçiler ve İrlandalı göçmen işçiler arasındaki ırkçı düşmanlığa dikkat çekti. Bunun "İngiliz işçi sınıfının örgütlenmesine rağmen etkisiz olmasının sırrı" olduğunu söyledi:

"Kapitalist sınıfın iktidarını korumasının sırrı budur."

Marx'ın düşüncelerinin gerçekliğini koruyor olması, sadece kapitalizm eleştirisinden kaynaklanmamakta.

O, sosyalizme giden yolun, işçilerin patronlara ve onları bölen tüm farklı baskı biçimlerine karşı birliğinden geçtiğini anlamıştı.

Ramsgate, Kent'te tatilde olan Amerikalı gazeteci John Swinton ölümünden kısa bir süre önce Marx'la röportaj yapmıştı.

Swinton şöyle yazdı: "Devrimci ve filozofu şu can alıcı kelimelerle sorguladım: 'Nedir?'"

"Ve karşısındaki kükreyen denize ve sahildeki durmak bilmeyen kalabalığa bakarken bir an için zihni altüst olmuş gibi göründü. Ağır ve ciddi bir tonda yanıt verdi: "Mücadele!"

Alex Callinicos

Çeviren: Irmak Yavlal

Bültene kayıt ol