Soçi sonrası, Kürtler

27.11.2017 - 09:29
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin katılımıyla Çarşamba günü yapılan Soçi Zirvesi’nde Suriye’de siyasal çözümün önünü açacak güçlü bir eğilim ortaya çıkmış değil. Esed 5 yıl sonra yeniden Esad oldu.  Beşir Esad’ın Suriye’nin geleceğini belirlemedeki rolünü Türkiye kabul ettiğini ilan etti.  Rusya ve İran’ın bu konuda herhangi bir sorunu zaten yoktu.  Türkiye masada içerde ve dışarda zayıflamış, yalnızlaşmış mağlup ülke olarak yer aldı.

Bunun telaşıyla ne yapacağını bilemez hâlde sadece kırmızı çizgisini hatırlattı. Tek derdi PYD/YPG’nin muhatap alınmaması.  Masada doğrudan olmamaları.

Soçi toplantısı sonrası yapılan açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla Rusya “bütün taraflar masada yer almalı” tutumunda ısrarlı. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak yeni dönemde PYD’nin bir biçimde yer almasının formunu arıyor.  İran ise net bir pozisyon açıklamış değil ama Türkiye’nin de yanında durmuyor. Konu, Rusya’nın planladığı 'Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin hazırlık toplantılarına bırakılmış durumda. Suriye Kürtlerini kimin temsil edeceğinin belirlenmesi bundan sonraki gelişmelerin seyrini belirleyecek temel sorun.

Türk blokajı

Bu sorunu aşmak kolay olmayacak. Kıyametin kopma vaktine yaklaşıyoruz. Bu açıdan savaşın sonunun geldiği söylenebilir. IŞİD ile Suriye’de savaşın sonuna gelindi ama diğer bütün sorunlar olduğu gibi duruyor. Her şeyden önce Esad, belirleyici olma konumunu sürdürüyor; IŞİD’e karşı savaşın temel askeri güçlerinin başında yer alan Kürtlerin durumunun ne olacağı belirsizliğini sürdürüyor. Rusya ve ABD’nin bu doğrultudaki arayışları, Türk devletinin blokajı altında.

Soçi bildirisinde yer alan “çözüm sürecindeki kapsamlı diyaloğa Suriye toplumunun bütün kesimlerinin temsilcilerinin dahil edilmesi” vurgusunun nasıl hayata geçirileceği sorunu, bundan önceki benzer süreçleri akla getiriyor. Cenevre toplantılarında olduğu gibi IŞİD ile savaşanlar ve kantonların temsilcilerini değil, Türkiye’nin blokajına takılmayan siyasi temsilciler veya kişiler masaya oturtabilirler.

Rus ve Türk yetkililerinin yaptığı çeşitli açıklamalar bunu akıllara getiriyor. Cumhurbaşkanın dönüşte uçakta gazetecilere yaptığı “Putin, rejiminin de PKK/ PYD’yi istemediğini söyledi” açıklaması bunun işareti olabilir.

Bu aynı zamanda dört parçadaki ana akım Kürt siyasal hareketlerin birbiriyle olan rekabetlerini düşmanlığa vardırmış olmalarının ve statükocu bölge güçlerine yaslanarak siyaset yapmalarının bir ürünü. Güney’deki referandumun hezimetle sonuçlanmasında bu tablonun büyük etkisi olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.  Bu nedenlerle: Kürtlerin başarısı için, Kürt siyasal güçlerinin arasındaki ilişkinin değişmesi artık kaçınılmazdır.

Yine Türk Cumhurbaşkanı’nın, "İdlip’te olduğu gibi gözleme noktalarını Afrin’de de kuracağız” açıklaması, Türkiye’nin çekilebilecek sınırının, “güçlü bir güvence” olduğu anlaşılıyor. TSK gözleme noktalarının oluşturulmasını “Gerginliği azaltmak, bölgesinden ateşkes sürecinin tesisi ve devamını sağlamak” olarak açıklıyor. Bunun anlamı Türk yetkililerin kendilerini ve toplumu avutacak bahaneye ihtiyaç duyduklarıdır.

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi bu çırpınışların önemli bir kilometresi olacak. Herkes elindeki bütün kozları oynayacak. Türkiye’nin bölgede yenemediği Kürt korkusuyla izlediği politikanın sonuçları görülecek.

IŞİD’in varlığının yarattığı zorluk

Güney referandumunda bunun sonuç vermiş olmasının kendine has özelikleri vardı. Aynı sonucu Suriye’de vermesi hayli zor gözüküyor. Statükocu bölgesel güçlerle ve küresel güçler, KDP’’ye karşı rahat ittifak kurmalarına biraz KDP yönetiminin zaafları da hizmet etti.

Suriye’de uluslararası güçler savaşının Rusya ayağı fazlasıyla güçlü. İkincisi nokta ise ABD, KDP’den sonra PYD’yi de tümden kaybetmeyi istemeyebilir.   Kürt siyasal, askeri güçlerden kendini bu derece yalıtmayı göze alamayabilir. Ortadoğu’daki kaos ortamında IŞİD elindeki kentler geri alındı ama yok edilmedi, bu nedenle  Kürtlerin savaşkan gücüne fazlasıyla ihtiyaç duyacağı anlar gelebilir. ABD için PYD/YPG kolay gözden çıkarılabilecek güç olma eşiğini IŞİD ile savaşta aştı.

Ancak burası Ortadoğu, güçler dengesi her an değişebilir.  Referandum sonrası KDP’nin başına gelenler ortada. Türkiye’de çözüm sürecinden geri dönülemez iddiası iki yıl sonra görülmemiş savaşa ve siyasi kırıma yol açtı.   Ortadoğu’nun Kürt sorununda sahici bir ilerleyişi ancak Türk devletinin Kürt blokajının aşılmasıyla mümkün olabilir.

Türkiye’de “beka” belası ve çıkış

Türkiye Kürt korkusunu yenecek bir yola girmediği sürece beka sorunu telaşı içinde küresel güçlerin çıkar çatışması arasında bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelmekte helak olmaya devam edecek. Bir önceki yazımda belirtiğim gibi 2017 Kürt hallerinde çıkışın bu blokajın kalmasından geçtiği, KYB’nin bağımsızlık referandumu öncesi ve sonrasında ortaya çıktı. Türkiye beka sorununu abartmadan ve KBY ile ilişkilerini güçlendiren bir politika izlemiş olsaydı Soçi görüşmelerinde elini güçlendirerek masaya oturabilirdi.

Geri dönülemez bir noktada değiliz.  Geri dönülmesi zor bir yola girildiği ve geç kalındığı kesin. Ama Cumhurbaşkanın yine uçakta gazetecilere Suriye konusunda ifade ettiği “siyasetin kapıları, malumunuz son ana kadar her zaman açıktır” sözü her ne kadar başka bağlamda edildiğiyse de bu noktada da işletebiliriz.

Türkiye’nin ve Kürt meselesinde sıkıştığı noktadan kurtarılmasının yolunu, 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe’de yapılan açıklamaya bakarak çok rahat bulabiliriz.

Önce Dolmabahçe açıklamasından ne anlaşılması gerektiğini özetlemekte yarar var. Anlatmak istediğim gereğinden fazla anlam ve önem atfedilen   açıklamadan daha çok aslında Dolmabahçe açıklamasının ruhuna dönmekten söz ediyorum. 28 Şubat 2015’de Dolmabahçe’de ne olmuştu hatırlayalım:

Dolmabahçe’den Türkiye’ye o gün, silahlı çatışmanın yeniden başlama ihtimalinin fazlasıyla artığı bir süreçte, her şeye rağmen diyalog ile sorun çözmekten başka bir yolun olmadığını gösteren bir fotoğraf yansıdı.

Türkiye’de silahlara veda demenin kritik bir eşiğinde olunduğu ilanı oldu. Bunun ilk adımı olarak sürdürülen diyalogun (ön müzakerenin) müzakereye dönüşmesinin, olmazsa olmazı olan gözlemci heyetin kurulma iradesi ilan edildi. PKK Türkiye’ye karşı silah kullanmaya son verecekti.

Türkiye’nin, demokratikleşerek ve yerel demokrasisini güçlendirerek sorunlarını çözme konusu bir kez daha  teyit edildi.

 Zoru başarmak

Bu yoldan ilerlemeyi başaramadığımız için şimdi büyük ve derin problemlerle karşı karşıyayız. Ankara ve ana akım Kürt siyaseti Dolmabahçe mutabakatı diye ifade edilene değil, Dolmabahçe’de yapılan açıklamanın ruhuna dönme cesaretiyle hareket etmeye başladıklarında bugünkü tablo hızla değişecektir.

2015 Şubat’ından sonra hiçbir şey eskisi olamaz. Dolmabahçe ruhuna dönmek için bir geçiş planına ihtiyaç var. Bu, Dolmabahçe fotoğrafında yer alanların başarabileceği bir şey olmaktan çoktan çıktı. Elbirliğiyle o treni kaçırdık. Ancak yukarıda özetlediğim Dolmabahçe ruhunu yakalamaktan başka bütün yollar ya kapalı ya da çok daha zorlu bir yol olacaktır. Kandil ve Ankara için, kaybedeni olmayan tek yol, bu kaos ortamında eski statükocu hâli aşan, yeninin önünü açan sivil demokratik siyaset zemini güçlendiren, demokratik, eşit yurttaşlık temelinde birarada yaşamanın yoluna girmektir.

2013-2015 yılları arasında bu yola girmeye çok zorlandık.  Aynı yoldan yeniden yürümek son yıllarda yaşananlardan sonra çok zor. Zoru başarmak ise mümkün. Çözüm sürecinin bitmesinin bahanesi de Suriye’de olup bitenlerin neden gösterilmesi de bir gerçek. Şimdi yine, yeniden çözüm arayışına yönelmemiz için neden Suriye’deki gelişmeler vesile olmasın. Yeter ki, şu an yürünmekte olan yolun çıkmaz olduğunu kabul edelim.

Bunun için ilk adım eş zamanlı olarak, Kandil'in ikili iktidar yaratma ve silahtan medet umma siyasetinden, Ankara’nın ise çözümsüzlüğün zemini Kürt korkusuyla oluşturduğu politikalarından uzaklaşarak, çözümde kritik role sahip PKK lideri Abdullah Öcalan’ın siyasal, sosyal izolasyonuna son vermektir.

Hakan Tahmaz

(hakantahmaz.com)

Bültene kayıt ol