Evrim, Tanrı ve Nuray Mert

16.09.2017 - 07:25
Roni Margulies
Haberi paylaş

Nuray Mert'in Cumhuriyet gazetesinden atılmasına yol açan iki yazıdan biri olan "Evrim Teorisi" başlıklı yazı, evrim teorisini tartışmak amacıyla yazılmamıştı. Mert'in derdi, AK Parti'ye karşı mücadele etmenin doğru yöntemiyle ilgili bir şey söylemekti. Şöyle diyordu:

"Otoriter rejimlerin din referansı ile meşruiyet kazanma çabası, şüphesiz ciddiye alınması, itiraz ve ifşa edilmesi gereken bir husustur. Bu noktada, demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesinin yoğunlaşması gereken temel mesele, dinsel inancın, özgür bir seçim olmak yerine, tüm topluma ‘dayatılması’ anlayışına karşı çıkmaktır."

Yani, diyordu Mert, yapılması gereken, "evrim teorisinin dogma olarak belletilmesi ve tartışma dışında tutulması" değil, "yaratılış inancını inanan inanmayan herkese dayatma çabasına itiraz etmektir." Oysa, diyordu, "halihazırda tanık olduğumuz, dini dogma dayatmasına karşı, pozitivist dayatma çerçevesinde, konuyu tartışma dışı tutma fanatizmi."

Mert'in ifade ettiği siyasî yaklaşıma tümüyle katılıyorum. Şöyle yorumladığım için katılıyorum: AK Parti'ye karşı dinî bir temelde, laiklik hassasiyetiyle tartışmamak gerekir; muhalefet (AK Parti'nin tabanına da hitap eden bir şekilde) demokrasi, hak ve özgürlükler temelinde yapılmalıdır. Gizli veya açık bir şekilde laiklik vurgusuyla yapılan muhalefet AK Parti'yi güçlendirmekten, tabanını konsolide etmekten başka bir işe yaramaz, 15 yıldır yaramamıştır.

Bu yazı nedeniyle Mert'in gazetedeki işine son verilmesi, yöneticileri ve yazarları arasında kaz kafalı olmadığını bildiğim kişilerin de bulunduğu Cumhuriyet'in bir bütün olarak, kurumsal olarak, tam tamına kaz kafalı olduğunu bir kez daha kanıtladı. Hükümetin saldırısına maruz kalan, yazar ve yöneticileri cezaevinde olan bir gazete, bir yandan basın ve ifade özgürlüğü için mücadele verirken bir yandan da kendi yazarını farklı görüş ifade etti diye işten atar mı yahu? Tek misyonu Mustafa Kemal'i ve Kemalist Cumhuriyet'i yüceltmek olan bir gazetenin özgürlükçü olmadığı zaten aşikâr, ama bu kadar salak olabileceğini düşünmemiştim doğrusu!

Ben inançlı Müslüman bir AK Parti seçmeni olsam, "Bunlar Nuray Mert'e bile tahammül edemiyor, bir de iktidara gelseler bana kimbilir neler yaparlar! İyisi mi, ben yine Erdoğan'a vereyim oyumu" diye düşünürdüm. Cumhuriyet'e yapılanların doğru olmadığını düşünüyor olsam, "Eh, o kadar yanlış da değilmiş" diye düşünürdüm.

Ama Mert yanılıyor...

Kısacası, Mert'in işten atılması her açıdan yanlıştır, ifade özgürlüğünün açık bir ihlalidir, bir çalışanın işine son verilmesine karşı gazete içinden tek bir ses çıkmamış olması ayıptır.

Gelelim Mert'in evrim hakkındaki görüşlerine.

Mert, "Evrim Teorisi" yazısına bir alıntıyla başlıyor:

"Sizin Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız, hepsi bir araya gelseler de bir sinek bile yaratamazlar" (Hacc, 73).

Mert, tahminimce, "Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız" ifadesinin ya genel olarak bilim ya da özellikle evrim teorisi için geçerli olduğunu düşünüyor. Yazısında, haklı olarak, "bilimin, tanımı gereği, kesinlik iddiası taşımadığını, evrim teorisi de dahil, bilimsel düşüncenin gelişiminin ‘çalışma hipotezleri’ üzerinden yürüdüğünü" vurguluyor.

Ne var ki, bu vurguyu yapmak, bilimin statik olmadığını, yeni bilgiler, bulgular, deneyler ışığında zaman zaman değiştiğini, geliştiğini, paradigme değişiklikleri geçirdiğini söylemek başka şey, kısacık bir yazıda birkaç kez "dogma" ve "pozitivist dayatma" ifadelerini kullanmak, bilimin geçerliliğini adeta bütünüyle sorgulamak başka. Mert'in amacı gerçekte bilimin tümüne gölge düşürmek değil elbet; evrim teorisini sorgulamak, "belki doğru, belki değil, ısrar etmeyin, dogma hâline getirmeyin, dayatmayın" demek.

Yanılıyor. Şu açıdan: Mert'in ve kutsal kitaplara kelimesi kelimesine inanan tüm dindar insanların hiç kuşku duymadan inandıkları bilimsel teoriler ne kadar doğru ve kuşkusuzsa, evrim de o kadar doğru ve kuşkusuz.

Bir teori 160 yıl boyunca önüne konulan her soruyu cevaplayabilmişse, kapsam alanı içindeki eski ve yeni her olguyu açıklayabilmişse, yaptığı her öngörü doğrulanmışsa, teoriyi yanlışlayan tek bir bulgu veya bilimsel iddia ortaya çıkmamışsa, buna artık "teori" demeye bile gerek kalmamıştır. Dünyanın yuvarlak olduğu ne kadar teori ise, yerçekimi ne kadar teori ise, evrim de o kadar teoridir. Dogma olduğunu düşünmek ise, cehaletten ibarettir.

Mert'i bilmem, ama dünyada evrim gerçeğine itiraz edenlerin hemen hemen hepsi dinî nedenlerle (ve sadece dinî nedenlerle) itiraz eder: "Dünyayı ve tüm canlıları Tanrı yaratmıştır, öyleyse evrim doğru olamaz". Bu inanç nedeniyle itiraz etme ihtiyacı da cehaletten kaynaklanır. Evrim, dünyanın ve canlıların nasıl ortaya çıktığıyla ilgili hiçbir şey demez, diyemez; evrim süreci ilk canlının ortaya çıkıp evrimleşmeye başlamasıyla işlemeye başlar.

Evrim ve yaradılış

Eğri oturup doğru konuşalım; durup dururken ortaya çıkan tek hücreli bir yaratığın değişe değişe 100 trilyon hücreli bana dönüşmesini mi anlamak kolay, bilinmedik bir gücün birkaç günde dünyayı yarattıktan sonra beni bu hâlimle yaratıp yedinci gün dinlendiğine inanmak mı?

Tamam, ikisi de insan beyninin algılama kapasitesini zorluyor, ikisini de aklımız zor alıyor, ama vallahi ikincisine inanmak daha kolay. Oysa gerçek, o tek hücrenin dört milyar yılda bana, lüfere ve enginara dönüşmüş olması!

Üstelik, akıl almaz değil, aklımız almış, sürecin nasıl olduğunu, niye ve ne şekilde geliştiğini tüm ayrıntılarıyla biliyoruz. Bilemediğimiz tek tük eksik kısımlarını da her geçen gün buluyor, tamamlıyoruz.

Her çocuk (insan çocuğu, lüfer çocuğu, enginar çocuğu) nasıl bir yaratık olacağını belirleyen genlerinin yarısını anneden, yarısını babadan alıyor; anne ve babanın genleri kopyalanıp çocuğa geçiyor. O nedenle lüferin oğlu lüfer oluyor ve ben babama çok benziyorum. Genler kopyalanıp çocuğa geçerken bazen fotokopi hataları oluyor. Bir gen ‘mutasyon’a uğruyor, farklı geçiyor çocuğa. O gen önemsiz bir gen olabilir, o zaman pek bir şey değişmiyor. Ama çocuğun önemli bir özellliğinin değişik olmasını sağlayan bir gen de olabilir; o zaman çocuğun rengi farklı, boyu uzun veya dişleri sivri olabilir.

Bu farklılık nedeniyle çocuk çevreye daha zor uyum sağlayarak yaşam mücadelesinde sorunlu hale gelebilir. O zaman zaten erken ölür, üreyemez ve o gen yok olur gider. Ama tersi de olabilir. Rengi değiştiği için onu yiyen hayvanlara görünmez hâle gelebilir, boyu uzadığı için daha yüksekteki yapraklara erişiyor olabilir, dişleri sivri olduğu için palamut yiyebilecek hale gelebilir. Yani çevresine daha uygun, yaşam mücadelesinde daha avantajlı bir duruma gelebilir. O zaman uzun yaşar, daha çok ürer ve zamanla o gen nüfusun bütününde mevcut olur. Yeni bir hayvan türü çıkmıştır ortaya. Daha iyi, daha kötü filan değil, çevreye daha uyumlu bir hayvan. Yani ‘doğal seçilim’ olmuştur. Gen mutasyonları hep oluyor. Çoğunun hiçbir sonucu yok. Ama yaratığın doğal çevresine daha uyumlu olmasını sağlayan mutasyonları doğa, bir anlamda, “seçiyor”.

Evrim süreci aşağı yukarı bundan ibaret.

Nezle virüsü bizim gibi yılda bir üremiyor ve ürediğinde tek bir çocuk doğurmuyor. Hergün üreyip milyonlarca çocuk üretiyor. Dolayısıyla, çok sayıda yeni mutasyon oluyor. Ve bunlardan pek çoğu virüse yeni bir avantaj kazandırıyor, çevreye (yani insan vücuduna) daha uyumlu ve biraz farklı bir virüs hâline gelmesini sağlıyor. Virüs evrimleşiyor. Nezle gibi basit bir sorunla, üstelik nedenini gayet iyi bildiğimiz bir sorunla, bu yüzden bir türlü başedemiyoruz. Bir ilaç buluyoruz, “Tamam, bu sefer oldu” derken, herif değişiveriyor, bulduğumuz ilaçtan etkilenmeyen farklı bir virüs haline geliveriyor, nezleyi yenememiş oluyoruz. Üstelik evrime inanmayanlar da nezle oluyor!

Ağaçlarda yaşayan, dik durup yürüyemeyen, maymuna benzer bir hayvan milyonlarca yıl boyunca çeşitli mutasyonlar geçirerek iki ayak üzerinde yürüyen, kılsız, büyük beyinli, konuşabilen, çok sosyal bir hayvana dönüşmüş. Değişimin her aşaması, yürümek, kılsızlık, büyük beyin, konuşmak, sosyallik, o hayvana o günün çevre koşullarında bir avantaj sağlamış, kalıcılaşmış. Ve büyük beyin o kadar büyümüş ki, geri bakıp bu süreci merakla izleyip çözecek, anlayacak hale gelmiş!

Bunların hiçbiri “teori” değil. Yerçekimi kanununu ne kadar iyi biliyor ve anlıyorsak, evrim sürecini de o kadar biliyor ve anlıyoruz. Genleri, mutasyonları, mutasyonun niye ve ne kadar sık olduğunu, hangi genlerin ne zaman değiştiğini, şempanze ile insanın ortak atasının ne zaman farklılaşmaya başladığını, ondan sonra ne tür hayvanların nasıl değişerek insana doğru evrildiğini biliyor ve anlıyoruz. Üstelik sadece teorik olarak değil. Artık çok sayıda fosil ile süreci somut olarak adım adım izleyebiliyoruz. Ve bulunan her fosil evrimi bir kez daha kanıtlıyor.

Peki, bütün bunların Tanrı fikri ile alakası var mı?

Hiç yok. Evrim sürecine maruz kalan o tek hücreli ilk canlının nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. Ben kimyasal bir rastlantı sonucu olduğunu düşünüyorum, yüz milyonlarca insan Tanrı tarafından yaratıldığına inanıyor. Hangisi olursa olsun, bu, evrim sürecinin öncesi. Evrim sonra başlıyor. Yani evrim, "Tanrı yaratmamıştır" veya "Tanrı yoktur" iddialarının temeli olamaz.

Ama ben yine de, dürüstlük adına, şunu eklemek isterim: "Pozitivist", "dogma" filan diye küçümsenen bilim, o ilk canlının da nasıl (hangi ortamda, hangi kimyasal süreçler sonucu) ortaya çıktığını çözmek üzere. Eli kulağında.

Roni Margulies 

[email protected]

Bültene kayıt ol