Türkiye kalkındıkça dünyada onu çekemeyenlerin sayısı artıyor; normaldir... Tabii bunun üzerine komplo üzerine komplo yapıyorlar; ama memleketin bütün kaleleri zapt edilse bile damarlarındaki asil kanla beslenenler, düşmanların inlerine girer, oracıkta o hainleri berhava ederler...
Türkiye kalkınıyor... Kalkınmak için hiçbir masraftan kaçınmıyor ağaoğulları, beyoğulları, yeğenler, kuzenler ya da (Müslüman değil miyiz?) Cuma hutbesinde bile vaz’edildiği şekilde akrabalar... Onlar ellerini taşın altına sokmuşlar; Emirganları, köprüleri, Çamlıca tepelerini, havaalanlarını Validebağ’ları sırtlanarak, sınıf iktidarlarını tahkim edip, gücün tadını çıkarıyorlar...
“Cuma günleri twitter’dan sallanan bir-iki ayet”, “paralel”e çakılacak ve artık “farz” kategorisine giren bir-iki tokat “kalkınma”ya inanmayan müşriklere, karşı-devrimcilere doğru yolu gösteriyor... Kendi kendine gaz veren ve hamasetten geçilmeyen (bu yüzden de epey komikleşen) “kalkınıyoruz” retorikli bir “total ikna” propaganda makinası çalışıyor.
Aslında bir açıdan doğru; kalkınıyoruz... Ama kapitalistlerin çıkarlarına bağlı olarak kıra döke kalkınıyoruz ve bir gün devasa beton tarlaların içinde sararmış soluk benizlerimizle “Vatanımız, vatanımız! Beton vatanımız!” marşımızı besteleyip, söyleyeceğiz... Biz dünya lideri olmaya ahdetmiş Türkler ve biz “bizim neyimiz eksik?” diyen Kürtler falan... ayrı ayrı ve birlikte...
Muhafazakar Sünni, solcu, seküler, Kürt ya da Alevi... Başta delikanlı politikacılarımız “batının kültürü bizi bozar” derken; duydukları aşağılık kompleksi nedeniyle de, batının teknolojisini, işe giderken koltuğuna rahatlıkla kuruldukları BMW’leri, Mercedes’leri, 4X4’leri, beton dökme makinelerini almakta hiçbir beis (ve utanç) görmüyorlar...
Bu “Batı gibi kalkınacağız!” dilli kalkınmacı familya, ne tabiat bıraktı, ne doğa...
Geçenlerde İstanbul’un Riva nehrinde ölü balıkları gördük... Çünkü kalkınmacı bir yaratık suya atıklarını boşaltmış. O kadar kalkınmacı ki, şerefiyle çıkıp, “ben döktüm, ne var lan!” bile diyemiyor... Televizyonlarda “verimli tarım arazilerine fabrika, yapı mapı kondurmayın” diye vaazlar; evlerde “su ve elektrik tasarrufu yapın arkadaşlar” diye gaz verilirken, 50-60 katlı, çok kalkınmışların gökdelenlerinde binlerce ampulden oluşan rengarenk ışıklar ahenkle dans ediyorlar ve gecelerimizi aydınlatıyorlar!
Diğer yanda da Türkiye’nin en verimli arazilerinin bulunduğu Trakya’nın Ergene ovasının içi kararıyor... Çünkü Ergene can çekişmekten öte bitti... öldü yani sadece öldü!
Ergene nehrinden siyah, mor boyalı sular akıyor; gündöndüler (yani soframızdaki çiçek yağı) zehirleniyor, artık çocuklar suya girip serinleyemiyorlar. Romanların sulara girip karşıladıkları Hıdrellez şenlikleri de artık doğru dürüst yok. Çünkü kalkınmacılara göre kalkınmak için bunlara gerek yok.. (Meraklılarına hassaten not, hassaten meraklanın hatta: Nejla Demirci’nin muhteşem belgeseli “Gündöndü - Bir Nehrin Hikayesi: Ergene”yi izleyin lütfen...)
Ama başka bir kalkınma(ma) daha var... Bazı şirketler, çok ama çok kalkınırken, onların kalkınmalarının, “Yeni Türkiye kalkınmasının” neşet ettiği yerlerden biri olan Kayseri’de o kalkınmada alın teri olan işçilerin (“halk” sayılır herhalde değil mi?) bir gıdım bile kalkınamadıkları anlaşılıyor.
Türkiye’de sayıları milyonlara varan ve bir türlü kalkınamamış işçilerden 2000 kişi –“medar-ı iftihar” vesilesi bir fabrikada Boytaş’ta- işi bıraktılar. 13 sene çalışıp sadece 1200 TL ücret aldıkları için; şirket devamlı büyürken, onlar 2008 krizinden beri hep fedakarlık yapmaya devam ettikleri için ve o yere göğe konulamayan kalkınmadan biraz da onlar pay almak istedikleri için...
Muhafazakar burjuvaların bizi inandırmaya çalıştıkları “total söz”ün cilasını döküveriyor Kayserili işçiler.
Ferhat Kentel
(BasNews)