‘’Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’’. Marie Antoinette’nin, kraliçenin bu sözü, Fransız devrimine neyin ve nelerin yol açtığını kısaca özetler bir mahiyettedir.
Uzun lafın kısası, birçok devrimde devrim öncesi kitleler ekmek bulamaz ve bundan dolayı ayaklanır. Fransız devriminin öncesinde de kitleler ekmek bulamamıştır ve ayaklanmışlardır. Tıpkı Rus devrimi, İran devrimi, İngiliz devrimi ve diğer devrimler gibi. Tabii mesele kitlelerin büyük oranda yoksullaşması ve fakirleşmesi olurken, bu yoksulları, alt tabakayı sessiz bir şekilde tutabilmek içinde özgürlüklerin sınırlandırılması diğer başka bir etken olmaktadır.
Ama işin esasında ekonomik krizler, bu krizleri tetikleyen dünyadaki eşitsiz ilişkilerdir. Fransa’nın İngiltere ile olan rekabeti ve bu rekabetin savaşa doğru evrilmesi, bu savaştan Fransa egemenlerinin yenik ayrılması, Fransa’da devrim öncesi iktisadi krizi tetikleyen en önemli olgudur. Fransa'nın İngiltere’ye yenildikten sonra da bu ülke ile olan rekabetini farklı alanlarda devam ettirme çabası, örneğin Amerikan bağımsızlık savaşında İngiltere karşıtı yapıları desteklemesi, ekonomik olarak Fransa’da zaten var olan ekonomik krizin daha bir artmasına neden olmuştur.
Halk ekmek bulamaz bir durumda iken 16. Louis ve onun İngiltere ile olan rekabeti devam ettirme hırsı, var olan durumun ekonomik krizin ötesine geçip siyasi bir kriz hâlini almasını da beraberinde getirmiştir. Bu dönem ekmek fiyatlarında muazzam artışlar olurken, halkın alım gücünde ise gerilemeler olmaktadır. İşte meşhur kraliçemiz Marie Antoinette de günümüze kadar gelen o sözünü bu dönem söylemiştir: ‘’Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’’. Bu durumu esasında, yani yönetici sınıf içindeki halka tepeden bakan, halkı aşağılayan, halkı kendi sofralarına dahil etmeyen bu duruşu, Ekim Devrimi öncesi Romanovların, Rus Çariçesinin müstakbel eşi Çar 2. Nicola'ya yazdığı mektuplarda da görüyoruz. Çariçe, Şubat Devrimi öncesi Çar son günlerini yaşarken, "halk karşısında kesinlikle taviz verme", "bunların tek anladığı şey sopadır", "baskıyı eksik etme, eğer bir taviz verirsen işler senin kontrolünden çıkar" diye Çar Nicola’ya akıl vermekteydi.
Dolayısıyla aynı tavrı devrimler öncesi birçok yönetici sınıfta görmekteyiz. Tabii Fransız halkı daha sonra pastadan daha değerli şeyler buldu, eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi, halktaki kitlesellik, radikallik halkın kendi devrimci literatürünü yaratmasına sebep olurken, Marie Antoinetteleri ve 16. Louisleri de tarihin çöplüğüne gönderdi.
Bastille’in basılması, Versay Sarayı'nın sarılması, Fransız yönetici sınıf içindeki kavgayı, Kurucu Meclis ve kraldan bağımsız bir anayasanın parlamento tarafından yapılması, daha sonra bu meclisin kendini ulusal meclis olarak ilan etmesi, 16. Louis’nin devrilmesi vs, bu sıralama Fransız devriminin tarihsel kronolojik sıralaması. Fakat benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim, Fransız devriminin nasıl gerçekleştiğinden öte, devrim ve onun idealleri: eşitlik, kardeşlik, özgürlük. İnsanlar, halklar veya Fransız devriminden sonra gerçekleşen devrimler, hep bu arayışın, bu ideallerin peşine düşmüştür. Kah bu ideallere yaklaşmış, kah uzaklaşmış; fakat insanoğlu nefes aldığı müddetçe bunları aramış hep.
Fransız devrimi dünyadaki birçok öğeyi harekete geçirmiş, uyandırmıştır. Bu uyanma sürecinde Paris Komünü ve Ekim Devrimi gibi Fransız devriminin eksik bıraktığı idealleri arayıp bunun ötesine geçme durumu da yer yer olurken, bu ideallerin kıyısına bile yaklaşamayan bazen acı sonuçlar da olmuştur. Ama insanlık günümüzde de dahi bu idealleri aramakta; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik için bir mücadele vermektedir.
Rusya’da Dekabristleri, Osmanlı’da Jön Türkleri, Ermenileri, Rumları, Arnavutları, Balkan halklarını, Kürt Teali Cemiyeti'ni, İran aydınlarını, ismini sayamadığım birçok yerde, birçok ilerici, devrimci öğeyi hareketlendirmiş, harekete geçirmiştir Fransız devrimi ve onun ortaya çıkardığı idealler. Kitle radikalizmi, Fransız devrimini burjuvazinin istemediği sınırların ötesine taşımıştır. Bu taşıma işi, yani devrimin ilerletilmesi fikri, ulusal sınırları aşacak bir potansiyeli içinde taşıması, burjuvazinin kendisini Fransa’da egemen bir sınıf olarak örgütlenmesini engelleyen bir tehlikenin de ortaya çıkmasıdır aynı zamanda. Fransız burjuvazisi iç savaş döneminde veya Bonapartizmin egemen olduğu yıllarda bu tehlikenin önüne geçmiş ve kendisini sadece egemen bir sınıf olarak örgütlemiştir. Yani burjuvazi 1848 devrimlerinde değil sadece, 1789'da yavaş yavaş devrimin karakteri nasıl olmalı sorusunun cevabını vermiştir esasında.
Günümüz dünyası eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ideallerine ulaşacaksa, Fransız devriminin başladığı yerin ötesine geçip, yani siyasi özgürlüklerin sınırlarını, ekonomik özgürlükler ile taçlandırırsa ancak Fransız devriminin ortaya attığı ideallere ulaşabilir. Burjuvazinin, özellikle bizim gibi Ortadoğu toplumlarında, yönetici sınıfın tarihsel olarak çapsızlığı, az gelişmişliği, sorunları çözme yeteneğinden yoksun olması, ezilen halkların da nasıl bir siyaset ve program ile sahneye çıkmaları gerektiğinin ipuçlarını vermektedir. Ulusal sınırları aşan, burjuvazinin çözemediği, çözmesi mümkün olmayan demokratik görevleri de omuzlayan, fakat burada kalmayan, siyasi özgürlüklerin ötesine geçip, iktisadi özgürlükleri amaçlayan bir program. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olgusunun somut bir olgu olması için başka çaremiz yok.
Mehmet Can