Yukarıdaki soru başlığının en kısa yanıtı: çünkü devlet hiçbir şey yapmıyor. 65. hükümet programında esas politika ‘aile kurumunun güçlendirilmesi ve çocuk sayısının arttırılması’ olarak açıklanmıştı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bu hedef doğrultusundaki icraatlarının sonucu olarak, 2016 faaliyetlerinin raporunu yayınladı. İsminden ‘kadın’ çıkartılan ve yerine ‘aile’ getirilen bakanlığın adına yaraşır bir şekilde, raporda 449 kere aile denirken, kadın ifadesi 268 defa geçiyor. Raporun özeti, kadın cinayetleri, şiddet, tecavüz ve tacizin vahim boyutlarda ulaştığı ve ciddi bir toplumsal vaka haline geldiği bir ülkede, devletin bu durumu hiçbir şekilde önemsemediği.
Raporun girişinde tariflenen görev tanımları içerisinde kadına sıra, ailenin bütünlüğünün korunmasından ve sosyal politikalardan sonra geliyor. Öncelik “sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak”. Ailenin güçlendirilmesinin anlamı, evliliği teşvik eden politikaların yanı sıra boşanmayı zorlaştıran önlemlerin geliştirilmesi. Öncelik bu olunca, kadın cinayetlerinin önüne geçilememesi normal. Kadınlar en çok ailelerindeki erkekler tarafından şiddete uğruyor, öldürülüyor. Önlemenin yolu, bakanlığın stratejik hedefinin ilk maddesindeki gibi aile yapısını güçlendirmekten değil kadını güçlendirmekten geçiyor.
Kadınlara dair stratejik hedefler arasında cinayet, şiddet, taciz ve tecavüze dair hiçbir şey yok.
Devlete göre cinayetler yok
Bakanlığın 2016 bütçesi 22.079.932.656 tl. Raporda geniş şekilde yer alan mali tablolara göre, bakanlığın esas faaliyeti ve yatırım alanı yardımlar. Gelir düzeyi düşük olan birçok haneye, barınma, gıda, yakıt gibi yardımlar yapılması önemli. Ancak kadınların hayatını kolaylaştıracak yardımlar bu çeşitlilik içinde çok sınırlı. Barınma yardımı adına TOKİ işbirliğiyle konut yapımı var ama sığınak veya kreş hedefleri ihtiyaç karşısında sadece komik. Bakanlığa bağlı 101 ‘kadın konukevi’ var. 2016’da 2 kreş tamamlanması hedeflenmiş, Balıkesir ve Malatya’ya yapılmış. Bakanlık yüzde 100 başarısı için mutlu. Hedefte iki kreş için de temel atmak varken, bütçe kısıtlılığı gerekçesiyle yapılmamış.
Her üç kadından biri kocasının şiddetine uğrarken, bakanlık 5 kadın konukevi açmayı planlamış. Ve hiç açmamış. Niğde’de bütçe olmadığı için, diğer hedef illerde ise ‘bina bulunamadığı’ için.
Kadınlara ve çocuklara yönelik kurumların denetlenmesi ve ilgili personelin kadınlar-çocuklar lehine eğitimi gibi konularda ne yazık ki bakanlığın önceliğinde değil. Taşradaki bakanlık personeli ağırlıkla erkekler. Eğitim ve öğretim hizmetlerindeki 1483 personelin yalnızca 466’sı kadın. Bakanlık değerlerin aktarılmasında ailenin rolü, evlilik öncesi eğitimleri vb. veriyor. Söz konusu personele yıl boyunca 491 tane eğitim verilmesi hedeflenmiş. Yapılan personel eğitimi sayısı ise sıfır. Gerekçesi 15 Temmuz darbe girişimi.
Personel dağılımında dikkat çekici diğer noktaysa bakanlık personelinin hizmet sınıflandırmasında din hizmetleri kategorisinin olması. Bu sınıflandırmada merkezde istihdam edilen hiçbir personel bulunmazken taşrada 14’ü kadın 120 personel var.
Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında yapılan tek iş, teknik takip pilot projesi. Ne yaptığı belli olmayan bu projenin bütün yıl boyunca incelediği vaka sayısı kadar neredeyse her gün kadın ölüyor.
Aile içi şiddete dair yapılan şeyler, basketbol ve futbol maçlarında «Kadına Şiddete Karşı Buradayım De» yazılı pankartlar asılması, ‘dünyayı turuncuya boya’ kampanyası kapsamında 25 Kasım’da Çanakkle Truva Atı ve İzmir Saat Kulesi’nin turuncuyla aydınlatılması.
Kadınlara dönük bakanlık faaliyeti, rapor yazmak, araştırma yaptırmak ve yine rapor yazmaktan ibaret. 8 Mart’ta başta ‘Cumhurbaşkanı ve Eşleri Hanımfendinin’ düzenlediği resepsiyon olmak üzere, çeşitli devlet erkanının katıldığı ‘toplantılar’ bakanlığın doğrudan kadınlara dönük en ‘ciddi’ performansı.
Kadınlar olarak gündelik hayatta yaşadığımız gerçeklikle, devletin bu konuda muhatap olabilecek tek kurumu olan bakanlığın dünyası bambaşka. İşte bu yüzden son dönemde eylemlerde gördüğümüz gibi, kadınlar çok öfkeli.
2016’da her 4 kadından biri boşanmak istediği için öldürüldü. Şiddet neredeyse en çok boşanma gerekçesi. Devlet boşanmak isteyen kadınlara, hukuki destek sağlamalı, barınma ve maddi gelir olanakları tahsis etmeli, çocuk bakım yükünü azaltmalı, kolaylaştırmalı, sağlık güvencesi gibi sosyal hizmetler sunmalı. ‘Aile bütünlüğünü korumak’ önceliği olan bir devlet elbette bunları yapmıyor.
Şiddet önleme merkezleri, sığınak, kreş hedefleri yok denecek kadar az. Ancak üçüncü çocuğunu doğurana aylık 600 lira verilmesi için bütçe ayrılabiliyor. Evlilik teşviki, süt parası gibi yardımlar yapılıyor. Yani kadın devlet için evli olduğu ve çocuk doğurduğu müddetçe anlamlı. Devlet yardımı kapsamında kadının eline ne kadar gelir geçeceği ise yine çocuk doğurma performansına bağlı.
Aile mi iş mi
Çalışma Bakanlığı’nın torunlarına bakan kadınlara maddi destek yapılması önerisinin geldiği durum tam bir komedi. Çocuk bakımını bir kamu hizmeti olarak kreş gibi kurumlarla vermek yerine aileye ve özellikle kadına yüklemeyi hedefleyen bu öneri, yine AKP’li bir bakan tarafından ‘torununa bakıyor diye para vermek değerlere uymuyor, doğruma gelmiyor’ diye tepkiyle karşılandı.
Hükümetin belli ki kafası karıştı. Kadınların işgücündeki istihdamı arttıkça, yani kadınlar kendi gelirlerini kazanmaya başladıkça artan boşanma oranlarının önüne geçmeyi hedeflediler. Yeni işçi kuşakları için çocuk doğurulması hedefleri de cabası. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın temel faaliyeti de bu hedef etrafında ilerliyor. Kadını yeniden aile içindeki rolüne döndüren ve çocuk doğum, bakım işlerini yükleyen bu hedefin neticesinde kadınların istihdamdaki yeri açıkça düştü. Ekonomik hedefler için, ucuz ve esnek işgücü olarak kadınları yeniden iş hayatına katmanın yolu olarak, çocuklara büyükanneler baksın formülü ise muhafazakar hükümetin ‘doğrusuna gelmiyor’.
Aile mi yoksa ekonomik kalkınma mı kıskacına sıkıştırılmaya çalışılan şey ise milyonlarca kadının hayatı. Son dönemde yükselen kadın hareketi burada önemli bir rol oynayabilir. Hükümetin muhafazakar ve neoliberal politikalarının zig zagları arasında nesneleştirilen kadınların hayatlarına sahip çıkmasını kolaylaştıracak bir siyasi hatta ihtiyacımız var.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)