Nisan Tezleri
Birkaç hafta ahlak tartışması yapmayı planlıyorum. Muradım, becerebilirsem, tartışmayı politik eylem ve ahlak bağlamına çekmek.
İnsan toplulukları belirli bir düzen oluşturmak için kurallar koyuyor. Bunlardan bazıları, ahlaksal kurallar olarak işliyor. Ahlaksal kuralların bazıları da ahlaksal ilkelere dönüşüyor. Ahlaksal ilkeler bir kez icat edildikten sonra kapsamının, sınırlarının genişletilmesi için bir çaba başlıyor. Bu da giderek birtakım ahlak ilkelerinin evrensel olduğu iddiasını getiriyor. Bu kez, evrensel olduğu iddia edilen ahlak ilkelerinin, bu evrenselliğinin nerede temellendiği sorusu ortaya çıkıyor. Bu soru ikna edici bir tarzda cevaplanamıyor ama bu ilkelerin nereden kaynaklandığı sorusuna çeşitli dayanaklar bulma çabası şüphesiz felsefece bir etkinlik. Bu, yapılabilir. Evrensel olduğu iddia edilen ahlak ilkeleri için antropolojik temel arayışlarına girilebilir. İnsanın bunları doğuştan getirdiği savunulabilir ya da bir başka cevap üretilebilir. Şimdiye kadarki bütün denemeler soruyu ortadan kaldırmaya yetmiyor. Dolayısıyla evrensel ahlak ilkeleri olmadığını söylemek, dirençli bir tez haline geliyor.
Evrensel ahlak ilkesi olma iddiasının en incelmiş olanı belki de Kant’ın kategorik imperatif formülüdür. Hatırlatıyorum: “Öyle eyle ki senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin”. Bu kesin olma iddiasındaki buyruğun kendisi, kesin değildir. Evrensel bir ahlaksal ilkesi oluşturmaya çalışırken, iddiasının aksine, son derece mahallidir. Mahalli olmakla kalmıyor, mahalli bir ahlaksal ilkeye evrensellik biçimi vermek istiyor. Dolayısıyla bir mahalli kuralı evrensellik düzlemine çekmek istemesiyle baskıcıdır, despotçadır. Çünkü “nasıl eyleyeceğimin” bana gösteren, nerdeyse dikte eden şeyin ne olduğu tartışmasını yapmamaktadır. Ahlaki eylemin/davranışın koşullarla bağını kurmamaktadır. Kant’ın kategorik imperatifinin aksine Konfüçyüs’ün “komşuna sana davranılmasını istediği gibi davran” formülü daha verimlidir. Zira burada, mahalli olan ahlaksal davranışların birbirine eklemlenerek genişlemesi söz konusu oluyor. Her bir birey en yakınındakine kendisine davranılmasını istediği gibi davranırsa, buradan dünyayı sarmalayan bir ahlaksal zincir oluşur. Bu, mahalli olandan evrensel olana doğru bir genişlemedir. Bir lokalde yürürlüğe girmiş ilkenin bütün insanlığa dayatılması değil, mahalli olanların halkalar şeklinde genişlemesidir. Böyle olduğu için de “ahlaksal ilkelerin nereden sökün ettiği” sorusuna pratik bir cevap vermek zorunda kalmıyor. Bu cevaba teorik olarak ihtiyaç duyulsa da eylem/davranış alanında soru kendini dayatmıyor. Çünkü bizden istenen davranışın, yalınlığı onu sorgulamamızı gereksiz kılıyor. Konfüçyüs’ün ahlak ilkesinde, bu ilkenin nereden kaynaklandığı sorusuna cevap vermemiş olmak, teorik bir boşluk yaratsa da işlevsel bir ilke oluyor. Bu yüzden Konfüçyüs’ün ahlak ilkesi, Kant’ın kategorik imperatifinden daha işlevsel ve anlamlıdır. Eğer ille de bir ahlak kurallı telaffuz edilecekse bu Konfüçyüs olmalıdır.
Sinan Özbek