Sağcılıkta birleşmek: Donald Trump ve AKP medyası

01.02.2017 - 07:08
Onur Devrim Üçbaş
Haberi paylaş

Amerika Birleşik Devletleri, sağcı başkan adayı Donald Trump’în seçilmesinin ardından eylemlerle sarsılıyor.

Trump aslında ülke genelinde Demokrat Parti’nin adayı olan Hillary Clinton’dan daha az oy aldı, ancak ABD’de geçerli olan “Seçiciler Kurulu” uygulamasının sonucunda başkan oldu. Trump’ın seçim kampanyası ırkçılığın, milliyetçiliğin ve cinsiyetçiliğin damgasını vurduğu bir kampanyaydı. Trump Meksikalılara “tecavüzcü” dedi, kampanyasının ana sloganı “Amerika’yı yeniden büyük/güçlü yapın” idi, kadınlarla ilgili yaptığı cinsiyetçi yorumlar televizyonlardan düşmedi.

Trump seçilir seçilmez kampanyasında savunduğu hattı gerçekleştirmeye ve ABD’deki kitle hareketlerinin kazandığı haklara saldırmaya başladı. Beyaz Saray’ın sitesindeki LGBT bölümünü kaldırdı, kürtaj fonları kısıldı, Meksika duvarının örüleceği açıklandı ve son olarak nüfusun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu yedi ülkeden gelenlerin ABD’ye girmesini yasakladı. Yasak Irak, İran, Libya, Somali, Sudan ve Yemen’den gelenlerin üç ay boyunca ülkeye girmesini yasaklarken, Suriyeli mülteciler böyle bir süre sınırlaması olmadan dışarıda tutuluyor. Trump ayrıca mültecilik için başvuranlardan Hristiyanlara öncelik verileceğini açıkladı.

Bu ülkelerin büyük çoğunluğu ABD tarafından bombalandı ve pek çok kişinin mülteci olmasının sebebi tam da bu bombalamalardı. Trump bir yandan bu yedi ülkeden gelenleri ABD’ye almazken, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan üç ülkeye bir sınırlama getirilmedi. Bu üç ülkenin Sisi cuntasının hüküm sürdüğü Mısır, NATO üyesi Türkiye ve Ortadoğu’daki siyasal gericiliğin merkez üssü Suudi Arabistan olması tesadüf değil elbette. Bu üç ülke de ABD’nin yakın müttefiki

Trump’ın çıkardığı başkanlık kararnamesi derhal büyük bir tepkiye neden oldu. Trump’un temsil ettiği politikalara karşı yapılan ve dünya genelinde 4,8 milyon kişinin katıldığı tahmin edilen 21-22 Ocak’taki Dünya Kadın Yürüyüşünün üstünden iki hafta geçmişti ki bu kez bu yasağa karşı insanlar seferber oldu. Havaalanlarına giden binlerce kişi, girişleri reddedilen mültecilere ve bu ülkelerden ABD’ye geri dönmeye çalışanlara yardım etti, avukatlık desteği sundu. Farklı mesleklerden, farklı inançlardan, farklı etnik gruplardan binlerce kişi “Hepimiz Müslümanız”  , “Uluslara son, sınırlara son, sınır dışı etmeye son” sloganıyla eylem yaptı. ABD Piskoposlar Konferansı, Müslüman mültecilerin ülkeye girişini kısıtlayan Trump'ı eleştirirken, New York’taki taksiciler sendikası kararnameyi protesto için greve gitti.

Trump’a olan tepkiler ABD ile de sınırlı kalmadı. Trump’ın bir süre sonra resmi bir ziyarette bulunacağı İngiltere’de insanlar Trump’ın Müslüman düşmanlığına, ırkçılığına ve mülteci karşıtlığına karşı çıktılar. Trump’ın ziyaretinin iptal edilmesini talep eden bir imza kampanyasını dört gün içinde yaklaşık 1.800.000 kişi imzaladı. Londra’da 30.000 kişi Trump’a karşı eylem yaparken, diğer şehirlerde binlerce kişi sokaklara çıktı. Eylemciler “Hiç kimse illegal değildir”  ve “Müslüman komşularımızı seviyoruz” dövizleri taşıdılar.

Trump’ın kararı tüm dünyada tepki çekti. Fransa ve Almanya yasağı kınarken Kanada Başbakanı Justin Trudeau Kanada’nın inançlarından bağımsız olarak mültecileri kabul etmeye devam edeceğini söyledi. Bu ülkeler bu tepkiyi samimiyetlerinden değil, ülkelerindeki halkın tepkisini bir ölçüde yansıtmak zorunda kaldıkları için verdiler. İngiltere İşçi Partisi ve muhalefet lideri Jeremy Corbyn, Trump’ın ülkeye yapacağı ziyaretin iptal edilmesi çağrısında bulundu. Ancak dünyadan Trump’a yöneltilen bütün bu tepkilerin arasında bir ses eksikti. Ne Erdoğan ne de Binali Yıldırım’dan bu yasağı kınayan bir açıklama geldi.

Bu sessizlik yalnızca Cumhurbaşkanı ve hükümet ile sınırlı değildi, AKP medyasının neredeyse tüm yazarları da Trump’ın yasağını küçümseyen ve görmezden gelen yazılar yazdılar. Hilal Kaplan sanki ülkeye girişi yasaklananlar sadece ABD vatandaşlarıymış gibi “Benim birinci derdim ülkemdeki ve bölgemdeki Müslümanların hali” diye yazarak Trump’ın kararını meşrulaştırmaya çalıştı. Cemil Barlas “Global çetenin mülteci yaygarası ABD’de ellerinde patlıyor, çoğunluk kararı desteklerken uygulamada hatalar olduğu konuşuluyor” yazarken, Cem Küçük ise yasağa karşı çıkanlara “Sizin derdiniz Müslümanlar değil, hegemonyanıza engel olduğunu düşündüğünüz Trump” dedi.

Erdoğan’ın ve AKP medyasının sessizliği şaşırtıcı değil aslında. AKP yeni göreve gelen Donald Trump’tan kendisine daha yakın bir çizgi izlemesini, Obama döneminde gerilen ilişkilerin düzelmesini ve bunun için somut adımlar atmasını bekliyor. Suriye politikasında işbirliği ve Fethullah Gülen’in iadesi ilk öne çıkan talepler. Bu amaca ulaşmak için sağcı, ırkçı, milliyetçi ve Müslüman düşmanı biri ile ittifak yapmaya, daha doğrusu onun suyuna gitmeye çoktan hazırlar. Yemin töreninde İslam dininin temsilcilerine yer vermezken İslami terörden bahseden Trump’ı “makul” bir başkan olarak göstermek için yine eski bildik kavrama başvuruluyor: Üst Akıl ve global çete.

Nerede başlayıp nerede bittiği bilinmeyen, anti-semitist imalardan, on yılların komplo teorilerine uzanan bir çizgide gezinen ve bir yandan da bu muğlaklığından, bu altı boş olma halinden güç alan üst akıl teorisi AKP medyası tarafından kullanışlı bulunuyor. Müslümanları savunmak için sokağa çıkanlar Gezici, Sorosçu, küresel düzenin piyonları ilan ediliyor. Dünya genelindeki bu küresel komploya karşı ittifak eksenini yine Cemil Barlas çiziyor: Putin-Trump-Erdoğan. Bu saçmalığa inanmak için Trump’ın bir milyarder olduğunu, ilk toplantılardan birini büyük bankaların temsilcileriyle yaptığını ve ortaya sürdüğü “düzen karşıtlığı”nın mevcut düzenin yenilenmesi olduğunu görmemek gerekiyor. İktidarın medyadaki temsilcileri bir yandan Trump’la olası bir işbirliğine halkı hazırlarken diğer yandan “ebedi düşman Batı” imgesini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Obama yönetiminin yaptıkları sayılırken, suçlu bir anda ondan çıkıp ABD’deki halk ve sıradan insanlar oluyor.

AKP medyasının görmezden geldiği, kara çaldığı, iftira attığı ABD’deki havaalanı eylemleri tam da bu söylemi yerle bir ediyor aslında. Çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu sıradan Amerikalılar, sıradan İngilizler komşuları, arkadaşları, tanıdıkları için sokağa çıktılar. Kimi bunu dini duyarlılıklarla, kimi insan haklarına önem verdiği için, kimi ise sınırların devletler tarafından çizilen hayali çizgiler olduğunu görerek yaptı. Hangi AKP’li köşe yazarı ne yazarsa yazsın, bu insanlar varlar ve hükümetlerinden farklı düşünüyorlar. 2003’de sokağa çıkan milyonlarca kişi nasıl Irak’ın işgaline karşı çıktıysa bugün de ABD ve İngiltere olmak üzere milyonlarca Batılı Trump’ın Müslüman düşmanlığına cephe alıyor.

Ne Erdoğan ne de onun propaganda makinesi aşağıdan hareketleri sevmez. Hem Türkiye’de hem de başka ülkelerdeki kitle eylemlerinde her zaman bir “gizli el”, bir lobi, bir üst akıl bulmaya çalışır. Çünkü bulamazsa sıradan insanların birer özne olduğunu kabul etmek zorundadır. Gezi’de baskıya karşı çıkan eylemcilerle, 15 Temmuz’da darbeye karşı çıkıp “Darbeye hayır, savaşa hayır, yaşasın barış” diyenlerin, bu iki kesimle Müslüman komşuma dokunma diyen Batılıların konuşmasını ve ortak çıkarlara sahip olduklarını anlamalarını engellemenin tek yolu bu insanları birer özne olarak görmemektir. Ancak bu şekilde her kesimin korkusuna oynanabilir ve insanlar kendilerinden nefret eden bir dünyadaki tek güvenli limanın Erdoğan’ın söyledikleri ve yaptıkları olduğuna inandırılabilir.

Bu yalanı reddetmek zorundayız. Tüm dünyadaki kitle hareketlerinin deneyimlerini birbirine aktardıkça ve dünya işçi sınıfının bölen bütün o komplo teorilerine bulanmış, yabancı düşmanlığını ve milliyetçiliği yendikçe Trump’ın ABD işçilerine Müslümanlar hakkında söylediği yalanlar da, Erdoğan’ın Türkiye işçilerine Batı ülkelerinin halkları hakkında söylediği yalanlar da deşifre olacak. ABD’li sosyalistlerin ilk işi nasıl Müslüman düşmanlığına karşı mücadele ise bizim de burada ilk işimiz Batılı devletlerin katliamlarından ve haksızlıklarından, halkları ve giderek Batı uygarlığını sorumlu tutan İslamcı oksidentalizme karşı mücadele etmektir. Türkiye halklarına, onları savunanın Erdoğan değil, ABD havaalanlarında “Hepimiz Müslümanız” diyen sıradan ABD’li insanlar olduğunu gösterebildiğimiz gün, dünya ezilenlerin birliği açısından önemli bir gün olacak.

Onur Devrim Üçbaş

[email protected]

Bültene kayıt ol