15-16 Temmuz direnişinin demokratik havası savaşla kirletildi.
Kürt sorunun askerî yöntemlerle çözülmeyeceği çoktan kabul edilmişken, bu yöntemler yeniden uygulanmaya başlandı. Suriye ve Irak’taki savaşın bir parçası olundu. Darbecilerle mücadele gerekçesinden çoktan sapan OHAL’in anti-demokratik ortamında darbeyle alakası olmayan binlerce emekçi ekmeksiz bırakıldı.
Bunun bir sorumlusu başını Gülencilerin çektiği fakat onlardan ibaret olmayan darbeciler. Başarmadılar, fakat ektikleri karamsarlık, umutsuzluk, kutuplaşma tohumları, devirmek istedikleri siyasî iktidar tarafından sulanıyor. Üç cephede savaş başlatan Erdoğan’ın, bürokrasiyi Gülencilerden temizleyip kemalist bürokratların ve Ergenekoncuların önünü açmasıdır bu kesif havayı yaratan.
Fakat tüm bunlar değişim umudunu yitirmemize neden olamaz.
80’ler, 90’lar... 12 Eylül, 28 Şubat... Hrant Dink cinayeti ve Malatya katliamlarının gerçekleştiği korkunç zamanlar...
Türkiye işçi sınıfı ve sosyalistleri, her zaman mücadele ederek baskı, OHAL, anti-demokratik uygulamaları aşmayı bildi; demokrasinin sınırlarını, kazanarak genişletmeyi başardı.
Gezi Parkı direnişi ve 15-16 Temmuz direnişi! Üç yıl arayla gerçekleşen demokratik halk direnişleri hiç beklenmedik bir zamanda, beklenmedik yerlerden ve şekilllerle geldi. İlkine 5 milyon, ikincisine 25 milyon kişi katıldı.
Türkiye dünyanın bir parçasıdır. Bu dünyada sadece emperyalist savaş, ırkçılık, gözüdönmüş mezhepçilik, baskılar yok. Türkiye’de olduğu gibi her yerde insanlar benzer sorunlara karşı ortak taleplerle mücadele ediyor. 2008 borç krizinin ardından gelen 2011 küresel protesto dalgasının dünyayı sarışı, 1968 isyanından kat be kat daha büyüktür ve bu yükselen bir harekettir. Dünya mücadele edenlerin yanında.
Tüm bunları saydığımızda “Böyle bir halk, böyle bir hükümet, böyle bir adam, böyle bir muhalefet...” diyerek itiraz edecek olanlara:
Kapitalizmin 400 yıllık egemenliği süresince tek başarılı sosyalist devrim Rus işçi sınıfı tarafından 1917 yılında yapıldı. Rus işçilerinin çoğunluğu ilkokula bile gitmemişti, dindardılar, Çarlık devletini kendi devletleri olarak görüyorlardı. Çarlık, tarihteki en baskıcı polis devletlerinden biriydi ve Avrupa’da siyasî gericiliğin kalesiydi. Almanya’nın müttefiği olarak dünyanın en kanlı savaşındaydı. Evet, o dönemde liberal ve sosyal-demokrat muhalefet berbattı. Fakat uluslararası işçi hareketinin çıkarlarını savunan bir devrimci parti vardı ve işçi sınıfı kendiliğinden ayaklandığında, kitlelerin kalbini ve aklını kazanarak devrime liderlik edecek bir parti vardı. İşçi sınıfının sayıca az olduğu, halkın çoğunluğunun köylerde yaşadığı Rusya’daki devrim 2. dünya savaşına kadar küresel kapitalizmi sarsacak devrimler ve ayaklanmalar dizisini başlattı.
Volkan Akyıldırım