Geçen hafta metrobüsteki bir kadın yolcuya tekme atarak saldıran Abdullah Çakıroğlu, önce gözaltına alınıp serbest bırakıldı, ardından tutuklandı. Ancak mesele bu basitlikte değil. Bu gel-git arasında bir dizi tartışma ve elbetteki ‘rezalet’ yaşandı. Meselenin metrobüsteki münferit saldırıdan ibaret olmadığı ve toplumsal bir sorun olduğu benzer saldırıların sıklığından da görülebilir. Bu olaydan birkaç gün sonra İzmir’de sokakta kendisiyle tanışmak isteyen bir adamı reddeden kadının maruz kaldığı şey de şiddet oldu.
Metrobüste şort giydiği için, sokakta kendisini reddettiği için bir kadına şiddet uygulamayı kendinde hak gören, buna cüret edebilen erkeklerin varolmasını sağlayan şey toplumun tepesinden tırnağına sinmiş cinsiyetçilik. Kadına yönelik şiddetin kronik olarak cezasız kalıyor olması, katillerin ve saldıganların iyi hal indirimleriyle ödüllendiriliyor olması bir kadına şiddet uygulamayı normalleştiren ve saldırganlara nasıl olsa başlarına bir şey gelmeyeceğine dair güven veren temel unsurlar.
Kadınların bedenleri sürekli bir ‘konu’. İktidarın tepesinden hane içindeki ilişkilere kadar geniş bir alanda bir konu üstelik. Kadınların yaşam hakkını çoğu zaman tehlikeye atan bir konu. Bir kadının giyimi yüzünden saldırıya maruz kalması da metrobüsteki saldırganın psikolojik durumu üzerinden saldırının meşrulaştırılması da kadına yönelik şiddet kapsamında sıkça karşılaşılan durumlar.
Metrobüsteki saldırganın gerekçesi kadının ‘şort giymesi’ idi ve daha sonra kendisini ‘giyimini beğenmediğimi döverim’ ifadeleriyle savundu. Kadınların bedeni zaten ana akım siyasetin temel çekişme sahalarından biri haline getirilmişken şaşırtıcı değil. Siyasetteki kamplaşma habire kadınların bedeni üzerinden yapılan tartışmalar etrafında şekilleniyor, kamplaşma kadınlarla uğraşarak kızıştırılıyor. Kırmızı ruj, kahkaha, hamileyken sokakta gezmek, başörtüsü, trans olmak siysette didişme, itham, dışlama konusu olunca bunun sokaktaki karşılığı kadınlar için daha fazla şiddet demek.
Saldırıya kamuoyunda gösterilen tepkiler sayesinde saldırgan ‘halkı kin ve nefrete teşvik etmek’ ve ‘bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale etmekten’ suçlanarak tutuklandı. Mesela kırmızı ruj üzerinden kadınları hedef haline getiren cinsiyetçi siyasetin sonuçları bu saldırılar. ‘Kin ve nefrete teşvik’ bu siyasetin kendisinde başlamıyor mu?
En azından şimdilik ve tek olayda tepkiler karşılığını buldu. Böylesi saldırılarda adaletin yerini bulması ve saldırganların cezalandırılması için gösterilen tepki ve yürütülen mücadele önemli. Ancak tekmeye güveni veren siyasetin, cinsiyetçiliğin kendisini yenmek birçok saldırıyı önleyebilir.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)