Son KHK’lar da gösterdi ki, hükümet, darbe sorumlularının açığa çıkarılması sürecini sulandırma, krizi fırsata çevirme peşinde. On binlerce kamu çalışanının meslekten ihraç edilmesinin, ihraç edilenler arasında sendika faaliyetleriyle, sol görüşleriyle öne çıkan isimlerin de yer almasının başka bir açıklaması yok.
15 Temmuz darbe girişimi gecesinde yaşananlara dair bir dizi yanıtsız sorunun olduğu herkesin malumu. Hükümet bu soruları yanıtlamaya çalışmak veya darbeye girişen Gülen cemaati konusunda kendi sorumluluğunu kabullenmek yerine, tıpkı daha önce Ergenekon-Balyoz davalarında olduğu gibi meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı tercih ediyor.
Darbe girişiminden beri televizyonlarda mütemadiyen Gülen cemaatine dair ‘magazinsel’ konuların işlenmesiyle başlayan sulandırmaca, yine yayın organlarında alakasız kişi ve çevrelerin cemaatle ilişkilendirildiği ‘sansasyonel’ haberlerle devam ediyor. 30 Ağustos’ta Akşam gazetesinin 15 Temmuz’un arkasında Ekümenik Patrik Bartholomeos’un olduğuna dair yalan kaynaklı haberi ya da hedef gösterme-şaşırtma hamlesi gibi.
Benzer şekilde 31 Ağustos ve 1 Eylül günlerinin körüklenmeye çalışılan ‘sansasyonu’ da Avukat Mücteba Kılıç’ın gözaltına alınmasıydı. İşin sulandırma, hedef saptırma-gösterme kısmı, söz konusu ismin yıllar önce Gülen’le birlikte yer aldığı videosunun DSİP üyesi olduğu bilgisiyle servis edilmesi. Konu hakkında DSİP’in resmi açıklamasında belirtildiği gibi “Kılıç, 2010 yılında DSİP'in de bir bileşeni olduğu Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu'nun çalışmalarında yer almış, daha sonra partimize üye olmuş, 2011 yılında ise DSİP üyeliğinden istifa etmiştir.” Açıklamanın tamamı DSİP’in resmi sayfasından okunabilir.
DSİP yürüttüğü çalışmalarda ve siyasi kampanyalarda yan yana geldiği, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, homofobiye, transfobiye, islamofobiye karşı olduğunu beyan eden, emekten ve özgürlükten yana olan, bu ilkelerde DSİP’le anlaşan herkese yol arkadaşlığı, parti üyeliği teklif eder. Ne bu teklifi ederken ne de teklifinin olumlu karşılanmasının ardından, yol arkadaşı olmak istediği insanları geçmişteki siyasi angajmanlarından dolayı herhangi bir teste tabi tutar.
Ne gibi deliller olduğu açıklanmaksızın binlerce insanın darbe girişimiyle ilişkilendirilerek gözaltına alındığı, tutuklandığı, ihraç edildiği süreçte kimin neyle ne kadar ilişkili olduğunu hepimiz birlikte öğreniriz, umarım. Bunun için elbette kopyala-yapıştır iddianamelerin, at çuvala gitsin tutuklamaların olmadığı ve adil yargılanma hakkının gözetildiği bir süreç gerekiyor. Bu süreci de umalım.
Esas dikkat çekmek istediğim konu, bazı iddiaların ‘teyitli bilgi’ mertebesine ulaşmasındaki hız ve bu sürecin hiç sorgulanmayışındaki tuhaflık. İsmi cismi meçhul birkaç Twitter hesabından ortaya çarpıtılmış bir ‘bilgi’ atılır. O ‘bilgi’ birkaç saat içerisinde ‘sol görünümlü’ bir siteden yayılarak Yeni Şafak, Star gibi yayın organlarına, oradan Hürriyet’in manşet haberlerine ve hatta TRT 1 akşam haberlerine kadar ulaşır. Bu hızlı serüvenin ortasında bir yerlerde, söz konusu olay çoktan ‘gerçek haber’ ve DSİP’e yönelik karalama kampanyası haline gelmiştir bile.
Bu tür karalama kampanyalarının girişimlerinin amacının hedef saptırmak ve siyasal iktidarın darbe girişiminin önünü açan politikalarını sorgulanmasını önlemek olduğu açık. Hükümet savaş politikalarına yol vererek, ordunun son yıllarda zayıflayan gücünü toparlamasına ve darbe sürecinin işlemesine davetiye çıkarmıştır. Dahası, mevcut siyasal iktidarın Gülen cemaatinin devlet içerisinde örgütlenmesinin önünü açtığı kendilerinin bile kabul ettiği bir gerçek. Bu gerçeklerin üzerini örtmek, hedef saptırmak için azınlıklardan sola tüm “olağan şüphelileri” darbecilikle ilişkilendirmeye dönük karalama kampanyaları gündeme getiriliyor. Adil Öksüz’ün akıbeti hâlâ bir muamma iken gündemin Atilla Taş’la dolup taşması da bu sulandırmanın bir parçası.
DSİP’in ne söylediği, ne yaptığı ayan beyan ortadadır. 15 Temmuz gecesi henüz 23:29’da ‘darbeye geçit vermeyeceğiz’ başlığıyla yaptığı açıklamada tavrını netçe ortaya koymuştur. Askeri darbeler karşısındaki tavizsiz tutumu, 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e, 28 Şubat’tan 27 Nisan e-muhtırasına kadar darbeler tarihinin tüm sorumlularıyla hesaplaşılması talebinin en ısrarlı savunucusu olduğu ortadadır. Darbenin taşlarını döşeyen ‘karanlık’ olayların açığa çıkartılması, faillerin yargılanması konusundaki mücadelesi bellidir.
Bir gün önce 30 Ağustos’ta ‘zafer’ değil Anadolu’yu Türkleştirme politikalarının neticesinde yok edilmiş Rumların acısını gördüğümüz için bizi topa tutanlar, bir gün sonra Gülen cemaatiyle ilişkilendirmeye çalışınca komik oluyorlar. Üstelik hükümetinden CHP’sine, faşistinden Gülen’ine, ulusalcısından kara propagandacısına hepsi ‘zafere’ saygı duruşunda omuz omuzayken. İştahla kara propagandaya sarılanlar, medyanın mevzuyu sulandırmak için giriştiği ‘çamur at izi kalsıncığılın’ hükümetin ne kadar işine geldiğini muhtemelen fark edemiyor. Bu işin varabileceği noktaları tahmin edememeleri ise daha vahim.
OHAL değil demokratikleşme
DSİP darbelere karşı olduğu gibi darbenin, iktidarın baskıcı politikalarının bir mazereti haline getirilmesine de, OHAL ilanıyla özgürlüklerin kısıtlanmasına, savaş politikalarına, OHAL’in kamuda çalışma güvencesinin kaldırılması, bireysel emeklilik zorlaması gibi politikalarla sermaye için “Allah’ın lütfu” haline getirilmesine de karşı.
Son olarak 15 Temmuz darbesinin kitlelerin eylemiyle püskürtülmesi muazzam bir kazanım. Şu anda hükümet gerek savaş politikalarıyla gerekse Ergenekon- Balyozcularla kurduğu ittifakla bu kazanımı tankları durduranların elinden çalmaya çalışıyor. 15 Temmuz’un sağa sola atılan çamurlarla sulandırılmasına müsaade etmemek gerektiği gibi Ergenekon-Balyozcuların itibarlarını kazanmasına, sahalara dönmesine izin vermemek de çok önemli. Sahnedeki Mehmet Ağar’la da manşetlerdeki İlker Başbuğ’la da derdimiz var.
Meltem Oral