İhtiyarlamak

23.08.2016 - 15:37
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

7 Haziran seçimlerinden bu yana sadece bir yıl geçmiş ama ben dahil bir çok insan sanki seneler geçmiş gibi hissediyoruz. 7 Haziran seçimlerine giderken tüm Türkiye’nin partisi olacağını vadeden bir HDP vardı ve bu partinin seçimlerde gösterdiği başarıyla, epey bir badire atlattıktan sonra, artık düzlüğe çıkıyoruz duygusunu yaşamaya başlamıştık.

Artık savaş durmuştu. Tek tük olaylar olsa da, “analar ağlamasın” diyenlere karşı, “hadi canım, analar ağlamadan olur mu hiç?” diyenleri hep beraber duygusuz ve vicdansız olmakla aşağılıyorduk.    

Üstelik “70 milyon adım” altında, laik ve dindar, Sünni ve Alevi, Türk ve Kürd gibi çok farklı kesimlerin barışsever ve demokrat insanları “Darbelere dur de! Bir daha asla!” diyerek sokaklarda bir araya gelmiş; olgunlaşan bir toplum olmuştuk.  

Yani epey bir zamandır memlekette artık darbe olmayacağını, barışın da artık neredeyse yerleştiğini düşünüyorduk.  

Biz bunu “zannederken”, o sıralarda dehşet tezgâhları hazırlayanlar varmış.  

Ve seçimlere iki gün kala Diyarbakır’da patlatılan bombanın anons ettiği bir cehennem başladı; seçimler bittiği andan itibaren her şey hızla alabora oldu.   “Çözüm Süreci zaten yok ki” diyenlere, “biz de zaten Çözüm Süreci’ni bitirdik” diyenlerin sempati ve dayanışma mesajları cevap verdi.  

Suruç’ta 20 Temmuz’da gencecik insanlar havaya uçuruldu ve iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis gayet organize ve karanlık bir usulle şehit edildi.  

7 Haziran seçimlerinin gecesinde “istikrarsızlık gelir” diyenler, terörün patlattığı bombaların gürültüsü arasında, “işte bakın, istikrarsızlık geldi işte” diyerek ve de “koalisyon kurmaya çalışıyormuş ama ne yazık ki bir türlü başarılamıyormuş” gibi yaparak, 1 Kasım seçimlerinden “istikrar için gerekli”tek parti yönetimini çıkardılar.  

Nedense şu büyülü kelime “istikrar” bir türlü gelemedi.  

Tam tersine bütün umutlar uçtu.  

IŞİD’in terörü memleketi kan gölüne çevirdi. Onunla yarışamasa da, varlığı “bir dava uğruna” olduğu söylenen PKK/TAK adlı örgüt de insanları “terörize etmek” konusunda gereken ihtimamı gösterdi.  

Hendekler kazıp, özerklik ilan edenler, Güneydoğu’yu yerle bir etmek için yanıp tutuşanlara altın tepsi içinde fırsat sundu.  

En sonunda, daha önceki darbecilerin izinden giden 15 Temmuz darbecileri, bu sefer “hikmetinden sual olunmaz pek kutsal Fethullah Gülen Hocaefendi hazretlerinin açtığı ışıklı yolda”, Güneydoğu’dan aldıkları “kahramanlık madalyaları” eşliğinde, Türkiye tarihinin en travmatik sayfalarından birine imza attılar.  

Kimlerle, ne ölçüde işbirliği içinde, başka kimlerin hesaplarını da üstlenerek giriştiklerini kısa vadede muhtemelen bilemeyeceğiz ama ulusalcı, Kemalist, ülkücü, dinci, Fethullahçı, Amerikancı gibi cemaatlere bölünmüş bir devletin ve ordusunun içindeki güç dengelerinin, ittifakların ve iç hesaplaşmaların ne kadar karanlık olduğunu damarlarımızda hissediyoruz bugün...  

Ve böylesine karanlık dehlizler içinden ne tür komplolar çıkabileceğini, ne tür manipülasyonlar üretilebileceğine ne yazık ki, acıyla şahit oluyoruz.  

Osman Baydemir'in Meclis’te Ceylanpınar olayına ilişkin yaptığı konuşmanın da korkunç ipuçlarını verdiği gibi, o iki polisin sinsice katledilmelerindeki şüphelerimizde ne kadar haklı olduğumuzu görüyoruz. Çok belli ki, Türkiye’nin şu karanlık yılını tezgahlayanlar Ceylanpınar’la çok sağlam bir hesap yapmışlar.  

Çünkü kendine güveni kırılmış bir toplumun, karmakarışık olmuş bir dünya ve Türkiye’de sadece “inanmaya” ihtiyacı var. Ve savaş isteyenler, onun en kolay sunumlara inanmasının ne kadar kolay olduğunu biliyorlar.  

Yüzyıllardır bu kadar savaş, kriz ve travmayla yaşayan; ağlamayan ananın kalmadığı bu millet “tek adamlara” tapmasın, “tek çözümlere” inanmasın da ne yapsın?   Üstelik, ortalama normal bir ülkenin on yılda yaşadığı olayları bir sene içinde yaşamış ve hâlâ Elazığ, Diyarbakır terör saldırılarında yaşamaya devam eden bir toplumuz ve bu yüzden hızla ihtiyarlamaya devam ediyoruz.

Ferhat Kentel

[email protected]

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol