Bizim memlekette çeşitli kesimlerin her durum karşısında inanılmaz bir uyum kapasitesi var. Mesela bir türkücü var; Hrant öldürüldüğü zaman, onu öldüren Ogünlere falan “vatansever” methiyeler düzmüştü.
Bugün sosyal medya, bu “vatansever” türkücünün geçmişte, her dönemin en güçlülerine sürekli methiyeler düzen biri olduğunu hatırlatıyor bize...
Yani onun kahramanlığının sadece en güçlülerin koltuğunun altında, Türkiye’nin en namlı darbecisi Kenan Evren’e ve “onun vatanı kurtarmasına” methiyeler düzerken ortaya çıktığını görüyoruz. Ya da, benzer karakterlerde olduğu gibi ve gayet beklenebileceği gibi, bugünkü namı “FETÖ’nün ele başı”na dönüşmüş olan Fethullah Gülen’e düzdüğü türkü görünümlü methiyelerde de görüyoruz...
Ya da bugün Ali Bulaç’ın tutuklanmasını eleştirdiği için Alev Ekilet’i “FETÖcü” ilan edip, linç etmeye kalkışanlar... 28 Şubat’ın en baskıcı dönemlerinde, birileri başörtüsü için “teferruat” derken, üniversitesinden başörtüsü nedeniyle uzaklaştırılan ve zerre kadar eğilip bükülmeden, düşüncelerinden taviz vermeden, sessiz sedasız entelektüel faaliyetlerine devam eden Alev Erkilet’e bu saldırıları yapanların da bugünün “FETÖ lideri”, dünün “hoca efendisi” hakkında geçmişte yapmadıkları methiyenin kalmadığını bilmek de hiç şaşırtıcı gelmiyor nedense...
Yani her devrin adamları... Güce tapan, güçlünün yanında durarak postunu kurtaran zeki, çevik, kurnaz “vatansever” vatandaşlar...
Ama bu sadece üç-beş vatandaşın meselesi mi? Pek emin değilim...
Kaknüs Yayınları Editörü Mahmut Feyzi Erdal’ın bana yönelttiği “15 Temmuz’da halk ve polisler mücadele ederken TSK içindeki çoğunluğu oluşturan vatansever askerlerimiz niçin bu darbeye karşı başkaldırıda bulunmadı?” sorusunda yatan korkunç şüpheleri biraz deşelim.
Bu sorunun cevabının muhakkak bilinmesi lazım. Ve sivil siyaset otoritesinin istihbarat birimlerinden alacağı bilgiyle bunu cevaplandırması lazım.
Çünkü bu soruya açıkça ve samimi cevaplar verilemezse, Türkiye demokrasisinin tepesinde her daim sallanan darbe belalarından pek kurtulma imkanı bulamayacağız.
Ben ise bu soruya cevap verebilecek istihbarı bilgiye zerre kadar sahip değilim.
Sadece spekülasyon yapabilirim ve yapacağım bu spekülasyonların birisi hariç, hiçbirinden emin değilim.
- Öncelikle şundan eminim: “vatansever askerlerimizin”, “başkaldırıda” bulunmaları söz konusu değildi. Onlardan sadece darbeci ayaklanmayı “bastırmaları” beklenirdi.
- Öte yandan, aslında Türkiye'nin ordusu belki de hiçbir zaman “kahraman” bir ordu olmadı. Birileri bu darbeye kalkışırken, diğerleri (“vatansever askerler”) gözlerinin önünde katliamlar gerçekleşirken, “neme lazım, aman biz karışmayalım” ruh halindeydiler belki de...
- Belki de bütün ordu aslında darbeciydi; dolayısıyla bir kısmı harekete geçerken, diğerleri sağlam kalmayı ve ileride -başka darbeler için- devreye girmeyi beklediler.
- Ya da darbeye karışmayanlar zaten darbecilerin darbe yapacaklarını, ancak onların yeteri kadar güçlü olmadıklarını biliyorlardı. Dolayısıyla ordu içindeki rakiplerini temizlemek için bu mükemmel fırsatı beklediler. “Bırakınız yapsınlar”ı oynadılar ve Cemaatçi darbeciler de açığa çıktılar. Üstelik, asker kurşunu ve topuyla yüzlerce insan şehit olurken, “darbeye karışmayanların” o insanları korumak için kılları kıpırdamadı. Ve gene üstelik darbeciler halkın ve polisin direnişiyle tam manasıyla sopa yerken, onlar parmaklarını oynatmadan kendilerini korudular; hem ordunun içinde hakimiyeti ele geçirdiler hem de düşmanlarını bertaraf ettiler.
Bu onların çok işine yaradı ama devletin yeniden kurulumu ve konsolidasyonu açısından da gayet işlevsel oldu. Yeniden mobilizasyonla, yeniden “milli ruh” eşliğinde...
Ve bu arada sokaklarda konvoylar geziyor, “En büyük asker bizim asker!” diyerek...
Her şey klasik rayına oturuyor yani...
Ferhat Kentel
(Bas Haber)