Uzun uzun anlatmaya gerek var mı?
Yazmaya gerek var mı gerçekten?
Sokakta kâğıt toplayan çocukları…
Akranları bilgisayarda oyun oynarken
yağ içinde tamircilerde çalışanları…
Yollarda arabaların camlarını silenleri…
Mendil satmaya çabalayanları…
Önüne bir ders kitabı koyup avuç açanları…
Barlar sokağında çiftlere gül uzatanları…
Bali çekip başka bir dünyaya bakanları…
İstiklal Marşı'nın on kıtasını ezberlemek zorunda kalanları…
Anlamını bile bilmedikleri faşist marşları öğrenmek zorunda bırakılanları…
Pırıl pırıl beyinleri ırkçılıkla, milliyetçilikle, nefretle doldurulanları…
Ve Kürt çocuklarını…
Okulda anadilini değil de yabancı bir dilde konuşmak zorunda kalanları…
Evleri bombalananları, yakılıp yıkılanları…
Anneleri, babaları, ağabeyleri, ablaları dağlarda ölenleri…
Zindanlarda çürüyenleri…
Aşağılanan, horlanan, yok sayılanları…
Ağlaya ağlaya "her gün bomba sesi duymak istemiyorum,
ben de normal çocuklar gibi okula gitmek istiyorum" diyenleri…
Ve Kürt çocuklarını öldürmeye giderken
babaların kendi evinde yetim bıraktığı çocukları…
Ve göç yollarında büyüyen ya da büyüyemeyen
Arap/Kürt/Ezidî/Süryani çocukları...
Daha iyi bir yaşama kaçarken denizde boğulup, cesedi kıyıya vuranları…
Bunlar da nereden çıktı?larla büyümek zorunda kalanları…
Ne ev, ne okul, ne para, bilmedikleri topraklarda sefil olanları…
Üç kuruşa belki hayatı kurtulur diye babaları yaşlarında erkeklerle evlendirilenleri…
Hangi birini yazalım…
Kaldıkları yurtlarda tacize/tecavüze uğrayanları…
Aile içi / aile dışı şiddete maruz kalanları…
Köle misali alınıp satılanları…
Bir de...
"Güvenlik güçleri" tarafından açılan ateş yüzünden
kaldırılamayan cenazesi derin dondurucuda muhafaza edilenleri…
Kutlanacak yine bayramları ama…
Yok…
Ne bayram… ne bayrak…
Örtemez, gizleyemez bu çocuk cehennemini…
Ne bugünün…
Ne de 1915'in cehennemini!
Atilla Dirim