Özgecan Aslan’ın katilinin tutuklu bulunduğu cezaevinde öldürülmesinin ardından pek çok tartışma başladı. Kesin olan tek şey kadınlar için yine adalet yok. ‘Oh olsun’ diye düşünenler yanılıyor. Kadınlar için adaleti getirecek olan şey katillerin başka katiller tarafından öldürülmesi değil. Adalet kadın cinayetlerini önlemekle mümkün. Peki cinayetleri nasıl durduracağız?
Kadın cinayetlerinde katillerin yargılanması ve mevcut hukuk sistemi içerisinde cezalandırılması elbette çok önemli. Ancak bir o kadar önemli olan şey cinayetleri önleyici politikaların hayata geçirilmesi. Kadınlar eşlerinin, babalarının, sevgililerinin, abilerinin bir cinnet anına denk gelip öldürülmüyor. Çoğu zaman hayatta tek başına ayakta durmak konusundaki zorluklar kadınları şiddet dolu bir hayata mahkum ediyor. Şiddet sarmalından sıyrılmaya, içinde bulunduğu baskı koşullarından kurtulmaya çalışan kadınlarsa hayati tehlikeyle burun buruna geliyor. Ne yazık ki cinayetlerin çoğu boşanmak isteyen kadınlara yönelik işleniyor.
Rakamlar ve istatistikler ne yapılması gerektiğini çok açık söylüyor. Ancak hiçbir devlet kurumu cinayetleri önleyici bir politika için elini taşın altına koymazken medya cinayetleri ‘magazinselleştirip’, sembolikleştirip tekil, bireysel cinnet vakalarına veya ‘sapkınlığa’ indirgiyor. Kadın cinayetlerinin önleme meselesi katilin cenazesini kabul etmeyen köy muhtarı kadar ele alınmaya değer görülmüyor.
Kadın cinayetlerinin önüne geçilmesi için; kadınların ekonomik bağımsızlığını sağlaması üzerine destekleyici politikaların uygulanması, toplumsal yaşama dahil olunmasını kolaylaştırıcı mekanizmaların devreye sokulması hayati önemde. Çocuklu kadınların omuzlarındaki yükü hafifletecek kreş, çocuk bakımının desteklenmesi gibi uygulamalar veya barınma, hukuk gibi alanlarda sunulacak ücretsiz destekler birer sosyal devlet politikası olarak yürürlüğe konulabilir. Her kadının hiçbir bedel ödemeden erişebileceği bu uygulamaların hayata geçirilmesi bir hayal değil.
Mücadeleye sıfırdan başlamıyoruz. Yıllardır sürdürülen kadın eylemlilikleriyle birçok kazanım elde edildi. Türkiye’nin de imzaladığı İstanbul Sözleşmesi bu talepleri içeriyor. Yani Türkiye boşanmak isteyen kadınların ekonomik, barınma, sosyal, hukuki alanlarda devlet tarafından desteklenmesi fikrinin altına imzasını atmış. Ancak uygulamada işler öyle yürümüyor. Özellikle yerel yönetimleri düzenleyen belediyelere bu politikaların hayata geçmesi için büyük rol düşüyor. Ancak pek çok belediye kadın veya çocuk politikasını umursamıyor. Somut adımlar atmaya çalışan belediyeler de bunları bir sosyal devletin gerekliliği olarak hayata geçirmek yerine ‘ben yoksam kreş de yok’ yaklaşımıyla yönetimdeki siyasi partiye bağımlı hale getirecek bir koz olarak dayatıyor.
Kuşkusuz kadın cinayetlerini önlemek için yapılması gerekenler çok boyutlu. Cinsiyetçiliğe karşı inatçı, ısrarlı, aralıksız bir mücadele bunun başında geliyor. Ancak sosyal hakları konusunda kazanılacak somut talepler de bir o kadar önemli ve pek çok kadının gündelik hayatını radikal biçimde değiştirebilir.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)