Avrupa Birliği'nin “enternasyonalizmi” liberal bir efsane

10.03.2016 - 23:54
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Britanya’nın AB’den çıkışı tartışmasında, Avrupa Birliği’nin enternasyonalizmin somutlaşmış hâli olarak tasvir edilmesi şaşırtıcı değil. Sonuçta, AB’den ayrılma kampanyası Muhafazakâr Parti üyesi Bakan Iain Duncan Smith ve UKIP lideri Nigel Farage gibi Küçük İngilterelilerin (Little Englanders – yabancı düşmanı İngilizlere verilen informal isim-çn) egemenliğinde bulunuyor.

Guardian köşe yazarı George Monbiot AB’de kalmayı desteklemeye yatkın olduğunu çünkü “ulus ötesi iktidarın meşru bir şekilde ıslah edilmesinin tek yolu ulus ötesi demokrasidir.” diye düşündüğünü yazdı.

Ama AB’nin “ulus ötesi demokrasi” ile hiçbir ilgisi yok. Elbette AB, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Adalet Divanı gibi sınır aşırı işbirlikleri ve ülkeler üstü kurumlar içeriyor. Ancak AB’nin arkasındaki temel mantık Avrupa’daki kapitalist devletlerin kendi ulusal çıkarlarına, her birinin kendi başına hareket etmesi yerine egemenliklerini kısmen bir havuzda toplayarak, daha verimli bir şekilde ulaşabilecekleri. David Cameron’un AB’de kalmayı amaçlamasının özünde bu yatıyor. 

AB’de ulusal çıkarlar en yüksek düzeyde hüküm sürüyor. Bu yüzden ülkeler üstü kurumların tümü demokratik hesap verebilirlikten ve kontrolden muaf olarak tasarlandı. Bunun sonucu olarak, bu kurumlar şirketlerin etkisine tümüyle açık durumdalar.

Garip bir şekilde AB’de kalmak yönünde oy kullanacağını yazarak bitirdiği yazıda Monbiot itiraf ediyor; “Ne kadar fazla şey gördükçe, AB’nin sorunlarının içsel ve sistemik olduğuna o kadar ikna oluyorum. Başlangıçta bir sanayi karteli olan örgütlenme, hala sınırlar ötesinde iş yapmaya en hazır olan güçlerin, ulus ötesi şirketlerin emriyle hareket ediyor. Komisyon lobiciler için bir cennet olmaya devam ediyor: şeffaf olmayan, bazen yozlaşmaya açık, devasa kaynakları olmayanlar için neredeyse içinden çıkılması olanaksız.”

AB’nin hariç tutma yöntemi

Ancak AB sadece bir patronlar kulübü değil. Dışlama, hariç tutma yoluyla çalışıyor. Bu özellik, bir Avrupa Birliği projesine entegre halde. Avrupa düşüncesinin tam da kendisi, Ortaçağlarda Müslüman dünyasıyla karşıtlık üzerinden ortaya çıkan, Christendom düşüncesinin sekülerleştirilmiş bir versiyonu. Macaristan’ın aşırı sağcı Başbakanı Victor Orban mültecilere karşı yürüttüğü kampanyasına meşruiyet kazandırmak için bu düşünceyi hatırlattı. Geçtiğimiz yıl şöyle dedi; “İslam hiçbir zaman Avrupa’nın bir parçası olmamıştır.”

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa düşüncesi, Avrupalı emperyalist güçlerin dünyanın geri kalanına hükmetmesini meşrulaştırmak için ırkçı terimlerle yeniden biçimlendirildi. Bugün AB ırkçılığı reddediyor.

Ancak AB’nin dış politikası emperyalist. Bu dış politika, AB’nin Doğu Avrupa, Balkanlar ve Sahra Altı Afrika’daki çevresine neo-liberalizm ihraç etmesi için tasarlandı. Aynı zamanda, AB’nin sınır kurumu, Frontex ise sınırlarda polislik yaparak neoliberalizmin ve savaşın kurbanlarını uzak tutuyor.

Mülteci krizi AB’nin her alandaki başarısızlığının bir işareti. Avrupa bankalarının hisse fiyatlarındaki yılın başından bu yana yaşanan düşüş, Avro bölgesi krizinin bir yere gitmediğini gösteriyor. Yunan hükümeti ve Avrupa Komisyonu arasında Komisyon’un emekli maaşlarında daha fazla kesintiye gidilmesi nedeniyle patlayan ve giderek artan çatışma da bir yere gitmiş değil.

Milliyetçiliğin aşıldığı yanılsaması

AB başarısız oldukça, ulusal çatışmalar büyüyor. Financial Times gazetesinde köşe yazarı olan Wolfgang Munchau geçen Pazar günü yazdığı yazısında; “Neredeyse 60 yıllık bir Avrupa’nın birleşmesi döneminin ardından, bir ayrışma çağına giriyoruz” diye yazdı. Geçtiğimiz hafta Avusturya, Orta ve Doğu Avrupa devletleriyle mültecileri dışarıda tutmayı koordine etmek amacıyla bir konferans organize etti.

İtalya Başbakanı Matteo Renzi, Avro bölgesinde kemer sıkma önlemleri dayatması nedeniyle Almanya’ya yönelttiği eleştirilerde giderek daha çok lafını sakınmaz hale geliyor. Onun bu saldırıları Fransa hükümetinin açık sempatisini kazanmış durumda. Fransa ekonomik olarak durgunluk içinde ve daha önce AB’ye birlikte liderlik ettiği eski ortağı Almanya’nın, birliğin yegâne lideri haline gelişine tanık oluyor.

Ancak tüm zulmüne ve fonksiyon bozukluklarına rağmen AB’nin elinde tek bir iyi kart kalmış durumda; AB’nin milliyetçiliğin aşılmasını temsil ettiği yanılsaması. AB’de kalma kampanyası bir yandan bu yanılsamaya oynarken, diğer yandan mültecilere ve göçmenlere düşmanlık göstermek konusunda Farage ve benzerlerini aşmaya çalışıyor.

Uzun zamandır en geri gerici İçişleri Bakanı olan Theresa May, Cameron’un Brüksel anlaşmasını “özgür hareketin (Nüfusun ülkeler arasındaki hareketi-çn) istismar edilmesini engelleyecek reformlar” içerdiği için destekledi.

AB hakkında bir yargıya varırken onu olmasını istediğimiz gibi değil, olduğu gibi görmeliyiz. Avrupa Birliği giderek daha şiddetli hale gelen rekabetlerle bölünmüş emperyalist bir karteldir. Onu reddetmekten başka bir şansımız yok.

Alex Callinicos

Çeviri: Onur Devrim Üçbaş

Bültene kayıt ol