Terörize olmak, terörize etmek

01.03.2016 - 08:27
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Ankara’da 28 kişiyi öldüren bombayı patlatan teröristin köyünde taziye çadırı açılmış. Çocuklarını kaybeden insanların acı çekmesi, dolayısıyla, geleneklere göre, o insanların teselli edilmesi gayet anlaşılabilir bir durum. Ancak böyle korkunç bir terör eyleminin sorumlusu olan bir insanın anne ve babası olmak da çok zor.

Benzer eylemleri PKK’li ya da IŞİD’li elemanların yapması, bunların arkasında hangi derin ve gizli odakların, devletlerin olması da hiç önemli değil. Her halükarda, “ulvî bir dava uğruna” kendini havaya uçurmaya adamış ve davada ne ulvîlik ne de insanlık bırakan insanların yakınlarına yas için destek olanlar –zor da olsa- var.

Ancak böylesine acımasız bir şekilde gerçekleştirilen, masum insanların hayatına mal olan ve sonuçlarının ne kadar korkunç olacağını tahmin bile edemeyeceğimiz bir teröristin cenazesini mütevazı bir yas olayının ötesine taşıyıp, bir davanın performansına dönüştürmek akla, mantığa ve de ahlâka sığdırmak mümkün değil.

Yani mesele, Abdulbaki Sömer için Van’da kurulan taziye evini ziyaret eden HDP milletvekiline atfedilen 'terör örgütünün propagandasını yapmak'tan daha ötede, vahim ve korkunç...

Çünkü her şeyden önce böyle bir toplu cinayet eylemini işleyen adamı sahiplenmek, hayata dair asgari saygıyı, izanı, adalet duygusunu ve insanların asgari düzeyde de olsa olabilecek kıymetlerini kaybetmek demek.

Bu, zaten içine dalınmış bir kısır döngünün korkunç bir girdaba dönmesi demek.

Hintli yazar Arundhati Roy, ABD’nin,11 Eylül saldırılarında binlerce insanın hayatını kaybetmesini gerekçe göstererek, Afganistan’a başlattığı saldırı üzerine kaleme aldığı bir yazıda şunları söylüyordu:

“İster köktendinciler, ister milisler veya direniş hareketleri tarafından gerçekleştirilsin, hiç bir şey bir terör eylemini mazur gösteremez – hatta bu, yasal bir hükümetin intikam savaşı görünümüne bürünse dahi. Afganistan’ın bombalanması New York ve Washington’ın intikamı degildir. Bu, sadece dünyadaki insanlara karşı işlenmiş yeni bir terör eylemidir. Öldürülen her masum insanı, New York ve Washington’da ölen sivillerin korkunç sayısına karşı hesaplamamalı, kurbanlardan saymalıyız.” (“Savaş barıştır”, Der Spiegel, www.spiegel.de; 31.10.2001)

Roy’un sözlerinde çok temel bir ders var... Kim olursanız olun; en haklı etnik, dini ya da sınıfsal “direniş” örgütü ya da “milletin bütünlüğü için meşru savunma hakkını kullanan” en haklı devlet; öldürülen insanlar kazanılan puanlar değil; hep beraber kademe kademe öldürdüğümüz kendi insanlığımızdır.

Dolayısıyla onlarca kişiyi katletmiş birinin cenazesini davaya hizmet edecek anlamlar inşa etmek üzere araçsallaştırmak, insanlığımızı yerin dibine bir kere daha ve daha da çok sokmaktan başka bir şey değildir.Ve öyle anlaşılıyor ki, eğer aksini sağlayacak bir insanlık halini hatırlamayı başaramazsak, içine girdiğimiz girdap önüne gelen her ulusu, dini ya da etnik yapıyı içine katacak.

Mesela, Fransa’daki terör saldırılarından sonra polisin “koyu renkli” göçmen kökenli çocuklara yönelik tacizkâr davranışları adeta tüm Fransız toplumunu “terörize” edecek yeni bir ruh halini hazırlıyor. Bazı insanlar, şüphe çekici hiçbir eylem söz konusu olmadığı halde, günde üç kere aynı polisler tarafından kimlik kontroluna maruz kalıyorlar. Araştırmalara göre, kontrol edilen insanların yüzde 99’unun hiçbir “hatası” bulunmuyor.

Bu “koyu renkli” göçmen kökenli, ama Fransız vatandaşı çocuklar “terörize” olup, cumhuriyetin dışına atılırken, onlar da kendilerini cumhuriyeti, birlik ve beraberliği“terörize eden” başka bir kimliğin altında buluyorlar.

Bu döngüyü üretmek ve giderek ölümü kutsamak hislerimizi, insanlığımızı, aklımızı ve kalbimizi kaybetmekten başka bir şey değildir ve bırakalım başkalarını; kendi üzerimize bile düşünme kapasitemizi kaybetmek demektir.

Bu yüzden galiba, dünyanın doğusu ve batısıyla birlikte düşünmemiz daha da acil hale geliyor.

Ferhat Kentel

[email protected]

(Basnews)

Bültene kayıt ol