Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara’da yaşanan saldırının ardından devletin yeni ‘güvenlik’ politikasını açıkladı.
Elbette bombalı saldırının ardından, öncekilerden farksız şekilde, emniyetten, içişleri bakanlığından, valilikten veya bu devletin seçilmiş, atanmış, sorumluluk alan herhangi bir görevlisinden tek bir istifa gelmedi. Kimse sorumluluk kabul etmediği gibi çözüm olarak şiddetin dozunun arttırılması hedefleniyor. Yani içeride ve dışarıda savaş politikaları devam edecek.
Başbakanın açıklamasına göre 5 saat boyunca, kapsamlı, incelikli değerlendirmelerin ardından varılan sonuç Ankara’ya teçhizat ve personel takviyesi olmuş. Devletlerin bahsettiği ‘güvenlik’ sıradan halk için demokrasinin alanının daraltılması, gösteri ve protesto hakkının gaspı, daha fazla baskı demek. Devletler ‘güvenlik’ dediği zaman bizim için güvenli hiçbir şey yok demektir. Geçen hafta yayınlanan ve kamu kurumlarında herkesin iş arkadaşına potansiyel suçlu olarak bakmasını ve ihbar etmesini salık veren Başbakanlık Genelgesi gibi uygulamalar, muhtemelen ulusal güvenlik adı altında önümüzdeki dönemde arttırılacak ve hayatlarımızı hiç de güvende kılmayacak.
Göçmenler
ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından uyguladığı savaş politikalarının gerekçelerinden biri de kendi vatandaşlarının ‘güvenliği’ idi. Milyarlarca doların yatırıldığı savaşın sonucu Irak’ta yüzbinlerce ölüm ve Ortadoğu’nun yüz yıldır emperyalist müdahalelerle mahkum edilmeye çalışıldığı şiddet sarmalı oldu. ABD’nin içindeyse ‘öteki’ olan her kesimin potansiyel suçlu ilan edildiği ve devlet şiddetinden muzdarip olduğu politikalar yine güvenlik adı altında uygulandı.
Davutoğlu’nun açıkladığı ‘güvenlik’ politikasının kapsamında Suriyeli göçmenler de var. Yaşanan bombalı saldırıların ardından akla gelen şeyin Suriyeli göçmenler olması, ırkçılığın ve ayrımcılığın artacağı iklime zemin hazırlayan bir devlet politikasından başka anlam taşımıyor. Tıpkı ABD’nin ‘güvenlik’ politikalarının tüm dünyada islamofobinin artmasından başka bir anlama gelmediği gibi. Reagan’ın ‘Ulusal Güvenlik Yönetmeliği’ ile özellikle göçmenler merkeze alınarak inşa edilen bu politikalar baba Bush’un Arap Amerikalıları hedefe alan uygulamaları ve Clinton’ın ‘gizli kanıtlara’ dayanarak göçmenlerin sınırdışı edilmesini kolaylaştıran ‘Terörle Mücadele ve Etkin Ölüm Cezası’ yasasıyla devam etti. Sonuç ulusal güvenliğe yönelik tehdite karşı savaşı meşrulaştırmak, girişilen kara harekatları, daha fazla ölüm ve şiddet oldu.
Güvenlik
Kim güvende yaşamak istemez ki? Ya da kim gündelik hayatınının akışı içerisinde bir terör eylemine denk gelip gelmeyeceğinin kaygısıyla yaşamak ister? Ancak hayatlarımızın güvenliği devletlerin uygulamaya soktuğu politikalarda değil. Güvenliği sağlamanın yolu daha fazla polis, en özel eğitimli uzman, köşe başlarında GBT kontrolleri, protesto gösterilerinin yasaklanması, sınır ötesi operasyonlar, Kürt illerinin bombalanması, insanların bodrum katlarında mahsur kalması, Suriyelilerin ‘sıkı denetlenmesi’ falan değil. Şiddeti durdurmanın tek bir yolu var savaşı sona erdirmek. Güvenlik Türkiye devletinin Kürt sorununda savaş politikasını sona erdirip, çözüm yolunda somut atmasıyla ve dış politikasını Kürt düşmanlığı ekseninden çıkarıp, Suriye’ye yönelik askeri heveslerini sona erdirmesiyle olur.
Meltem Oral