Bu ayın başından beri, Halep’in kuzey kırsalı, Rus hava gücü desteğiyle Esad rejiminin ordusu ve müttefiklerinin eşi görülmemiş bir saldırısına tanık oldu. Bu saldırı, rejimin pek çok şehir ve kasabayı geri kazanmasını ve Halep şehrinin «özgür» bölümünü neredeyse tam bir abluka altına almasını sağladı.
Halep’in düşüşü, Suriye’nin tüm büyük şehirleri üzerinde rejimin kontrolü anlamına gelecektir.
Bu olaylar, ay başında düzenlenen Cenevre-3 Konferansı’nı başarısızlığa uğratmak için geçtiğimiz Aralık ortasında Riyad toplantısı sonucunda kurulan «Müzakere Yüksek Komisyonu» için, Suudi Arabistan ve Suriyeli muhalefetin bir bölümünün parçası olduğu müttefiklerinin gösterdikleri bahane oldu.
Ancak rejim tarafından yürütülen savaş, Türkiye sınırında insanlık dışı yaşam koşullarına hapsolmuş yaklaşık yüz bin kişilik yeni bir göç dalgası yaratan bir yakıp yıkma savaşıdır.
Suriye halkının bitmeyen çilesine yeni bir çile bölümü ekleniyor.
Suudi Arabistan ve müttefikleri, özellikle Türkiye hükümeti, Suriye’yi doğrudan askeri müdahaleyle tehdit ediyor. Aynı zamanda Rusya başbakanı Medvedev, Suriye rejimi ile ön anlaşma olmaksızın yapılacak askeri müdahalenin topyekûn bir savaşa dönüşebileceği konusunda uyarıyor.
Bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki bu savaş ve mücadele ortamında, bu ayın 11-12’sinde Münih Konferansı “düşmanlıkların durdurulması" için bir ABD-Rusya anlaşması ile sonuçlandı; bu ne mütareke ne ateşkes anlamına gelir ve de IŞİD, El Nusra Cephesi ve diğer «terörist» gruplar dışında bırakılmıştır. Bunun yanı sıra Lavrov tarafından temsil edilen Rusya hükümeti, «meşru» hükümet ile beraber Suriye’deki terörizme karşı savaşa devam edileceğinin ayrıca altını çizdi.
Yani her şey gelecek aylarda Suriye’de savaşın devam edeceğini, hatta yoğunlaşacağını düşündürüyor. Suriye halkının muazzam felaketi, maalesef yakın zamanda sona ermeyecek.
Suriye’de durum şöyle özetlenebilir: üç hegemonik güç askeri olarak çatışıyor, her biri bölgesel ve/veya uluslararası güçler tarafından destekleniyor. Rejim ve müttefikleri; Kürt ulusal hareketi (PYD) ve birkaç müttefiki ve IŞİD, El Nusra, Ahrar-uş Şam ve Ceyş-ul İslam’ın (İslam Ordusu) gerici güçleri.
ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) ve halk hareketi zayıflatıldı, izole edildi ve daha önce bahsedilen hegemonik güçler tarafından varlığı tehdit edildi.
Ancak devrimci halk hareketi ölmedi. Tabii ki zayıfladı ama İdlip eyaletinde Serakeb, Halep ve Duma şehirlerinde yakın tarihte gerçekleşen Kürtlerle dayanışma eylemlerinin, Şam yakınlarındaki bir şehirde halk tarafından bir yerel meclisin demokratik seçiminin ve ülkenin güneyinde Deraa’da, kuzeyinde Serakeb ve Kafr Nabl’da çeşitli demokratik eylemlerin gösterdiği gibi kesinlikle hayatta.
ÖSO grupları, yani halk direnişi, kötü örgütlenmiş, kötü silahlanmış ve desteksiz; Rus bombardımanlarının, rejimin ve gerici güçlerin devrimcilere karşı şiddetinin kurbanı olarak bölgenin çeşitli yerlerine dağılmış durumda.
Bir yandan Rusya ve İran, Hizbullah gibi müttefiklerinin askeri müdahalesi; öte yandan ABD ve müttefikleri (Suudi Arabistan ve Türkiye hükümetleri) tarafından yönetilen uluslararası koalisyon açıkça gösteriyor ki, Suriye ve halkının kaderi bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki rekabetin merkezinde. Suriye aynı zamanda emperyalistler arası bir çatışmanın sahnesidir.
Suriye halkının mücadelesi sadece özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet için değil; aynı zamanda emperyalist güçlerin pençesinden kurtuluş için de.
Suriye devrimi, diğer tüm çağdaş devrimler gibi, sosyal, demokratik ve anti-emperyalist mücadele dinamikleri taşır.
İşte bizim sürekli devrimimizin doğası budur.
Ghayath Naisse
(Fransızca'dan çeviren: Orhan Göztepe)