Cebimizdeki devlet

27.10.2015 - 07:14
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Kırşehir’de kaydedilmiş o görüntüleri yeni gördüm. “Terörü protesto” eylemleri sırasında, kalabalık bir grup bir kitabevini taşlıyor, yağmalıyor, yakıyor, kitabevi sahiplerinden birini linç ediyor.

Bir tür Madımak...

Bir yazıya bu cümlelerle başladığımı gören bazı insanlar, karşı örnek olarak, “Yasin Börü’yü unutma!” diyebilirler. Hemen belirteyim, insanlık dışı o vahşeti de unutmadım.

Daha önce, saldırıya uğrayan, yakıp yıkılan yüzlerce HDP bürosu, polislerin gözü önünde Fethiye’de ölesiye dövüldükten sonra Atatürk büstü öptürülen seracı İbrahim Çay, Kürtçe konuştuğu için Kaş’ta linç edilerek öldürülen Mahir Çetin, Esenyurt’ta polislerin elinden alınıp, döner bıçağı, balta gibi aletlerle kesilen, biçilen inşaat işçisi Kabil Okyayatan...

Ancak topluca, kalabalıklarla kahraman olabilen ve tek yakaladıkları Kürtleri linç eden kitleler... Adeta Amerikalı yargıç Lynch’ten esinlenen beyazlar...  (Bu arada tavsiye ederim, internette “linç edilen Kürtler” araması yapın; Türkiye’nin linç haritası hakkında bir fikir edinebilirsiniz.)

“Keşke bu tür kötü şeyler olmasa ama linç eden insanlar da şehit cenazelerinden ötürü öfke içinde, anlamak lazım” şeklinde gayet yaygın gerekçeyi anlamamak mümkün değil...

Buna karşılık devreye sokulabilecek olan “ama hukuk var, şiddet tekeline ancak devlet sahip olabilir; yoksa maazallah kaos olur” gerekçesi meselem değil.

İnsanın insan olduğunu unutturan totaliter bir zihniyetin tezahürü söz konusu burada. Hindistan Ahmedabad’da Müslümanları katleden Hindu milliyetçileri, Arakan’da gene Müslümanları katleden Budist milliyetçiler örneklerinde olduğu gibi...

Kendi varlığını, ancak ötekine olan düşmanlıkla kurabilen toplulukların sıradan bireylerinin gösterdiği bir performans...

Hem totaliter eğilimli devletlerin, yönetimlerin, derin devletlerin, istihbarat servislerinin ya da dış güçlerin “işine yarar” kitleler... Hem de “korku politikaları” eşliğinde bizzat inşa edilen yığınlar...

Kendine güvenini kaybetmiş, tek başlarına bir hiç olma hali.. Ancak küçücük sembollere dünya kadar anlamı doldurup, o semboller dışında hayatın anlamını kaybeden yığınlar... Bugün bu şefle, yarın başka führerle, öbür gün bir başka reisle yek vücut olup, her türlü kötülüğü bünyesinde barındırabilecek hale gelen iyi insanlar... Yaşadıkları coğrafyaya, dine, kültüre, çevrelerindeki insanlara ve son olarak kendi içlerindeki insana yabancılaşmış yığınlar...

Sayıları yüzleri bulan insanlar tarafından saldırıya uğrayan İbrahim Çay’ı linç edenlerden birçoğu komşusuydu. Ve onlar Çay’ın zararlı bir insan olmadığını pekâlâ biliyorlardı. Ama gene de onu ve kendi insanlıklarını ayaklar altına alabildiler...

İttihat ve Terakki’den beri, -kim olursak olalım- çıkarlarımız, hamasetle beslenen ezberlerimiz eşliğinde, devlet, her kategoriden kendine benzeyen kitleler devşirdi. Kendisi için faydalı, işini görebilecek insanlar...

Çünkü, toplumu beğenmeyen elitlerin kurumlarının baskısı altında alabildiğine korkan, kendine güvenini kaybetmiş, bu yüzden güce tapan, erkeklik ve milliyetçilik performanslarıyla varolabilen, güçlünün arkasına sığınan ve hayatta kalmak için “kötülüğü” seçen kitleler yaratıldı dört koldan...

Devlet, ulusalcılar vasıtasıyla, ilk defa 28 Şubat’tan sonra ve AKP’nin ilk yıllarında (örneğin bayrak mitinglerinde) gerçek bir taban bulmuştu.

Bugün ikinci dalgadayız. Ulusalcılığın, Türklüğün, Türkçülüğün yanına muhafazakâr-Müslümanlık da girdi. Çok daha geniş bir taban var artık.

Yani toplum devleti ele geçirmedi; devlet çok daha yaygın bir nüfusun içine girdi.

Şerif Mardin’in anlattığı “dinin yüzyıllardır mevcut olduğu ve Kemalizm’in bir türlü giremediği “kültürel anlam ceplerine” devletin “düşman” mantığı artık girdi.

Muhafazakârların devletle pek derdi yoktu; ama bu devletin adil olmasını istiyordu. İşte o devlet şimdi, bırakın adil olmayı, adaletsizliği o ceplere soktu.

Ferhat Kentel

[email protected]

(BasNews)

Bültene kayıt ol