Ucuz yönetim

01.09.2015 - 09:03
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Modernlik öncesi ve modernliğin ilk zamanlarda ya da modernliği dışarıdan apartıp halkına kakalamaya çalışan toplumlarda insanları denetlemek, uysallaştırmak, kontrol etmek, faydalı üretim makinaları haline getirmek ve belli bir istikamete yönlendirmek için devletin baskı aygıtları (asker, polis, yargı, eğitim vb.) tam kapasite çalıştılar.

Sonra durum değişti. Michel Foucault gibi düşünürlerin zengin teorik katkısıyla derinliklerine vakıf olduğumuz “modern iktidar” hayatımızın her tarafını kuşattı. Hastane, hapishane, okul, fabrika gibi kurumlarda şekillenip, ilk ivmeyi verdikten sonra, sızdığı cinsellik, sağlık, akıllılık-delilik, normallik-anormallik gibi gündelik hayatın çeşitli veçhelerinde modern iktidarı kendi kendimize yeniden üretir olduk.

Yani artık devletin sopasına ihtiyaç duymadan da bedenimizi sürekli bir şekilde uysallaştırmanın yollarını öğrendik.

Yani modern devlet bu işten acayip kârlı çıktı. Vatandaş imal etmeyi gayet ucuza getirdi.

Yani artık devletin veya onun “öğretmenlerinin” ya da belli bir grubun bize sürekli ders vermesi gerekmiyor. Kabaca, hep beraber birbirimize “ders veriyoruz. Hiçbirimiz hiçbirimizi ıskalamıyoruz.

Yani modernleşirken; olanaklarımızın, özgürlüklerimizin, alanlarımızın genişlediğini düşünürken (bu tabii ki tamamen yanlış değil); bir yandan da bal gibi “totaliter” bir ortalamaya sahip olduk.

“Bizim kültürümüz”, “bizim medeniyetimiz” diye sabah akşam vaaz veren “eski-İslamcılar” bile bal gibi “modern kapitalistler” olmadı mı?

Daha spesifik, daha özel durumlara doğru indiğimizde de, modern iktidar teknolojilerinin ayrıntılarını ve muhteşem totaliter pratikleri görmek hiç zor değil.

Mesela saraya yakın mahallelerde oturup, hayata o sarayın sağladığı fildişi kule hissiyatıyla bakanlar, devletin en milliyetçi ve en hamaset dolu politikaları -konusunda halkı “inandırmak” için inanılmaz bir gayretkeşlik içindeler. HDP’ye oy verenlerin şerefsizliğinden başlayıp, onların yanıldığından çıkan her türlü “teoriyi” tezgahlarının üzerine yerleştirmiş durumdalar.

Bu teorilere ikna etmek için önce “inandırma” operasyonu yapılması lazım. Ne kadar çok reklam yapılırsa, ne kadar çok hatırlatma yapılırsa, ne kadar çok dipnot, referans sağa sola serpiştirilirse, örneğin HDP’ye “terörist” yaftası yapıştırılmış olacak ve bizim de buna inanmamız beklenecek.

Tabii ki, seçimlerde verilen oyların ne kadar “hatalı” olduğunu, koalisyon görüşmelerinin “ne yazık ki muhalefetin tavrı sebebiyle başarısız olduğunu” ve “mecburen yeni seçimler yapmamız gerektiğini” anlatacaklar ve bizim de bunlara inanmamız beklenecek.

Ne kadar mükemmel bir “yeni Türkiye” kurmuş olduklarına inanmamızı bekliyorlar ve hâlâ ikna olmayanlar olmasından şikayet ediyorlar.

Aslına bakılırsa oldukça açık bir durum; 60’lı ya da 70’li yılların sol örgütlerine atfedilen bir hikayede olduğu gibi bir durum söz konusu. Yani bir türlü örgütleyemedikleri köylüler hakkında solcu liderlerin “bu köylüler teoriye uymuyor!” diye şikayet etmelerinde olduğu gibi...

Köylüleri suçlayan, teoriyi sorgulamayan bir zihniyet... Şimdiki iktidar propagandistleri de aynı zihniyetin içinde debelenip duruyorlar. “Teoriye uymayan ahmaklar!” diye yerinde tepinip, “sefaletin teorisi”ni yapıyorlar... Aslında sabah akşam gösterdikleri performansla, kendi “teorilerinin sefaleti”ni açığa çıkarıyorlar; “ahmaklıklarını” gizledikleri teorinin sefaletini...  

Eski beyazlar da devleti anlatıyorlar ve halkı aşağılıyorlardı. Şimdikiler de öyle. Ne kadar ucuza mal oluyor bilemem, ama medyada, sosyal medyada devletin haklılığı ve düşmanın haksızlığı konusunda sürekli vaaz verenleri gördükçe, en azından yapılan masrafa değdiğini söyleyebiliriz.

Ama işte böylesine totaliter bir ortam gene de ful kapasite çalışamıyor... Birileri inatla sizin ucuza getirdiğiniz taşıyıcılara rağmen, ikna olmuyor.

Ferhat Kentel

[email protected]

(BasNews)

Bültene kayıt ol