Demirel de öldü. Devlet tabi olarak “yasa boğuldu”. Milli yasımızı da ilan ettik gecikmeden. Renkli kişiliğinden falan dem vurarak “tonton dede” imajıyla anmaya çabalayan medyanın sayısı da şaşırtmayacak şekilde az değil elbette.
Tabii peynir ekmek gibi yalan söyleyen, üstelik yalan söylemeyi maharet ve siyasete denk sandığını açık açık ifade edebilecek kadar da utanmaz olan bu adamın “başarı öyküsünden” kısaca bahsetmeden olmaz.
Her şeyden önce, çocuğunun kaybedilmiş bedenini soran birisine “cebimde değil ki...” diye cevap vermeyi “nüktedanlık” olarak yutturmak mesela, büyük başarı.
Çorum’da onlarca insanın vahşice katledilmesi ile ilgili düşüncelerini “Çorum'u bırak, Fatsa’ya bak” ve “Sağcılar cinayet işlemez” şeklinde özetlemiş olması, yani aslında “devlet elden gidiyor, çocuklar da işini yapıyor tabii” demeye getirmesi de ne denli büyük bir devlet adamı olduğunun ispatlarından birisi
Ben en çok da bu devlet adamı kısmına takılıyorum. Yanlış bir ifade olduğu için değil, aksine tırnak içine bile almıyorum çünkü gayet yerinde bence.
Demirel’e sorduk, bakalım Demirel ne diyecek, devleti çok iyi bilir, tam bir devlet adamı sonuçta falan. Devletin varlığı ve hakimiyeti söz konusu olduğunda, hiç tereddüt etmeden infazlara, katliamlara karar verip, uygulatıp, sorulduğunda pişkin pişkin yalan söyleyip, geçiştirip, akşam da günün yorgunluğuyla tatlı tatlı uyuyabilen kişiye böyle denildiğini anlıyoruz sonuçta, bunun tanımını hiç eğip bükmeye gerek yok.
Bizim zavallı, kırılgan havsalamız, küçük vicdanlarımız ile devlet yönetilemez ya sonuçta. Çözüm süreci ile kritik bir gelişme olduğunda, gidip savaşın en kirli dönemlerinin faili, kendisini tutsak eden 12 Eylül’ü bile siyasi yasağı kalkar kalkmaz savunmaya başlayan, sağ oportünizmin ete kemiğe bürünmüş hali olan bu yaşlı adama soralım, bakalım ne diyecek. Bu işler karmaşık işler sonuçta, öyle bizim zannettiğimiz gibi birileri ölüyor birileri öldürüyor değil durum, ne dengeler var, bak Demirel anlatsın…
Devletin ve patronların faydasına iş yaptığın sürece istediğin gibi atıp tut, yüzsüz yüzsüz konuş Süleyman, sana hiçbir şey olmaz ölünce yas tutulup tören bile yapılır rahat ol; diye erken yaşta hayatın sırlarına vakıf olmuş bir zat, 30’larının başında bakanlıkla başlamış biri olarak.
Tam da bu yüzden Demirel anlar neyin ne olduğunu, çünkü devletin bizimle ilgilenmediğini en iyi o bilir, kimin malı olduğunu da. Biz ise, devlet nihayetinde insanların huzuru için var zannedip yüzümüze gözümüze bulaştırırız, devlete zarar veririz; veririz de gerçekten.
Demirel’ler ölmeyle tükenmez tabii. Bir tanesi yeni mezun oluyor işte mesela Demirel’lik okulundan, gerçi onun kadar uzun sürmeyecek gibi, öyle davul zurnayla uğurlanacağını da sanmıyorum. Zirâ, arkası onun kadar sağlam olmadığı için herhalde, panikten taşkınlıkta Demirel’i bile zorlayacak yerlere gelmeyi başardı. Fakat kim bilir daha nice cevherler vardır, kâh mecliste, kâh müstakbel kabinede, kah belediyelerde.
Gökçek şahane bir Demirel mesela, ekstra ırkçı üstelik, hem o da “nüktedan”. Egemen Bağış da nefis bir Demirel olurdu ama onun için çok geç artık maalesef. Muharrem İnce de hiç fena bir aday değil, hem Baykal okulunun da etkileri var.
Bir genel grev mesela, nasıl da belli eder hemen bütün Demirel’leri, sadist ilkokul öğretmeni edasıyla aşağılayıcı ve “nüktedan”, “ayaklar baş oldu” cinsinden vecizeler üretme yarışına girilir.
Mesela seçimlerle ilgili en yerinde yorumlardan birisi bir gazeteci Demirel’den geldi: “birkaç ırgat birleşip iktidarı yıktınız” diyor.
“Birkaç” kısmını kendilerine iade edelim, onun dışında gerçekten bravo! Nasıl da anladınız hemen ırgat olduğumuzu. Şaka canım, biliyordunuz elbettte en başından.
Biz o sizi korkutan, yasaklattığınız grevleri yapanlarız evet. Gezi’de bir ay boyunca içinizdeki Demirelleri hop oturtup hop kaldıran da biziz. Meclise kadar da geldik doğrudur, ama siz bizi hele sokakta görün.
Deniz Güngören