Son yıllarda, dünyanın pek çok yerinde nefret/şiddet eğilimli söylemlerin ve şiddet vakalarının artışa geçtiğini söylemek kesinlikle yanlış olmaz. Elbette Türkiye’de de bu öfke ve şiddetten “nasibini” kadınlar, LGBTİ+’lar, azınlıklar, ötekiler, hayvanlar kadar göçmenler/mülteciler/sığınmacılar da var olabilme ve yaşam hakları üzerinden alıyor.
Yaşanan her olumsuzluk için asıl suçlanması gerekenlerin görünürlüğü, öfke ve nefret oklarının mültecilere yöneltilmesi ile kapatılmaya çalışılıyor. Bu da göçmenlere karşı oluşturulmaya çalışılan bu tavrın irrasyonelliğini ortaya koyuyor.
Göçmenler hakkında yalan söylüyorlar
Ülkede onca kadın ve çocuk istismara uğruyor, kadınlar erkekler tarafından her gün her yerde katlediliyor; ancak ya fail mülteci ise ırkçılık üzerinden yaygara koparılıyor ya da fail mülteci olmadığı halde, mülteci olduğu yalanı üzerinden hedef gösteriliyor. Fakat hiçbir ceza almayarak ya da hak ettiği sınırdaki ceza verilmeyerek ödüllendirilmiş bir sürü “buralı” fail erkek hiçbir şey olmamışçasına hayatlarını sürdürüyor, bazıları başka kadınları öldürmeye devam ediyorlar.
İşlerini çaldıklarını iddia ettikleri mülteciler, zaten mülteci olmayanlar tarafından asla kabul edilmeyecek şartlardaki işlerde çalıştırılıyor, berbat yaşam alanları verilerek, en zor koşullarda, birkaç bin TL’ye açgözlü patronlar tarafından sömürülüyor. Aynı evi paylaşmak zorunda kalan mültecilerden nefret ediliyor, sanki bu çok konforlu bir şeymiş gibi!
Göçmenler işçidir, işçi sınıfının bir parçasıdır
Kaynakların ve zenginliğin büyük bir kısmını küçük bir zengin azınlık elinde tutarken, kalanı için bizim mücadele etmemiz gerektiği fikri aşılanıyor. Rekabet anlayışı yaratılarak, kendi aramızda birbirimize düşman olmamız amaçlanıyor. Oysaki paylaşım en başından hatalı. Zenginlik ve kaynaklar, adil veya rasyonel bir şekilde, tüm insanlık arasında paylaşılmıyor. Bir tarafta geniş araziler üzerinde, gösterişli bir zenginlik içerisinde yaşayan bir azınlık varken, bir diğer tarafta küçük alanlara sıkıştırılmış ve geçinmekte büyük zorluklar yaşayan kitleler var. Ancak bu adaletsizliğe ve ona sebep olana odaklanmak yerine, “bizim olanı” bizden alanın “öteki” olduğu fikri yaygınlaştırılmak isteniyor.
İnsanlar hayatta kalmak için göçmen oluyor
Bugün de tıpkı geçmişte olduğu gibi insanlar çeşitli sebeplerden yaşadıkları yerleri değiştirebiliyorlar. Bu sebepler daha iyi bir iş bulmak, daha rahat bir hayat sürmek, varlığını tehdit altında hissetmeden yaşayabilmek gibi nedenler olabilir. Yakın çevremizi düşünelim, bugün Amerika’da ya da bir Avrupa ülkesinde iş bulup oraya yerleşmek isteyen tanıdıklarımız olabilir. Buradaki sıkıntılı hayattan kurtulmak için kapağı daha refah ülkelere atmak isteyenler… İnsanın doğup büyüdüğü yeri, aşinası olduğu kültürü, ailesini, arkadaşlarını bırakıp gitmesi zordur muhakkak. Ancak çok zorlu bir hayat bu kararın alınmasına sebep olabilir. Fakat yine de örneğin Berlin’e yerleşen arkadaşımız adına mutlu oluruz. Oysaki savaştan kaçanlara, daha iyi yaşam şartları arayanlara, can güvenliği olmadığı için başka ülkelere sığınmış insanlara “seni ülkemde istemiyorum” demek, içerisinde hem ırkçılık hem de ikiyüzlülük barındırır. Hepimiz daha iyi koşullarda yaşamak isteriz ve bu uğurda mücadele ederiz.
Göçmenlere değil savaşa karşı çıkın
Bir yandan dünyanın her yerinde, bilinçli bir şekilde göçmenlere/mültecilere/sığınmacılara yönelik ırkçılık yükseltilmeye çalışılırken, diğer taraftan savaş endüstrisi de büyütülüyor. Egemenler, kaynakları sağlık, eğitim, açlıkla mücadele gibi alanlar için kullanmayı tercih etmek yerine, savaş endüstrisine yatırmayı tercih ediyorlar. Bir yandan ülkemize gelmek zorunda kalmış mültecilere karşı düşmanlık pompalamaya, iftira atmaya, karalamaya, her türlü musibetin kaynağı onlarmış gibi davranmaya ve onları nefret objesi haline getirmeye devam ederken, örneğin diğer yandan Filistin’deki soykırım için İsrail’e kaynak sağlamaya devam ediyorlar. Bu yüzden de savaştan kaçmak kabul edilemez, çünkü savaşın devam etmesi gerekir.
Sınırları açın, ırkçılığı yasaklayın!
Kontrol altına alınması gereken şey göçmenler değil, eşitsizlik ve adaletsizliktir. Geri Gönderme Merkezleri işkence yuvalarıdır. Bu sistemi tamamen ters düz etmek gerekir. Bu ikiyüzlülükle, vahşetle ve ırkçılıkla mücadele edilmesi gerekir. Sıradan insanların değil, gerçekten bizden, hayatımızdan çalanların karşısına dikilmemiz gerekiyor.
Yakın zamanda İngiltere’de yaşananlar bize bu konuda rehber olabilir. Duymuş olabileceğiniz üzere, 29 Temmuz’da, Southport İngiltere’de, çocuklar için etkinlik düzenleyen bir dans stüdyosunda bıçaklı bir kişi, çoğunluğu çocuk olmak üzere bir sürü insana saldırıp yaralamış, 3 küçük çocuğun da ölümüne neden olmuştu. Bunun üzerine, saldırgan 17 yaşında, Wales’te yaşayan bir İngiliz olmasına rağmen, hızlı bir şekilde saldırganın Müslüman olduğu söylentileri yayılmış ve ırkçılar Müslümanlara, göçmenlere, yaşadıkları alanlara, göçmenlik avukatlarına yönelik saldırılar düzenlemek amacıyla sokaklara dökülmüştü. Çok hızlı bir refleksle, binlerce insan da sokağa çıkarak, aşırı sağcıların bu saldırı eylemlerinin karşısında durdu. Göçmenlerle dayanışma gösterdi. Haklılığımız sayımızdan değil, yaşamdan, özgürlükten, adaletten, eşitlikten yana oluşumuzdandır. Göçmenlerin/mültecilerin/sığınmacıların haklarını kısıtlayan tüm koşulların karşısında durmak zorundayız.
(Sosyalist İşçi)