“Adalet sorunu paylaşım sorunu kadar eskidir... Adalet, paylaşma gereksiniminin fark edilmesiyle başlar. En eski yasa paylaşmayı düzenleyendir; ...adalet herkesin yeterince yiyeceğinin olmasını gerektirir. Ama aynı zamanda herkesin yiyeceğin üretimine katkıda bulunmasını da gerektirir.”1
İlk gençlik yıllarında izlediğim, ancak şimdi ismini anımsamadığım ve çok uzak olmayan bir geçmişte de modern versiyonunun yapıldığını gördüğüm bir filmden bahsedeceğim. Filmin adını neden hatırlamadığımı bilemiyorum.
Filmde tıp fakültesinde okuyan bir grup doktor adayı öğrencinin maceraları anlatılıyordu. Bu genç grup, geceleri gizli gizli okul hastanesinin laboratuvarında kendi deneylerini test ediyorlardı. Bu deneylerden birisi ölmek ve bir süre ölüler dünyasında dolaşıp geri gelip, yeniden hayata dönmek üzerine idi. Herkes sırayla birer gece ölüyor, bir süre o ölüler dünyasında yaşayarak sonra dünyaya geri dönüyordu. İlk denemeyi yapan kişi ölmüş, ölüler dünyasında daha önce kaybettiğini bildiği ölmüş insanları görmüş ve sorunsuz geri dönmüştü yaşayanlar dünyasına. Yani deney kusursuz sonuç vermiş gözüküyordu. Ancak insan unsuru unutulmuştu bu deneyde.
Ölüler dünyasına ikinci olarak giden kişiyi sürprizler bekliyordu. Ölüler dünyasında misal, çocukluğunda yaşadığı bir kaza sebebi ile ölümüne sebep olduğu arkadaşı karşısındaydı. Küçükken bahçede şakalaşırken, attığı bir taş sebebi ile ağaçtaki arkadaşı yere çakılmıştı, işte şimdi tek gözüne saplanan odun parçası sebebiyle tek gözlü bir ölü olarak karşısına dikilmişti. Ölüler dünyasında bir kovalamaca başlıyordu. Ölmüş olan, ölü olmayanın peşinden koşuyor, diğeri de yeniden yaşayanlar dünyasına kaçıyordu. Canhıraş zor bela yaşayanlar dünyasına dönebilenler büyük bir şok içerisindeydi, ölümün elinden zor kurtulmuşlardı. Her birisinin başından böyle şeyler geçiyordu. Hepsi de eskiden yaşadıkları bir tramvayla yüz yüze geliyorlardı. Kaza ile ya da istemeden de olsa ölümüne sebep oldukları ölülerin, kendilerinden adalet istediklerini az çok hissedebiliyordu kimisi. (Çünkü ‘kaza’ da bir tür sakarlık sonucu oluyordu genelde, yani az da olsa yaşayanın sakarlığının da bir sorumluluk payı vardı.)
Filmin sonlarında bir yerde yine o deney grubundaki son kişilerden biri de ölüler dünyasındaydı. Çocukken istemeden eli ile iteleyip merdivenlerden düşerek ölümüne sebep olduğu kardeşi ya da arkadaşı idi onun şimdi peşinden koşan. Ölümden yaşama geçmeye çalışırken yaşanan kovalamacada, yaşayanlar dünyasına ramak kala, kaçan pes eder ölüler dünyasında peşinden gelene. Ve derin bir sessizlik içindeyken sadece “özür dilerim” der. “Özür dilerim, isteyerek sebep olmadım, üzgünüm gerçekten” der. İçten ve samimi bir şekilde son nefesini verir gibi söyler. Aklına onca zaman neden gelmemişti ki durup özür dilemek? Özür dilemeli ve gerçekten de üzgün olduğunu göstermeliydi. Birdenbire o heyecan dolu kovalamaca kesilmiş, ölümlü de yaşamlı da duruvermişti.
Ölüler dünyasının sesi uzaklaşırken kendi ölüler dünyasının derinliklerine doğru; “inanıyorum sana, tamam gidebilirsin yaşama. Sana, içtenliğine, samimiyetine inanıyorum” der gibi bakıyordu.
Filmde “tanrının işine karışılmaz, ölüm ve yaşam dünyası tanrısaldır, ikisini de görebilmek ve hakim olmak senin boyunu aşar” gibi bir mesaj verilmek isteniyor muhtemelen.
Ama benim en çok dikkatimi çeken mesaj; küçücük bir özür ve içtenliğin devasa sorunları kökünden ve bir jilet hızıyla keserek gerilimin yerini sakinliğe ve dinginliğe bırakmasıydı. Helalleşildiği için bu duygu her iki tarafta da kuş gibi bir hafiflemeyi, bir iç huzura kavuşmuşluk duygusunu getirmişti. Yani ölülerin adalet arayışı ile yüzleşen, insanlığın bizzat içinde olduğu durumdu. Ölülerin de adalet arama hakkı vardır. Buna hemen hemen bütün insanlık inanmış sanırım. Ölülerine saygıdan ötürü belki de. Onlara bir kulak verin, neler anlatıyorlar, neler söylüyorlar bir dinleyin. Dinleyin ki bu yaşam, ölülerle beraber kendinizin ruhu da hafiflemiş bir şekilde devam edebilsin.
* Yazıda anlatılmış hali ile filmin senaryosunu, muhtemelen benim aklımda yıllar sonra hala kalmış görüntüleri ile hayal gücümün ürünü bir senaryo versiyonu olarak da görebilirsiniz. Kısaca filmdeki olayları, tam anımsamıyorum ama özünde kaza ile yaşanmış, geçmiş olaylar kurgusuna dayanıyordu.
Ali Morgül
[1] “Kitle ve İktidar”, Elias Canetti, sayfa 189, Ayrıntı yayınları, Birinci baskı 1998