Filistin meselesi, nedenleri ve sonuçları itibariyle küresel ve bölgesel güçlerle çok ilişkili ancak emperyalist güçler arasındaki gerilimlerin yansıdığı bir saha, iki devlet arasındaki askeri gerilim, bölgesel çıkarlar veya ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında egemen ulusun savaş politikaları gibi meselelerden kategorik olarak çok farklı. Ve bu farkın kökeni, İsrail devletinin kolonyalist niteliğinde, yerleşimci sömürgeciliğinde yatıyor.
Bize Filistin ortak operasyon odasının direniş eylemini kınamadığımız için, sivillerin ölümünü mü savunuyorsunuz diye soruyorlar. Hayır. Filistin direniş güçleri eylem yaptığı için değil, İsrail sömürgeciliği yüzünden insanlar ölüyor. Tam da bu yüzden İsrail'in sömürgeci bir terör devleti olarak varlığının sona ermesi gerekir.
Bize Shani Louk’un müzik festivali alanındaki insanların esir alınırken maruz bırakıldığı muameleyi onaylıyor musunuz diye soruyorlar. Hayır. Sömürgeci devletin esir aldığı 5 bini çocuk binlerce Filistinli varken, Filistinliler sistematik olarak cinsel şiddet dahil her türlü zorbalığa maruz bırakılırken sadece bazı bedenlerin maruz bırakıldığı şiddet dünyayı şoke ediyorsa burada eşitsizlik var diyoruz. Yapısal şiddeti görünmez kılmak günün sonunda İsrail’in sömürgeciliğine yarıyor. Tıpkı Afganistan-Irak savaşlarında ABD’nin yaptığı gibi, kadın bedeni üzerinden katliamlar meşrulaştırılmaya çalışılıyor. İsrailli tarihçi Ilan Pappe son yazısında kolonyalizm ne kadar sürerse karşısındaki direnişin de o kadar yozlaşacağını yıllardır vurguluyoruz diyordu. Steril bir mücadele ne yazık ki yok ve bu konu özelindeki esas sorumlu İsrail sömürgeciliği.
Bize cihatçıları mı onaylıyorsunuz diye soruyorlar. Hayır. Yaşananlar seküler devlet-islamcı cihatçılar çatışması değil. Zaten vaadedilmiş topraklar şiarıyla sömürge devleti inşa eden İsrail’in ne kadar seküler olduğu tartışmalı. Hamas’ın ise İslamcı olması cihatçı terör örgütü olduğu anlamına gelmiyor. IŞİD, Hamas, Hizbullah, Boko Haram, İhvan vs bunlar bir ve aynı şeyler değil.
Karşımıza çıkan bu soruların neredeyse hepsinin kökeninde temel bir problem var. İsrail’i meşru ve mutlak bir devlet olarak görmek. Bu da aslında İsrail’in 1948’den itibaren filistinlileri kendi topraklarından katliamlarla sürerek yerleşimci sömürgeci bir devlet kurduğu gerçeğini gölgeleyip, kendi halinde bir devletken birtakım cihatçıların saldırısına uğradığı şeklindeki propagandasında ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.
Direnişi Hamas’a indirgeyenler, Hamas’ın bu eylemiyle Gazzelileri tehlikeye attığını ve İsrail’i savaş başlatmaya kışkırttığını söylüyor. Oysa bölgeyi takip eden birçok kişi çok uzun zamandır bölgeyi tamamen Filistinsizleştirme hamlesine girişmeye hazırlandığını, bir şekilde bir yerden “olayların” patlak vermesinin an meselesi olduğunu anlatıyordu. Birincisi bu zaten İsrail’in yapısından kaynaklanıyor. Filistinliler nakbanın yani topraklardan sürülmenin, yersiz-yurtsuzlaştırılmanın sürekli yapısını vurguluyorlar yıllardır.
75 yıllık haritadaki değişim de zaten bunu gösteriyor. Son dönemde Batı Şeria’daki silahlı ırkçı yerleşimci politikası bunu gösteriyor. O yüzden Filistinlilerin varlığı, varoluşu İsrail’in kurumsal sömürgeci politikasının sonlanmasına bağlı, birinin varlığı ötekinin yokluğuna bağlı. Bu yüzden biz tek devletli çözümü yani özgür laik birleşik Filistin’i savunuyoruz.
İkincisi ise son yıllarda Arap coğrafyasındaki ülkelerin İsrail’le normalleşme sürecine girmiş olmaları. 16 yıldır etrafı duvarlarla çevirli Gazze’de açık hava hapishanesi koşullarında yaşayan filistinlilerin davası giderek gündemden düşmeye başladı. Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Bahreyn gibi ülkelerin 2020’den itibaren İsrail’le imzaladıkları anlaşmalar Filistinlilerin sömürgeleştirilmesini olağanlaştırırken diğer yandan da zaten Batı’nın askeri, ekonomik, kültürel vb tam desteğini alan İsrail’in bölge ülkeleriyle de normalleşmesi Filistinsizleştirme politikası için İsrail’e güç verdi. Aksa Tufanı başlamadan iki ay önce İsrail Mescidi Aksa’ya saldırmıştı ve ertesi gün de Batı Şeria’da silahlı yerleşimciler Filistinli sivillere saldırmıştı. Dolayısıyla Aksa Tufanı, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir halkın, tüm dünyanın kendisine sırtını döndüğü koşullarda yaklaşmakta olan felaketi beklemek yerine direnmeyi tercih etmesidir. 75 yıllık direniş tarihinin en büyük eylemlerinden birisidir. Arkasına en büyük emperyalist gücün desteğini almış İsrail’in yenilmez denilen askeri kalkanı, demirden kubbe denilen gücü delindi. Filistinliler ablukayı kırdı, yıllar önce kovuldukları topraklara geri dönüş haklarını kullandılar.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)