Roni Margulies’i ilk gördüğümde yıl 2002’ydi. 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydim. Benim üniversiteye girdiğim yıl ABD’de Dünya Ticaret Örgütü binalarına saldırılmış ve bunu fırsat bilen ABD, Afganistan’ı işgal etmişti, Irak’a ise saldırmaya hazırlanıyordu. Benim politik faaliyetlerim savaş karşıtı hareket içinde başladı. Adını DSİP’lilerden sık sık duyduğum ve Sosyalist İşçi’de yazılarını okuduğum Roni’yi ilk görüşüm de 1 Aralık 2002 tarihinde İstanbul’da Irak savaşına karşı yapılan mitingdeydi. Yanında İngiltere’den İşçi Partisi’nin sol kanat milletvekillerinden Jeremy Corbyn vardı. Taksim’den Şişli’ye topluca gitmiştik. O gün hiç sohbet etmedik.
15 Şubat 2003’te dünya tarihinin en büyük savaş karşıtı eylemleri olmuştu. DSİP’in İngiltere’deki kardeş örgütü Socialist Workers Party’nin içinde aktif yer aldığı Stop the War Coalition’ın (Savaşı Durdurun Koalisyonu) bir aktivisti olarak Roni, Londra’daki iki milyonluk yürüyüşün katılımcısı olmuştu. Tekrar Türkiye’ye döner dönmez, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’ndeki Savaşa Hayır Platformu’nun konuğu olarak Roni’yi okula davet ettik. İlk tanışmamız o gün Cebeci Kampüsü çimlerinde oturup sohbet ederken oldu. Toplantıya bir yer ayarlayamamış, yeterince duyuru yapamamıştık. Moralim bozuktu ve Roni’ye karşı mahcup hissediyordum. O ise meşhur gülümsemesiyle hiç tınmamış, kaç kişi geldiğine bakmaksızın yanımıza çimlere oturmuş ve savaş karşıtı hareketten bahsetmeye başlamıştı. Roni’yi gelen 6-7 kişiye tanıtırken, İngiltere’den geldiğini ama Türkçe şiirleri olduğunu söylemiştim. Hayatımda ilk defa bir Yahudi’yle tanışıyordum ve arkadaşlarıma aslında Roni’nin Türkiyeli olduğunu söylemeye çalışıyordum fakat becerememiş elime yüzüme bulaştırmıştım. Roni hemen araya girerek şöyle dedi: “Roni Margulies, İstanbulludur”.
Daha sonra sayısız defa Roni’yle toplantılar yaptık, eylemlere katıldık, yolculuklar yaptık. 2004 yılında ben de DSİP üyesi oldum. İlk tanışmamızdan geçtiğimiz haftaki ölümüne kadar Roni’yle yoldaş olduk. Başlarda hayranlıkla dinlediğim ve okuduğum Roni Margulies, ilerleyen zaman içinde sadece yoldaşım değil arkadaşım da oldu. Onu tanıyanlar gayet iyi bilir ki Roni, inatçı herifin biriydi. Söylediğinin aksi bir şey söyleyenle inatla tartışır ve karşıdakinin fikrini çok nadiren kabul ederdi. Çok etkileyici biriydi, sohbet ederken ilgi alanları karşısında hayranlık duymamak elde değildi. Tarih, edebiyat, sosyalizm, müzik, benim hiç ilgimi çekmeyen futbol (ama sadece İngiltere ligi). Sosyal medya kullanımından zerrece anlamıyordu. Gözü hep gelecekte olsa da belli bir kuşağın mensubuydu çünkü…
2006’da Avrupa Sosyal Forumu Hazırlık toplantısı için İstanbul’a gitmiştik. O zamanlar Karakedi isimli bir kültür merkezimiz vardı. Toplantılardan sonra gece Karakedi’de lise arkadaşım Onur Çığın ile bir konser vermiştik. Genelde böyle ortamlarda uzun kalmayan ve meyhaneye gitmenin yolunu arayan Roni, o gece uzun uzun oturup bizi dinlemişti. Çığın için şöyle demişti: “Herif hiçbir şarkının sözlerini tam olarak söylemiyor, çoğunu uyduruyor ama çok iyi uyduruyor”. Daha sonra ben Pink Floyd’un “Wish You Were Here” şarkısına giriş yapınca, yanıma gelip kulağıma eğilmiş “Bu şarkıyı çalabilirsen dile benden ne dilersen” demişti. Tutmadığı binlerce sözünden biriydi bu.
Roni’nin her Ankara’ya gelişi bir rakı sofrasına oturulacağı anlamına gelirdi. Atilla Dirim, Roni ve ben kaç kere bu sofralarda bulunduk sayısını bile bilmiyorum. İstanbul’da da Pera Balık başta olmak üzere pek çok meyhaneye giderdik. Bu masalarda çok çeşitli konular konuşulurdu. Roni, anlatmayı, heyecanla konuşmayı ve rakıyı çok seven biriydi. Aslında tüm içkileri severdi, “hepsi çocuğum gibi” diyordu. Bu sofraların parçası olmak, hayatım boyunca sevinç duyacağım bir şey.
Roni’yle konuştuklarımızın hepsini yazabilmek imkânsız ama birkaç örnek vermek onun ne kadar farklı alanlarla ilgilendiği konusunda bir fikir verebilir. Bir yaz tatilinde rakı sofrasında Antik Yunan’daki nomos sözcüğünün Arapça namus sözcüğünden gelip gelmediği üzerine saatlerce konuştuğumuzu hatırlıyorum, öğrendik ki öyleymiş. Beraber toplantı için Ankara’dan İstanbul’a uçak yolculuğu yaparken elimde gördüğü Gülten Akın kitabı üzerine keyifle sohbet etmiştik. Caz ve rock müzik üzerine defalarca konuştuk, müzikler dinledik, yorumlar yaptık. En son görüşmelerimizden birinde Altınoluk’taki yaz kampında aynı odada kalıyorduk, dümdüz dedikodu yapmıştık.
Roni’den pek çok konuda, pek çok şey öğrendim ama bunların en başında mücadele azmi geliyor. 17 yaşında Londra’da sosyalist olmuş ve bundan sonraki bütün hayatını örgütlü bir sosyalist olarak geçirmişti. Onu politik olarak en iyi tanımlayan unsur ise enternasyonalizmdi. Milliyetçilikten iliklerine kadar nefret ederdi Roni. Yahudilikle pek bir ilgisi olmasa da Türkiye’de her şeyden önce bir Yahudi olarak görüldüğünün farkındaydı. Gerçekten de hem sağdan hem de “sol”dan Roni’nin ismiyle ilgili ırkçı göndermeler yapıldığına defalarca şahit oldum. Filistin halkından Kürt halkına ezilen tüm halkların yılmaz bir savunucusuydu. Cesur bir insandı, defalarca uğradığı saldırılara, ölüm tehditlerine rağmen fikirlerini söylemekten, dünyayı değiştirmeye çalışmaktan bir adım bile geriye atmadı.
2017’de Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzaladığımız için üniversiteden ihraç edildiğimizde Roni bir şiir dinletisi ve imza günü yapmış, kitaplarının gelirinden elde edilen parayı bana ve beraber ihraç edildiğim yoldaşım Merve Diltemiz’e bağışlamıştı.
Roni’nin Elsa’ya olan aşkı beni hep derinden etkilemiştir: “Baştan yeniktir çağımızda her aşk ve çağımızın çocukları, Elsa'yla ben, yenildik işte herkes gibi”. Elsa ve Roni yenildi belki ama böylesi bir aşk da pek kimseye nasip olmazdı. Ölmeden önce son bir defa Elsa’yı görebilmiş olması hem biraz acı hem de biraz sevinç veriyor. Zaten Roni’yi en iyi bunlarla tanımlayabiliriz: Biraz acı, biraz sevinç, bol kahkaha, bol mücadele.
Roni’yle son konuşmamız yine mücadele üzerineydi. İlk kemoterapisini görmüş olan Roni, 18 Mayıs günü bana telefon etmiş ve İngiltere’deki Brighton Üniversitesi’nde 400 kadar çalışanın işine son verileceğini, oradaki arkadaşlarının bun karşı direnişte olduğunu söylemişti. Bir imza kampanyasını bana mail atacağını, bu kampanyayı Türkiye’de ulaşabildiğim akademik çevrelere ulaştırmamı istediğini anlattı. “Sağlığın nasıl?” diye sordum, sesindeki neşesini belli ederek “Kemoterapi konusunda beni çok korkutmuşlardı. Hiç de bir etkisini görmedim. Çok memnunum doğrusu” demişti. Birkaç gün sonra ikinci kemoterapisini görmüş ve bir daha hastaneden çıkamamıştı. Hastane yatağında her gün başında olan yoldaşlarımdan son anına kadar dünyada ve Türkiye politikasında, parti faaliyetlerinde neler olup bittiğini sorduğunu öğrendim.
Seni tanıdığım ve beraber geçirdiğimiz her an için çok mutluyum Roni. Seni özleyeceğiz ve inadını mücadelede sürdüreceğiz. Ama 2006’da çok sevdiğini söylediğin o şarkıdaki gibi:
“Wish you were here” be Roni!
Can Irmak Özinanır