İster inanın ister inanmayın, geçtiğimiz Cuma’nın en önemli haberi BBC’nin aşırı sağ eğilimli bir muhafazakar hükümetin dediğini yapıp Gary Lineker’a uzaklaştırma vermesi değildi. Çin’in Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik ilişkileri iyileştirme yönünde bir anlaşmaya varılmasını sağladığını duyurması uzun vadede daha önemli etkileri olacak bir olay.
Bu anlaşmanın iki önemli unsuru var. İlki bunun İran ve Suudi Arabistan arasında olması. Zira ABD Irak’ta yenilgiye uğradığından bu yana (önümüzdeki hafta sonunun işgalin 20. yıldönümüne denk gelmesi de manidar) bölgedeki alt-emperyalizmler arasında ABD’nin çekilmesiyle oluşan vakumu doldurmak için bir rekabet vardı.
Bu güçlerin en önemlileri İran, Suudi Arabistan ve Türkiye; İsrail ise daha gölgede durduğu bir pozisyon üstleniyor. Fakat esas çekişme Tahran’daki İslami Cumhuriyet yönetimi ile Riyad’daki kraliyet ailesi arasında olan. Bu iki güç uzun süredir Suriye ve Yemen’de iki vekalet savaşı yürütüyorlar.
İran’dan duyulan ortak korku Donald Trump’ın ciddi teşviki ile birleşince İsrail’i Körfez’deki şeyhliklere yakınlaştırmıştı. Bu bilindiği üzere Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in İsrail’i tanımaya başlamasıyla sonuçlanan, 2020’de imzalanan Abraham anlaşmasına giden yolu hazırlamıştı.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan Karim Sadjadpour bu iki rakip gücün neden şimdi ilişkilerini normalleştirme yoluna gittiklerine dair berrak bir açıklama sunuyor: “Bunun içinde Tahran’ın işine yarayan ne var? Iran aylar süren eylemler sonucunda derin bir aşağılanma yaşadı ve hem ekonomik hem stratejik olarak Çin’e ağır bir şekilde bağımlı halde. Bu anlaşma içinde olduğu tecridi hafifletiyor, rejimin meşruiyetini güçlendiriyor ve ABD’nin karşısında Çin’in bölgedeki etkisine kuvvet veriyor.
“Peki Riyad’ın çıkarı ne? 2019’da Suudi Aramco petrol tesislerine yapılan saldırı, ABD’nin kendilerini İran’dan koruyamayacağını gösterdi. Çin’in İran Üzerindeki Muazzam ağırlığı ve bölgedeki istikrardan yana çıkarı göz önünde bulundurulunca Riyad bu anlaşmanın kendilerine İran’a karşı bir Çin kalkanı sağlamasını umuyor.”
Fakat ikinci çarpıcı noktaya gelecek olursak, bu anlaşmayı sağlayanın Çin olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. İran-Suudi görüşmelerini yöneten en üst düzey yetkili Çinli diplomat Wang Yi, manidar bir dille “Dünya yalnızca Ukrayna meselesinden ibaret değil” diye konuşmuştu.
Washington Post’a göre, “Washington’da kimileri anlaşmada Pekin’in oynadığı role dair kaygı belirtmiş olsa da Biden yönetiminin isteseydi bile anlaşmayı kendisinin yönetip yönetemeyeceği belirsiz. Trump yönetiminin İran nükleer anlaşmasından çekilmesi ve ülkenin en üst düzey komutanı Kasım Süleymani’ye suikast düzenlenmesi sonrasında ABD ve İran arasındaki ilişkiler birbirini tanımamanın eşiğine gelmiş durumda.
Her halükârda, büyük ölçekte güçler dengesinin yeniden şekillenmekte olduğu şüphe götürmez bir gerçek. 1978-79 İran devriminden bu yana ABD sürekli olarak askeri gücünü körfezdeki hakimiyetini sürdürmek için kullandı, bunun en temel sebebi bölgenin petrol ihracatının önemi.
Ancak ABD’nin körfez petrolüne olan bağımlılığı geçtiğimiz yirmi yıl içinde ciddi ölçüde azaldı. Bu ABD’nin büyük ölçüde enerji üretiminde kendi kendine yeter hale gelmesini sağlayan kaya petrolü devriminin sonucunda gerçekleşti. Şu anda Suudi Arabistan, Rusya ve İran’la birlikte dünya enerji piyasalarında önemli bir aktör. Bu sırada Çin, Körfez petrolünün en önemli ithalatçısı ve hem bölgede hem de dünyadaki en büyük sanayi ürünleri ihracatçısı haline geldi.
Aynı sırada, ABD ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkiler kötüleşmeye yüz tuttu. Bir kez daha Washington Post’dan alıntı yapmak gerekirse, “Amerika’nın Arap müttefikleri ve daha geniş ölçekte İran Körfezindeki devletler insan hakları ihlallerine dair Washington’dan işittikleri şikayetlerden sıkılmış durumdalardı, Pekin’den işitmeyecekleri türden şikayetlerdi bunlar.
Ve Çin bu ilişkileri bir süredir işlemekteydi zaten. Başkan Xi Jinping geçtiğimiz Aralık ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş ve geçtiğimiz ay ise İran’daki meslektaşı Ebrahim Raisi ile bir stratejik işbirliği anlaşması imzalamıştı. Suudi Arabistan Ukrayna işgaline yanıt olarak Rusya’yı yalnızlaştırma yönünde ABD’nin liderliğini takip etmeyi reddetmişti.
ABD geniş ölçekte Ortadoğu’da muazzam bir askeri güç bulundurmayı sürdürüyor. ABD merkez kuvvet komutanlığın bölgede 40 ila 60 bin kadar asker ve 30 büyük askeri üs bulunduruyor. Ancak ne var ki Arap Körfez Devletleri Enstitüsünün yayını Diwan’dan Kristin Smith’in dediği gibi, “Çin bu anlaşmayla beraber nihayet Ortadoğu’ya gerçek anlamıyla bir stratejik aktör olarak yerleşmiş durumda”
Alex Callinicos
Çeviri: Deniz Güngören