Amerika’nın, topraklarının üzerinde uçan bir Çin balonunu vurmasıyla sonuçlanan yaygara, dünyanın ne kadar tehlikeli bir yer haline geldiğini gösteriyor. Bir F-22 savaş uçağının balona saldırmasından da önce, ABD dışişleri bakanı Anthony Blinken, Çin devlet başkanı Xi Jinping ile Pekin’de gerçekleşmesi planlanmış olan görüşmesini iptal etti. Blinken, “ABD’nin toprak bütünlüğünün ve uluslararası hukukun açık bir ihlalinin” söz konusu olduğundan şikâyet ediyordu.
Blinken’in gücenikliğinde oldukça trajikomik bir yan var. Zira kendisi başka devletlerin toprak bütünlüğüne duyduğu saygıyı İHA saldırılarıyla gösteren bir devleti temsil ediyor. ABD aynı zamanda İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ile küresel bir elektronik casusluk ağını yönetiyor.
Dahası, bu son yaşanan sahnenin, Soğuk Savaş esnasında ABD ve SSCB arasında yaşanmış olan birebir bir kopyası mevcut. 1960 yılının Mayıs ayında Sovyet silahlı kuvvetleri bir U-2 casus uçağını Sverdlovsk (şimdiki adıyla Ekaterinburg) yakınlarında düşürerek pilotu Yüzbaşı Gary Powers’ı esir almıştı. CIA, SSCB toprakları üzerinde yüksek irtifalı gözetleme uçuşları gerçekleştiriyordu.
Washington bu uçağın düşürülmesi üzerine, söz konusu U-2’nin Ulusal Havacılık ve Uzay Araştırmaları Kurumuna ait bir meteoroloji uçağı olduğunu ve rotasını şaşırmış olduğunu iddia ederek yalan söyledi. Bu açıklama ise Sovyet lideri Kruşçev’e Powers’ın hayatta olduğuna ve bir casusluk görevinde olduğuna dair elde ettikleri delilleri ortaya açma imkanı verdi. Bu olay Steven Spielberg’in 2015 yapımı filmi Casuslar Köprüsü’nün arka planını oluşturuyor.
Tarihçi Richard Aldous’un işaret ettiği üzere “Çin Halk Cumhuriyeti’nin temsilcileri … ABD’li meslektaşlarının 1960’ta yaptıklarının son derece ikna edici bir taklidini yapıyorlar. NASA’nın U-2 krizi ile ilgili açıklamasının adeta bir karbon kopyası niteliğinde, Pekin, Montana üzerinde uçan balonun meteoroloji araştırmaları için kullanıldığını ve rotasından çıkmış olduğunu söyledi.”
Dönemin ABD başkanı Dwight Eisenhower’ın da o sıralar Kruşçev ile Paris’te bir zirvede görüşmesi planlanmıştı. Bu görüşmede iki süper gücün arasındaki buzları eritecek adımlar atılması ümit ediliyordu. Ancak Eisenhower özür dilemeyi reddedince zirve çöktü.
Aldous şu yorumu yapıyor: “U-2 krizi Soğuk Savaş’ın en tehlikeli dönemlerinden birinin başlangıcını teşkil ediyordu. Kruşçev, tıpkı daha önce Paris’te Eisenhower’a yaptığı gibi, hemen bir sonraki sene Başkan John F. Kennedy’i de Viyana’da bir zirvede küçük düşürecekti. Aynı yılın yaz aylarında gerçekleşen Berlin Duvarı krizi ve sonraki sene gerçekleşen füze krizi iki süper gücü nükleer restleşmenin eşiğine getirdi.
Blinken’in Xi ile yapacağı görüşmeye dair de benzer ümitler vardı. Pekin’in dış politikası geçtiğimiz ay değişmeye başlamıştı. Çin, hezimete uğrayan Sıfır-COVİD politikasının dayattığı tecritten çıkarken bilhassa Batılı egemen sınıflarla ilişkilerini düzeltmeyi hedefliyordu. Xi’nin baş ekonomik danışmanı Liu He, geçtiğimiz ay Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’nda bir grup üst düzey şirket yöneticisine “Çin geri döndü” diye sesleniyordu.
Ancak bununla beraber, bir savaş ihtimaline sıcak bakan güçlü lobi grupları var. Ardı ardına pek çok yüksek rütbeli subay Çin’in Tayvan’ı kendi topraklarının parçası olduğunu iddia etmesi gerekçesiyle ABD ve Çin’in hesaplaşacağını öngördüklerini dile getirdiler. Bunlardan sonuncusu, ABD Hava Kuvvetleri Komutanı General Mike Minihan, “Sezgilerim bana 2025’te savaşacağımızı söylüyor.” diyordu. Savaş tartışmaları şu anda temsilciler meclisinin kontrolünde tutan Cumhuriyetçiler tarafından iyice şişirildi. Sözcüleri Kevin McCarthy Tayvan’a son derece kışkırtıcı bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlıyor.
Blinken ve patronu Joe Biden, muhtemelen Çin balonuna bu kadar saldırgan bir tepki gösterirken Cumhuriyetçilere gözdağı vermeyi hedefliyorlardı. Pekin’de de pekâlâ şahin politikaların savunucuları var ve bu krizi onlar da kullanacaklardır. Kim bilir, belki de biraz yakın bir uydu da pekâlâ aynı işi görecekken, üstelik bu kadar hassas bir dönemde balon yollanmasının arkasında da bunlar vardır.
Tıpkı 1960’ta olduğu gibi, bu olay nükleer silahlarla kuşanmış iki emperyalist rakibin karşılıklı güvensizliğini besliyor. Daha da kötüsü, tüm bunlar başka bir nükleer emperyalizmi kışkırtan savaşın, Rusya ile Ukrayna ve ittifakları arasındaki savaşta bahar taarruzuna hazırlanıldığı bir zamanda gerçekleşiyor. Bu güçler arasındaki rekabet, insanlığa açık bir tehdit haline gelmiş durumda.
Alex Callinicos
Çev: Deniz Güngören