Pek çok insan Joe Biden’ın geçtiğimiz hafta söylediklerini iç rahatlatıcı bulmuş olmalı: “Savaşı bitirmekle gerçekten ilgileniyorsa, sayın Putin ile görüşmeye hazırım.” Fakat bu, esasen bir politikacının bir şey söylerken aslında başka bir şey ima ediyor olduğu gerçeğine iyi bir örnek teşkil ediyor.
An itibariyle ne Rusya’nın ne de Ukrayna’nın arabuluculuk görüşmelerine herhangi bir ilgi göstereceğine dair bir işaret olduğunu söylemek mümkün değil. İkisinin de savaş alanındaki pozisyonlarını güçlendirme niyetinde oldukları görülüyor. Bir ihtimal zamanı geldiğinde –ki geleceğine kesin gözüyle bakmak zor görünüyor- Washington, Kiev’e Rusya’yla görüşmek yönünde baskı yapabilir. Ancak dediğimiz gibi, bunun şimdi gerçekleşeceğine dair hiçbir işaret yok.
Biden’ın bu cümleleri neden sarf ettiğini anlamak için bu sözlerin söylendiği yere bakmak gerekiyor, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Washington’da yapılan ortak basın açıklamasında söylendi. Avrupa Birliği’nin iki büyük gücü, Fransa ve Almanya, Baltık devletlerini etkisi altına alan savaş heyecanını paylaşmıyorlar. İki ülke de kesin olarak anti-Rusya koalisyonunun bir parçası, fakat savaş öncesi statükoya hızlı bir geri dönüşü arzuluyorlar. Alman Başbakanı Olaf Scholz yakın zamanda savaşın sonlandırılmasının “Avrupa’da barış ve güvenlik düzeninin temeli olan anlaşmaların” yeniden eski haline getirilmesine izin vereceğini ifade etmişti.
Washington’un tavrı ise oldukça farklı. Ukrayna’ya silah yardımı akıtılmasının ve Ukraynalı birliklerin yoğun bir biçimde eğitilmesinin ardındaki amaç, birkaç ay önce İngiltere Savunma Bakanı Lloyd Austin’in belirttiği gibi, Avrupa’daki güç dengesini kaydırmak ve Rusya’yı “zayıflatmak”. Fakat ABD için esas tehdit Çin.
Biden yönetiminin yeni Ulusal Savunma Stratejisi bu konuda şüpheye yer bırakmıyor: “Rusya ve Çin’in doğurduğu zorluklar birbirinden farklı. Rusya, Ukrayna’ya yönelik vahşice askeri saldırısının da gösterdiği üzere, özgür ve serbest uluslararası düzene bariz bir tehdit teşkil ediyor. Çin ise, buna tezat olarak, hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme hem de bu hedefi (küresel serbest piyasaları) ilerletme hususunda ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik olarak ABD’ye rakip tek güç.
Yani sonuç olarak Biden, Dr. Strangelove’a (Dünya’nın nükleer yıkımın eşiğine gelmesine sebep olan “Küba Füze Krizini” parodileştiren 1964 yapımı bir Stanley Kubrick filmi) dönüşmeyeceği hususunda, Berlin ve Paris ‘in yüreklerine su serpmeyi amaçlıyor. Ve gerçekten de zamanı geldiğinde Putin ile pazarlık edecektir. Fakat önceliği, Avrupa devletlerini Çin’e karşı cepheleştirmek. Bu strateji için seçilen gereç ise NATO. Financial Times’dan Edward Luce’nin de işaret ettiği üzere, Macron NATO için “beyin ölümü gerçekleşti” diyeli yalnızca üç yıl olmuş. Oysa şu anda Washington’un Pekin ve Moskova’ya karşı seferberliğinin en önünde yer alıyor.
NATO Soğuk Savaş için icat edilmişti. Şu anda ise yeni bir Soğuk Savaş için yeniden icat ediliyor. Şimdiye kadar Amerika’nın, NATO’daki Avrupalı ortaklarına Çin’e karşı daha şahin tutum almak yönünde yaptığı baskılar belli ölçüde başarılı olmuştu. Burada ima edilen karşılıklı taviz politikası oldukça keskin: ‘Biz size Rusya konusunda yardım ediyoruz, siz de bize Çin konusunda yardım edeceksiniz.’ … Fransa, İngiltere ve Hollanda gibi önde gelen NATO ülkeleri Hint-Pasifik mevcudiyetlerini arttırmaya başladılar. Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi NATO üyesi olmayan devletler ise gittikçe daha da fazla de facto NATO üyesi gibi davranıyorlar”
Geçtiğimiz hafta NATO’nun üst kurulu olan Kuzey Atlantik Konseyi, Romanya’nın başkenti Bükreş’te toplandı. Tartışma konusu Avrupa’dan olabildiğince uzak bir ada idi: Çin’in topraklarının parçası kabul ettiği Tayvan. Meclis başkanı Nancy Pelosi’nin Ağustos ayında Tayvan’a yaptığı oldukça kışkırtıcı ziyaretten bu yana, Amerikan ordusundaki çeşitli unsurlar adada bir Çin işgalinin eli kulağında olabileceği ihtimalinden söz etmeye başladı. “Bir üst düzey AB yöneticisinin” Financial Times’a aktardığına göre: “Enine boyuna tartıştığımız bir konu varsa eğer o da Tayvan ve olası senaryolar ve en temelde bu konuda neler olacağıdır.”
Öte yandan bu durum, olası bir çatışma durumunda bölgeye yakın düşen ABD müttefiklerine kabak tadı veriyor. Nikkei Asya’nın (Japonya’nın en büyük ulusal gazetelerinden biri olan Nikkei’nin, tüm Asya ile ilgili haber yapan kolu), batılı düşünce kuruluşu Trilateral Komisyonu (Üçlü Komisyon, Japonya, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika arasında daha yakın işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur) üyesi Asia Pacific Group’un yakın zamanda gerçekleşen bir toplantısına dair hazırladığı ilgi çekici rapora göre, “Eğer Tokyo’daki buluşma tek bir şey gösterdiyse, bu da Asya’daki elitlerin, ABD ve Çin arasındaki gittikçe sertleşen rekabetin bir sonucu olarak dünyanın yanlış yöne gittiği kaygısını taşıdıkları … Ve katılımcıların pek çoğuna göre buradaki esas problem Amerika … ABD’nin kendi ideolojisini ithal etme merakı pek çokları için sorunun kaynağını teşkil ediyor.”
Başka bir deyişle, Washington’un kendini Çin’e karşı savunma dürtüsü, müttefiklerini kendi etrafında toplamak yerine onları kendinden soğutma riskini taşıyor.
Çeviren: Deniz Güngören