Antifaşist mücadelenin temeli: Göçmenlerle dayanışma

13.10.2022 - 11:05
Ozan Tekin
Haberi paylaş

Son dönemde bazı ülkelerden arka arkaya gelen seçim sonuçları haberleri, aşırı sağın ve faşistlerin yükselişinin ne kadar ciddi bir tehdit hâline gelmeye başladığını teyit ediyor. İlk olarak Nisan ayında Fransa’da faşist Marine Le Pen son 20 yılda üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalmayı başardı; hem de ilk turdaki oylarını düzenli bir biçimde artırmaya devam edip yüzde 23’ün üzerine taşıdı. İkinci turda da yüzde 41,5 alarak rekorunu kırdı. Eylül ayında ise gelişmeler hızlandı. Önce İsveç Demokratları adlı parti yüzde 20,5 oy alarak ülkenin ikinci büyük partisi hâline geldi. Ardından İtalya’nın Kardeşleri Partisi yüzde 26 oyunun yanına Salvini’nin Liga’sı ve Berlusconi’nin Forza Italia’sı ile birleştirdiği yüzde 46’lık blokla, açıkça faşist olan Giorgia Meloni’nin bir Avrupa ülkesine başbakan olmasını sağladı. Brezilya’da ise Bolsonaro’nun Lula’ya karşı açık farkla kaybedileceği tahmin edilen seçimler bu şekilde bitmedi; aradaki yüzde 5’lik farkla, aşırı sağcı cumhurbaşkanı bu yarışı ikinci tura taşıdı.

Burada özellikle Meloni’nin üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü kendisi, partisinin amblemindeki alevin, Mussolini sonrası dönemde İtalya’da faşizmi savunmak için kurulan MSI’nin logosuyla benzeşmesinden son derece memnun. Zaten hareketinin kökenleri de o partiyle organik bağa sahip, oradan çıkma. 

“Tanrı, vatan, aile” sloganıyla kampanya yapıyorlar. 

Meloni’nin kendisi İspanyol aşırı sağcılarının partisi Vox’un bir eyleminde “LGBT lobisine hayır” diye bağırırken görüntülendi. Aynı zamanda, İtalyanların “nesli tükenmesin” diye doğum oranlarının artırılmasını savunan bir kürtaj karşıtı ve “Yaptığı her şeyi İtalya için yaptı, onun gibi siyasetçi 50 yıldır gelmedi” diyen bir Mussolini hayranı.

Ortak tema göçmen düşmanlığı

Çoğu aşırı sağcı gibi Meloni’nin ajandasının baş köşesinde göçmen düşmanlığı yer alıyor. “Büyük sermaye” ve “uluslararası sermaye” karşıtı bir retorik kullanıyor, göçmenlerin maaşları düşürmek için sermaye tarafından buyur edildiğini savunuyor. Ona göre İtalya “uyuşturucu kaçakçılığı veya fahişelik yapacak yüzbinlerce kişiyi içeri alıyor”. 

Aşırı sağcı komplo teorisi “Büyük Yer Değişimi” Meloni tarafından savunuluyor. Soros gibilerinin Avrupa’yı Müslümanlaştırıp Hristiyan kimliğini yok edeceğine inanıyor. 

Macaristan’ın otoriter lideri Orban, göçmenlere karşı sert tutumu nedeniyle Meloni’nin favorilerinden biri. Meloni’nin küçük ortağı ise İtalya’da daha önce İçişleri Bakanı olduğu dönemde göçmenlere yönelik hareketleri nedeniyle yargı karşısına çıkmak zorunda kalan Matteo Salvini.

İsveç Demokratları da göçmen karşıtı bir seçim kampanyası yürüttüler ve ülkenin “sorumsuzca bir göç politikası” izlediğini iddia ediyorlar. Fransız faşist Le Pen “sıradan insanlar adına” konuştuğunu iddia ediyor, hayat pahalılığından dem vuruyor. Avrupa’da aşırı sağ ve faşistlerin büyümesindeki en önemli etken, neoliberal merkez partilerinin uyguladığı tasarruf politikalarının işçi sınıfını muazzam ölçüde yoksullaştırması oldu. Sisteme yabancılaşan insanlar aşırı sağ ve aşırı sol seçeneklere yöneliyorlar. Solun ve emek hareketinin bu öfkeye paralel bir alternatif sunamadığı durumlarda, aşırı sağcılar ekonomik kriz nedeniyle göçmenleri suçlayarak sağdan bir yanıt üretiyor ve büyüyorlar.

Göçmenlerle dayanışma

Dolayısıyla, ABD sınırına içinde timsahlar bulunan bir çukur kazdırmayı planlayan Trump’ın iktidara gelebildiği bir dünyada, aşırı sağa karşı mücadelenin en kritik unsuru göçmenlerle dayanışmadır. 

Türkiye’de de ırkçılar ve faşistler Avrupa’daki benzerlerinin argümanlarını kullanarak Suriyeli ve Afgan yoksulları hedef hâline getirmeye çalışıyorlar. Türk ulusal kimliğinin kaybolduğu, kültürümüzün bozulduğu, yakında azınlık kalacağımız gibi komplocu yaklaşımlar, ekonomik krizin yıkıcı etkileriyle birleşince mülteci nefretinin körüklenmesine yol açıyor.

Irkçılığa darbe vurmak ve aynı zamanda yoksullaşmamızın gerçek sebeplerine karşı mücadele edebilmek için, tüm sol ve demokrasi güçleri, emek örgütleri, özgürlükten yana olan tüm sivil toplum kuruluşları bu yalanlarla mücadele edebilmek için birleşmeli. Sendikal hareket arada bir göstermelik işler yapmayı bırakıp göçmenleri örgütlemek ve onlarla dayanışma göstermek için 7/24 çalışmalı. Sosyalistler AKP’ye muhalefetin bir parçasıymış gibi görünen göçmen düşmanı argümanlara karşı açıktan savaş açmalı ve Zafer Partisi’nden İyi Parti’ye hepsinin “kaba” veya “nazik” ırkçılığıyla baş etmenin yollarını bulmalı.

Merkez politikalar çözüm değil

Dünyanın farklı yerlerindeki örnekler gösteriyor ki, sistem partileri, aşırı sağın yükselişine çare değil. Tam aksine, onlar yoksulları daha da yoksullaştıran ve genel olarak göçmenleri dışlayan bir politik hat izleyerek faşistlerin büyüyebileceği siyasal zemini yarattılar. Dolayısıyla sıradan insanların yabancılaştığı ve hatta nefret ettiği bu güçlerle faşizme karşı bir alternatif yaratmak da mümkün değil.

Ekonomik krize ilişkin radikal solun önerilerini, göçmenleri değil bizi asıl olarak sömüren burjuvaziyi hedef alan politikaları savunan antikapitalist sol alternatifler ise hem yerli hem göçmen işçileri birleştirebilirse aşırı sağın ırkçılığına karşı başka bir çözümü savunabilir. 

Bugün antifaşist bir işçi cephesi kurmanın en temel yolu, tüm diğer öğeleriyle birlikte, en başta ve kesinkes göçmenlerle dayanışan bir politikayı hayata geçirip ülke çapındaki siyasette görünür kılmaktan geçiyor.

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol