Anaların konferansı, acıya ve söze kendini kapama

11.10.2022 - 14:31
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Rozerin Çukur’un annesi Fahriye Çukur’du. “Bizim içimiz yanıyor. Acımızı anlatamıyoruz. Acımız içimizde kaldı, yarım kaldı, anlatamadık. Acımızı dostumuza, komşumuza bile anlatamadık. Çocuklarımızın cenazesini vermediler, bizi yaşarken cezalandırdılar. Sur’da halen çocuklarımızdan parçalar var. “Bilmek, anlatmak başka, yaşamak çok daha başka. Kızınla, evladınla her gün, her saat ölmek” sözleri konferans salonunu sarstı. “

Daha önce iki yazımda söz ettiğim Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, 8-9 Ekim 2022 tarihlerinde Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evinde geniş katılımlı Ölüye Saygı Ve Adalet Konferansı düzenledi.

Gerçeklerle, tarihle yüzleşmek ve İnisiyatifin yol haritasını belirlemek amacıyla yapılan konferansta, farklı ülke deneyimleri ve bu topraklarda yaşanan, birbirinden hem çok farklı hem de çok benzeyen; ölülere, mezarlıklara ve farklı grupların kutsallarına saldırılar ele alındı. İnisiyatifin yol haritası tartışıldı.

İnisiyatifi tanıtan sinevizyonun gösterilmesi sonrası konferansın ilk günü açılış konuşmalarını İnisiyatif eş sözcüsü Derya Aydın ve Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor yaptılar. İkinci gününün açılış konuşmasını İnisiyatif eş sözcüsü Mahmut Erol yaptı.

Konferansta Eren Keskin, Remzi Altınpolat, Aslı Zengin, Hişyar Özsoy, Elif Bulut ve Nimet Tanrıkulu oturumları yönettiler. Nadire Mater ise kapanış konuşmasını yaptı.

Konferansın ilk günü “Türkiye’de ölülere yönelik çok yönlü şiddet” başlıklı ilk oturumda; Ayhan Yalçınkaya, Yusuf İnal, Murad Mıhçı, Mele Abdülbari Tiryaki, Ercan Geçmez, Taha Elgazi ve Mekiye Ormancı çeşitli toplumsal kesimlerin deneyimlerini aktardılar.

“Etik, hukuk ve (nekro)politika” başlıklı 2. Oturumda; Ali Duran Topuz, Cana Bostan, Atalay Gökçe ve Hülya Dinçer sunum yaptı.

Tutulamayan yaslar ve ölülere yönelik şiddetle mücadele deneyimleri 1” başlıklı ilk günün 3. ve son oturumunda; Şeyhmus Karadağ, Hasan Karakoç, Nedime Erdoğan, Zeki Baran ve Arjantinli konuştu.

9 Ekim Pazar günü konferansın ikinci gününün “Dünyada Ölülere Yönelik Şiddet ve mücadele: Uluslararası deneyimler” başlıklı ilk oturumunda; Bosna Hersek’ten Ewa Klonowski, Güney Kürdistan’dan Mohammad Kawthar, Lübnan’dan Souhad Karam, Filistin’den Umar al-Ghubari katılımcılara kendi deneyimlerini aktardılar.

İkinci günün “Tutulamayan yaslar ve ölülere yönelik şiddetle mücadelede deneyimleri” başlıklı 2. oturumunun konuşmacıları; Evin Genç, Eyüp Burç, Nafiye Yiğit ve Melis Kaya oldu.

Son günün son oturumu ise konferans katılımcılarının söz aldığı, “Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi: Ne yapmalı, nasıl yapmalı?” başlıklı iki saatlik forum oldu.

Anlatmak, bilmek ve yaşamak

Türkiye’de 1915’ten günümüze insanların yaşamları boyunca yaşadıkları eşitsizliğin, öldükten sonra da nasıl ve neden sürdürüldüğü masaya yatırıldı.

Mezarların tahrip edilmesi, toplumsal şiddetin yaygınlaştırılması, silahlı çatışma ve kültürel şiddet arasındaki güçlü bağı ve birbirini beslemesinin kanalları ve yöntemleri konularında benzer örneklerin yaşandığı ülkelerden hiç de geri kalan bir yanımızın olmadığı anlaşılıyor.

Türkiye’yi yönetenlerin ne derece İsrail’i yönetenleri örnek aldıklarını, onları taklit ettiklerini, katılımcılar zaman zaman hayretler içinde dinlediler.

Türkiye’de azınlıkların, ötekilerin ölülerine, çatışma sırasında yaşamını yitiren ve ele geçirilen Kürtlere karşı uygulanan şiddet, beden bütünlüğünü bozmak, cenaze törenlerini engellemek, mezarları tahrip etmek, taziyeleri yasaklamak, kimsesizler mezarlıklarına gömmek gibi uygulamaların bizde ve bütün dünyada yaygın ve sürekli olduğu ortaya serildi.

Ana akım medyanın bütün bunları gizleme, araçsallaştırma görevini çoğu kez saçmalayarak yaptığı, değişik örneklerle aktarıldı.

Bu nedenle, ülkemizde hukuksuz, yasadışı ve insani olmayan devlet kaynaklı bu ayrımcılığı ve şiddeti; egemen ve çoğunluk olan Türk toplumu genellikle duymuyor, görmüyor.

Bu bakımdan mağdurların dışında kalan kesimin toplumsal duyarlılıklarını geliştirecek çalışma yöntemleriyle, dil ve yaklaşımla hakikatlerin kamusal alana taşınmasına, bilinir hale getirilmesine dikkat çeken çok sayıda konuşma yapıldı.

Konferansın katılım ve konuşmacılar bakımından yeterli ve amacına denk düşen zenginliği içermediği söylenebilir. Mağduriyet söylemi ve siyaseti ilerisine geçilmiş ve kurucu siyaset yapabilmenin yolu, önü tam açılabilmiş değil.

Bölgeden 30’a yakın beyaz tülbentli ananın katıldığı toplantıda, 250 kişilik salonda az sayıda doğrudan mağduriyet yaşamamış katılımcının olması ciddi bir soruna işaret ediyor. Bu, Kürtlerin sözüne, acısına duygularını, düşünsel algısını kapatmanın ve ön yargıların hâlâ ne derece yaygın olduğunu gösterir. Aynı zamanda, toplum içinde ülke sorunları arasında öncelik ve risk sıralaması yapan yanlış bir anlayışın olduğunu ortaya koyuyor.

Bir konuşmacının ifade ettiği gibi, bu gidişle bu ülkede birkaç nesil daha ölülerimizin mezarları ve kemikleri aranmaya, mezarları tahrip edilmeye devam edilecek gibi görünüyor.

Neden “anaların konferansı  dememe açıklık getireyim. Yetmiş yaşına merdiven dayamış veya aşmış, ülkenin en uzak illerinden davetli anaların, konferansın forum bölümünde yaşadıklarını, acılarını, beklentileri dillendirmelerini, dinleyicilerin büyük bir bölümü gözyaşlarıyla dinlemekte bile zorlandılar.

Konferansa damgasını anaların bu bölümdeki acılarını, yaşadıklarını dillendirmeleri ve önceki oturumlardaki yaşanmışlıklar, tecrübeler vurdu. Bu nedenle anaların konferansı fazlasıyla uygun düşmekte.

Bu analardan biri de Sur’da lise öğrencisi 16 yaşındaki Rozerin Çukur’un annesi Fahriye Çukur’du. “Bizim içimiz yanıyor. Acımızı anlatamıyoruz. Acımız içimizde kaldı, yarım kaldı, anlatamadık. Acımızı dostumuza, komşumuza bile anlatamadık. Çocuklarımızın cenazesini vermediler, bizi yaşarken cezalandırdılar. Sur’da halen çocuklarımızdan parçalar var. “Bilmek, anlatmak başka, yaşamak çok daha başka. Kızınla, evladınla her gün, her saat ölmek” sözleri konferans salonunu sarstı.

Bu türden ayrımcılık ve şiddet gerçeğinin ortaya çıkarılması, hakikatlerin kamusal alanda doğru bir biçimde ifade edilmesi, şiddetin, çatışmanın son bulması için şart. Yoksa kötülüklere karşı toplumsal duyarlılık değil, toplumsal kanıksama, duyarsızlık gelişiyor, şiddet ve çatışma kronikleşiyor.

Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı gibi çalışmalar, Türkiye’nin barışına giden yolda yeni bir kapıyı aralıyor. İnisiyatif’in çalışması, bu anlamda farklı, özgün sorun ve çözüm alanlarına parmak bastı.

Bu vesileyle bir öneriyi dillendirmekte yarar görüyorum: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorunu dâhil birçok alanı kapsayan Helalleşme Açılımı çerçevesinde toplumun farklı kesimleriyle diyalog kurmakta, toplumsal barışın zeminlerini inşa etmek niyetiyle ziyaretler yapmakta.

Kürt savaşında devlet tarafından derinleştirilen, ölüye şiddet ve ayrımcılıktan kaynaklanan toplumsal acıyla, dağları delecek duruma ulaşan bu büyük yarayla yüzleşmeyi, helalleşmeyi Kılıçdaroğlu da acilen gündemine almalıdır. Demokrasiye, hukuka ve adalete kapı aralamanın yolu, ölüye saygı göstermekten geçer. Adaleti sağlamak için bu adım atılmalıdır.

Ölüye Saygı Ve Adalet Konferansının sonuç bildirgesi Konferans Hazırlık Komisyonu tarafından önümüzdeki günlerde kamuoyuna duyurulacak.

Hakan Tahmaz

 

Bültene kayıt ol