Türkiye düzenli olarak göçmen cinayetlerinin işlendiği bir ülke. Faşist Ümit Özdağ’dan, daha insancıl kelimeler seçmeye özen gösterse de fiiliyatta pek farklı şeyler önermeyen Kılıçdaroğlu’na ve elbette bugünkü durumun mimarı olan iktidara kadar etki sahibi olan tüm siyasi aktörlerin bu cinayetlerde sorumluluğu vardır.
Göçmen cinayetleri basit adli vakalar gibi kayda geçiyor ve göçmen meselesini izlemeyi hedef edinen bir avuç yayın dışında üçüncü sayfanın ötesine geçemiyor. Oysa bu cinayetler politiktir.
Irkçı cinayetler politiktir
Tıp fakültesini yeni kazanmış bir gencin bıçaklanması haberini, normalde olsa günlerce acıklı müziklerle sömüreceğinden hiç kuşku duymayacağımız basının Faris Mhammed Al-Ali cinayetinden neredeyse hiç bahsetmemesi cinayetin politik olduğunun kanıtlarından yalnızca birisi.
Irkçı Ümit Özdağ’ın, taziye yayınladığı için İHH’ya küfretmesi, yani hiçbir suçu olmayan genç bir çocuğun öldürülmesini övmesi ise Özdağ’ın da bu cinayetin politik olduğunu düşündüğü anlamına geliyor. Henüz Zafer Partisi gibi ırkçı örgütlerin bu olaydaki doğrudan dahlini bilmiyoruz. Fakat Özdağ, cinayetin sorumluluğunu paylaşmaya oldukça hevesli görünüyor. Yeniden bir göçmen öldürülürse eğer, bunun, en az silahı tutan kadar Özdağ gibi ırkçı nefret simsarlarının da suçu olacağını göstermek için bundan daha açık bir örnek düşünemiyorum. Şarkıcı Gülşen’in “halkı kin ve nefrete tahrik etme” gerekçesiyle ev hapsinde tutulmasına karşın katillere “elinize sağlık” diyen Ümit Özdağ’ın başına bir şey gelmemesi ise cinayetin politik olduğunun bir başka kanıtı.
Sorumlular
İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı’nın Özdağ’a cevaben “insan değilsin” sözlerine canı gönülden katılıyorum elbette. Fakat konuyu hak temelinde ele almak yerine tamamen ahlaki ve temelsiz bir yerden inşa eden, kendi çıkarı için göçmenleri koz haline getiren, misafirlik gibi uydurma kavramlarla konuyu geçici gibi göstererek Özdağ gibi ırkçılara bağırıp çağırıp yalan söyleme imkanını sağlayan bu ortamın mimarı bugünkü iktidar, en öndeki uygulayıcısı da İHH’dır, bunu da elbette unutmamak gerekiyor. Bu kişi ve kurumların Özdağ gibilerin çıtayı yükseltmesi sayesinde şövalye gibi görünme imkanı bulması ise ayrıca öfke verici.
Bu siyasi iklim ve gerek katillerin gerek Özdağ gibi azmettiricilerin cezasız kalması, göçmenlerin cinayet veya geri gönderilme tehdidi altında ve dehşet içinde yaşamaya zorlanması demektir. Peki bu kimin işine yarıyor? Özdağ gibi, bir siyasi krizi fırsata çevirmenin peşinde, ırkçılığı köpürtmeyi çok iyi bilen ve hünerlerini göstermeye çalışan küçük esnafların işine çok yarıyor bir defa şüphesiz.
Güvencesiz işgücü
Fakat göçmenlerin dehşet içinde yaşaması demek, hakları için sesini çıkarmaya kalkarsa can güvenliği için endişe etmeye başlaması gerekeceğini düşünerek yaşaması demek. Bu da, herkesten çok, göçmenlerin ucuz, güvencesiz ve pek çok zaman kayıtsız emeği sayesinde yeşeren sermayenin işine geliyor elbette. Zira takdir edersiniz ki yerel işçilerden çok daha ucuza çalışmak durumundaki göçmen işçilerin, ücretleri ve hakları için mücadele etmeye çekindikleri bir ortamın sürdürülmesi, göçmen işçi çalıştıran her patronun arzulayacağı bir şey. Ücretleri aşağıda tutan ise bulabildiği her işte çalışmaktan başka seçeneği olmayan göçmenler değil patronlar.
Göçmen düşmanlığıyla maskelenen sorumlular
Tabi ki göçmen düşmanlığının sermayeye yararları ücretlerle sınırlı değil. “Üniversiteye sınavsız giriyorlar” denildiğinde eğitimdeki, “hastanede sıra beklemiyorlar” denildiğinde sağlıktaki “kiraları yükseltiyorlar” denildiğinde barınmadaki gerçek ve esasen sermayenin ürettiği ve kamusal harcama ile çözülmesi gereken sorunlar, hiçbir statüsü olmadığı için kendini savunması son derece zor olan bir kesimin üzerine yıkılmış oluyor. “Şavaştan kaçıyorlar” denildiğinde ise tüm bu sorunlara çözüm olabilecek kaynakların orduya akıtılmasının üzerini örten militarizm besleniyor. Ve elbette suçun göçmenlere yıkılması, bu sorunları göçmenlerle beraber yaşayan Türkiyeli emekçiler ile göçmen emekçilerin arasını açıyor.
Geri gönderme iddiası: insanlık dışı bir propaganda!
Göçmenlerin geri gönderilmesi ise insanlık dışı olduğu gibi esasen bir yalandan ibaret. Bir defa gönüllü veya davul zurnalı geri gönderme diye bir şey olamaz bunu vurgulamak gerekiyor. Geldikleri yerlere geri dönmek istiyor olsalardı insanlar zaten dönerlerdi. Dönmemelerinin sebebi geldikleri yerlerde can güvenliği olmaması, iş imkanı olmaması veya basitçe burada bir hayat kurmuş olmaları. Hâl böyleyken bu insanların “geri dönmeye” nasıl gönüllü edilmelerinin planlandığı sorusu önemli bir soru haline geliyor. Gitmek isterken gidemeyen göçmenler ise tümüyle AB ile TC arasındaki göçmen anlaşması sonucu burada esir kalan göçmenlerdir.
Fakat öte yandan milyonlarca insanın toplu halde sınırdışına gönderilmesi demek muazzam bir maliyet demek. Okul ve hastane yapmak yerine sınıra daha da fazla asker yığmayı ve göçmenleri göndermeyi vâdedenler bir yandan ırkçılığı sıradanlaştırırken öbür yandan yalan söylüyorlar. Göç idaresi zaten devamlı ne kadar çok göçmeni sınırdışı ettiğiyle övünen bültenler yayınlıyor. Tabii bu, göçmenler konusunda AKP’den de sağda duran muhalefet blokunun bugünkünden de daha gaddarca uygulamalara imza atamayacağı şeklinde okunmamalı, bu pekâlâ mümkün. Fakat esas önemli olan şu: göçmenleri göndermek emekçilerin hiçbir sorununu çözmeyecek. İnsanların zorla otobüslere bindirilip çatışma olan bölgelerdeki daha inşaatı bile bitmemiş evlere konulmasıyla fakirlik veya işsizlik azalmayacak. Tam tersi, sırf ırkçılığın ekmeğine yağ sürmek için, kamu kaynakları tüm emekçileri ayağa kaldırmak yerine insanlara eziyet etmek ve onları ölüme terk etmek için harcanacak. Irkçılara da nefret saçacak ve böbürlenecek alan sağlanmış olacak.
Göçmenler sorun değildir
Göçmen sorunu diye bir sorun yoktur. Göçmen sorunu dediğimiz şey aslında küresel fakirlik, savaş ve iklim krizi sorunudur. Problem insanların yaşanamaz hale gelen yerlerden kalkıp kendilerine daha iyi bir hayat araması değil, yaşadıkları yerlerin yaşanamaz hale gelmesidir. Sınırlara örülen bunca duvar, bunca asker, göç ederken öldürülen veya ölümüne göz yumulan bunca göçmen, insanların göç etmesine engel olmuyor. Sorunun, göçmenlerin geliyor olması olduğunu söyleyenler ise insanlara göç etmekten başka çare bırakmayan savaş tacirleri, fosil yakıt şirketleri ve bugün göçmenlerden veba gibi söz eden devletlerdir.
Ve göçmen sorunu diye bir şey yoktur, ırkçılık sorunu diye bir şey vardır. Konuyu, “elimizde şu kadar insana yetecek kadar ekmek var göçmenler gelip hesabı bozuyor” diye anlatanlar, salgınla, savaşla zenginleşen, bizler fakirleşirken büyüttükleri mallarının doğal hakları olduğuna inanmamızı isteyenler ve onların mallarının bekçiliğini yapanlardır.
Irkçılığın panzehiri dayanışmadır
Oysa işçilerin, yan yana durduklarında hakları olan insanca yaşamı alacak gücü potansiyel olarak her zaman var. Irkçılık ise bunun önündeki en büyük engel. Bu yüzden koşulsuz bir şekilde göçmenlerin eşit hakları için tüm emekçilerin beraber mücadele ettiği koşulu hedeflemeliyiz. Gerçekçi olmak görünümü altında “sığınmacı kılığında gelen savaşçılar” veya “gönüllü geri gönderme” gibi sağcı pozisyonlara taviz vermek ise böyle bir koşula bizi yaklaştırmayacak.
Irkçı nefretin uluorta saçılabilmesi ve hatta can alabilmesi yalnız göçmenlerin değil bu günlerden, emekçilerin nefes alabildiği, özgürlüklerimizi geri aldığımız ve daha fazlası için mücadele ettiğimiz günleri arzulayan herkesin asli meselesi olmalı. Irkçı siyasetçilerin söyledikleri yalanlara kulak kapamak yetmez, biz duysak da duymasak da onlar örgütlenmeye ve seslerini büyütmeye devam ediyorlar. Irkçılık sözle geriletilemez, ırkçılığın tek ilacı dayanışmadır. Irkçılığın bir ayda verdiği hasarı onarmak seneler sürebilir, ve elbette aldığı canlar geri gelmez. Bu yüzden göçmenlerle dayanışma, hemen şimdi!
Deniz Güngören