Boris Johnson’dan kurtulmuş olmak hepimizi yürekten sevindirdi. Pek çok sermaye sahibi de sevinenler arasındadır eminim, çünkü İngiltere kapitalizmi adına da bir felaket sayılıyordu.
Johnson'ın tek başarısı, ülkeyi – Avrupa Komisyonu'nun yardımıyla - zorlu bir Brexit döneminden geçirmiş olmasıydı. İtiraf etmeliyim ki, bunun üzerine eklenen Covid-19 ve ardından gelecek enflasyon artışıyla birlikte her şey çok daha zor da olabilirdi.
Diğer taraftan, İngiltere'nin Avrupa tek pazarından aniden ayrılması, ülkeye ekonomik olarak zarar da verdi. İngiliz kapitalizminin en büyük varlığı olan City bile güç kaybına uğradı.
Siyasi açıdan bakarsak, Johnson bir yenilikçiydi. Muhafazakar partiyi Avrupa Birliği yanlısı kanadından temizledi ve kıtadaki ırkçı-popülist sağın düzen karşıtı tarzını benimsedi. Öyle ki, İşçi Partisi seçmenlerinin de Aralık 2019'daki Brexit referandumunda Ayrılma oyu vermesiyle birlikte, “Kızıl Duvar”dan koltuk kapmayı bile başardı – mecliste "Kızıl Duvar" koltukları diye anılır.
Johnson, Blairciler ve çeşitli medya şirketlerinin, Jeremy Corbyn'in İşçi Partisi’ndeki liderliğini bitirme kampanyasından da destek bulmuştu. Ancak başbakan olarak gösterdiği tembel, ihmalkar ve yozlaşmış performansı bu zaferlerini silip süpürdü.
Thatchercı ideolojisine bir de bürokratik "ortak fikir"den yürüyor oluşu eklenince, pandeminin ilk yılında on binlerce kişiyi boş yere öldürmüş oldu. Johnson'ın başlıca odağı, Rusya ve Çin’e karşı yürütülen emperyalistler arası çatışmayı körüklemekti. Görünüşe göre, Nisan ayında, Ukrayna'da ilerleyen zamanlarda imzalanabilecek bir barış anlaşmasına engel olmak için Kiev'e gitmiş.
Peki ya onun yerine görevlendirilmiş halefi Liz Truss hakkında ne demeli?
Johnson'ın ve sağcı Avrupa Araştırma Grubu'nun desteğini almış olması bile bunu bir tehlike sinyali olarak okumak için yeterli değil midir zaten? Hatalar ve salt aptallıklarla dolu kampanyası boyunca tutarlı olabildiği tek konu, Margaret Thatcher’ın izinden yürümüş olmasıydı.
İlk bakışta, bu da son derece tuhaf bir durumdu tabii. Artan gaz fiyatları, gelirin zalimce işçi sınıfının cebinden alınıp enerji şirketlerine aktarılmasına neden olurken, İngiltere büyük bir ekonomik ve politik fırtınayla karşı karşıya kaldı. Belli ki bu durum Avrupa'daki tüm hükümetleri kırıp geçirecek. Öyleyse, Thatcher'ın vergi indirimleri mantrasını benimsemiş olmakla buna nasıl bir yanıt üretebilirsiniz ki?
Daha somut olarak ifade edersek, Financial Times gazetesi, Truss'un öngörülen 30 milyar sterlinlik bütçe fazlasını 60 milyar sterlinlik bir açığa dönüştüreceğini belirtmiş. Bunun nedeni, ulusal sigorta ve kurumlar vergisindeki artışla devletin kasasını daha fazla dolduracak olmasına rağmen, savunma harcamalarını da artırma vaatlerinde bulunmasıdır.
Buna, Truss'un, hükümetin enerji krizinden etkilenen haneler ve işletmelere devlet desteği verme kararını da kabullendiği gerçeğini ekleyebiliriz.
Spectator dergisinden Kate Andrews, Truss'a yakın ekonomistlerin, en azından kısa vadede, hükümet borçlanmasındaki artış konusunda pek de endişeli olmadıklarını söylüyor. Onlardan biri olan Julian Jessop'a göre, “Hazine, hem kişisel hem de kurumsal vergileri artırdığında bu borçların ödenmeye başlayacağına inanma konusunda biraz aceleci davrandı. Oysa bütçe açığının bu yükü kaldırmasına izin vermek çok daha akıllıca olurdu.”
Ancak Andrews, "bu, üç parçalı ‘Trussekonomisi’ stratejisinin yalnızca ilk kısmıdır” diyor; “vergileri azaltın, çift haneli enflasyonla mücadele edin ve ardından durgun ekonomiyi büyüme yanlısı bazı reformlarla harekete geçirin." Bu “reformlar”, devleti küçülterek ve Sunday Times gazetesinin deyimiyle “bazı işçilerin haklarını ortadan kaldırarak”, özel teşebbüsü desteklemek üzere tasarlanıyor.
Gelgelelim, son 15 yılın deneyimi, kapitalizmin, kendisini giderek devlet desteğine bağımlı hale getiren uzun vadeli kronik bir krizin pençesinde olduğunu da gösterdi. Johnson döneminde kamu harcamalarının ve vergilendirmenin öne çıkmasının nedeni de budur.
Merkez bankalarının hızla yükselen enflasyona, finansal piyasalara verdikleri desteği keserek ve faiz oranlarını yükselterek tepki vermiş olmaları da bunu değiştirmiyor. İklim değişikliğinin, ekonomileri giderek daha fazla etkilediğini de bildiğimize göre, kapitalizmin devletten gelen yaşam desteğine bağımlı olmaya devam edeceği ortada.
Ancak bu uzun vadeli bir durum. Kısa vadedeyse, Andrews, Truss hükümetinin borç kaynaklı harcamalarda ve vergi indirimlerinde bir savurganlığa sebep olacağını tahmin ediyor. Bu, Muhafazakarların bir sonraki seçim kampanyası için mükemmel bir tariftir.
İşçi Partisi lideri Keir Starmer da kendisini destekleyen anket sonuçlarına rağmen, dereyi görmeden paçayı sıvamaya kalkışırsa hata eder.
Alex Callinicos
(Sosyalist İşçi)