Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'ye yeni harekatı duyurdu. Önümüzdeki Milli Güvenlik Kurulu'unda görüşülüp kararlaştırılması bekleniyor.
Kimi muhalif yorumculara göre Suriye'nin Kuzeyi'ne yani Rojava Kürt bölgesine yapılacak bu askeri operasyon, özünde iç politikayla ilgili. Bu görüşe göre, içeride hızla oy kaybeden ve yönetemez durumdaki AKP iktidarı, yaklaşan seçimlerde oy toplamak ve milliyetçilikle muhalefeti bölüp öne geçmek için dışarıda yeni bir maceraya hazırlanıyor. Gözleri dışarıdaki askeri ataklara ve "başarı hikayelerine" çevirip, 2023'te kazanmayı hedefliyorlar.
Bu son derece yüzeysel bir yaklaşım. Somut gelişmeler, dış müdahalelerin Erdoğan yönetimi için uzun zamandır oy kazanacak bir araç olmadığını gösteriyor.
Suriye'ye dışarıdan müdahale
Türkiye ordusunun Suriye'ye müdahaleleri ve bugün ülkede en fazla asker yabancı asker bulunduran güç haline gelişinin başlangıcı, 24 Ağustos 2016'da başlayan ve 29 Mart 2017'de bittiği duyurulan Fırat Kalkanı Harekatı'dır. Cerablus, El Bab ve Halep'in bir bölümünü hedef alan bu harekat ile Türkiye, Suriye topraklarının bir bölümüne yerleşti. Müdahale, o dönem Suriye'yi kontrol eden iki askeri güç ABD ve Rusya ile Türkiye arasındaki anlaşma sonucu gerçekleşti.
8 Ekim 2017'de İdlib harekatı başladı. Rusya destekli Esad rejimi askerlerinin, ülkenin genelinde hakimiyeti sağlamasının ardından, Suriyeli muhaliflerin elinde kalan tek vilayet olan İdlib'de sıkışan sivillerin olası göçünü durdurmak gerekçesiyle başlatıldı. İdlib'de katliam riski ile birlikte hem Batı emperyalizmi ve Soçi Mutabakatı'nda yer alan Rus emperyalizminin izniyle Türk askerleri İdlib'e girdi.
İdlib içinde çizilen güvenli bölgeyi bir karakol ve on binlerce askerle çeviren Türkiye, savaş sebebiyle yerinden edilen 1,5 milyon İdlibliyi, sınırda kurulan çadır kentlere yerleştirdi. Rusya'nın şartı İdlib'e saldırmaması karşılığında, Ankara'nın bölgedeki silahlı cihadist muhalifleri tasfiye etmesiydi. Bu gerçekleşmeyince Rusya ve Suriye İdlib'i vurmaya başladı. Türkiye'ye ait askeri gözlem noktaları (yani karakollar) Suriye askerleri tarafından çevrildi. Ve 27 Şubat 2020'de Türk taburu, Rusya ve Suriye savaş uçakları tarafından bombalandı. 34 asker yaşamını yitirdi. Suriye'de kalmak isteyen AKP iktidarı, bunu sorun etmedi. Bir takım tavizler vererek İdlib'de Suriye ordusu ile içi içe kalmaya devam etti. Adı Bahar Kalkanı olarak değiştirilen İdlib harekatı hâlâ devam ediyor ve ordu göç hareketlerini engellemeye çalışıyor.
Erdoğan'ın üçüncü önemli harekatı, Suriye'nin Kuzey Batısı'ndaki YPG denetimindeki Afrin'in ele geçirilmesidir. 20 Ocak - 24 Mart 2018'de yapılan harekat sonucu, Türkiye ordusu diğer Kürt bölgeleri ile coğrafi bakımından kopuk olan Afrin'i ele geçirdi. Ankara'nın tam hakimiyetindeki bölgede zaman zaman YPG intihar saldırıları yapıyor.
Son büyük askeri müdahale, Ekim 2019'da Rasulayn ve Tel Abyad'da doğrudan YPG'ye karşı yapıldı. Buraları ele geçiren Türkiye, Fırat'ın Doğusu'nda 4820 kilometrekarelik bir alanda hakimiyet sağladığını duyurdu. Fakat kısa bir zaman önce Kürt yönetiminin kontrolündeki bölgede ve Suriye'nin geri kalanında hakim güç, Rusya'dır.
ABD ordusu, Kuzey Doğu'da Suriye petrollerinin bulunduğu Deyrizor'da YPG ile bir güvenli bölge oluşturarak, hava gücünü arkasına alıp durmaktadır. Geri kalan kısımda her türlü askeri hareketlilik Putin'in onayına bağlıdır. Ankara, Moskova'nın izni olmadan Suriye'de varlığını sürdüremez.
Tüm bunların üstüne, sınırın 30 kilometre içerisinde, Rusya ordusunun kontrolündeki bazı Kürt bölgelerine yani YPG'ye karşı yapılacak yeni bir harekat ile Erdoğan ve Bahçeli gündemi tersini çevirip yelkenlerini doldurmak mı istiyor?
Müdahalelerin iç politikadaki karşılıkları
Her dış atak, iktidarlar tarafından milliyetçilikle bezenip, iç politikaya tahvil edilir, bir propaganda olarak kullanılır.
Birçok iktidar gibi Erdoğan da özellikle Suriye harekatlarının seçmenleri üzerinden getirisini bir dönem aldı. Fakat Ağustos 2018'de patlak veren ekonomik krizle birlikte durum değişti.
ABD ile gerilim sebebiyle TL'nin tarihi düşüşü dış politikanın sorgulanmasını artırırken, sınır ötesi müdahaleler Erdoğan'a destek ve AKP'ye oy getiren bir faktör olmaktan çıktı. Birçok kamuoyu araştırması bu durumu belgeledi. 2020'de salgınla gelen kapanma döneminin ardından bugün sınır ötesi harekatlar seçmen tavrında belirleyici olmamayı sürdürüyor.
Örneğin Türkiye ordusu şu sıralar Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında yer alan bazı bölgelerde PKK'ye karşı harekat yapıyor. Fakat bu harekat, içeride hiç de etkili olmuyor ve iktidar blokuna oy kazandırmıyor. Halkın gündemi, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve yönetilemeyen ekonomi.
Türkiye'de yaşayan Suriyeli sığınmacıları hedef alan ırkçı ve milliyetçi muhalefetin etkisiyle iktidarda geri göndermekten bahsetmeye başlamışken, neredeyse bütün parlamenter partilerin tabanında Suriye politikasından hoşnutsuzluk bir vakadır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, Suriye'deki büyük askeri hareketliliğin ve proaktif denilen "şahin" dış politikanın, Erdoğan ve AKP'nin taht oyunlarından çok daha fazla bir şey oluşu.
Devlet politikası
Kapıda duran Rojava harekatının, önceki müdahalelerle ortak yanı Türkiye dış politikasının merkezinde yer alan Kürt karşıtlığının, ne Irak'ta ne Suriye'de, PKK-YPG yönetimindeki herhangi bir yapıya izin vermemesi kararıdır. Bitirilen Çözüm Süreci sonrası yürürlüğe giren bu yaklaşım bir devlet politikasıdır. 2015'ten itibaren Erdoğan yönetimi, güvenlik bürokrasisi, ülkücü faşist hareket, Ergenekon ve Balyoz davası sanıklarının içinde bulunduğu Avrasyacılarla ittifak halinde bu devlet politikasını uyguluyor. Olası yeni harekat da pandemi döneminde yaşanan çatışmasızlıkla birlikte bölgede oluşan yeni dengeleri YPG aleyhine bozmak için.
Erdoğan'ın yeni harekat kararı, aynı zamanda sıkışmış dış politik koşulları aşma, yaşanılan güncel krizlere yanıt üretmek amacıyla gündeme geliyor.
Ukrayna savaşında üyesi olduğu NATO ile birlikte tutum alan AKP iktidarının tarafsızlık politikası, Batı emperyalizmi tarafından anlaşılır bulundu. Bu Ankara'nın "dengelemecilik" denilen, ABD ile Rusya arasındaki gerilimlerden boşluk bularak yararlanan "bağımsız" tutumun bir devamı olarak kabul edildi.
İsveç ve Finlandiya'nin NATO üyeliğine başvurusu sonrası Erdoğan'ın buna karşı çıkışı ile yeni bir durum oluştu. ABD Başkanı Biden'ın Erdoğan ile görüşmemesi, F-35 savaş uçaklarının parası ödendiği halde verilmemesi, F-16 savaş uçağı parçalarının da gönderilmemesi ve iki Baltık ülkesinin PKK'ye ve YPG'ye verdiği "destek" masaya konuldu. Bu kez "denge" Moskova ile kurulmuş oldu. Yeni Suriye harekatını duyuran Erdoğan, aynı konuşmada isveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine vetoyu Putin ile görüştüğünü söyledi.
Mavi Vatan adı verilen proaktif dış politika her alanda sıkışmışken, bölgesel güç/altemperyalist Türkiye, Ukrayna savaşı ile karışan uluslararası koşullarda hamle yapmaya, YPG'ye vurma fırsatını kullanmaya ve pazarlığın bir tarafı olarak ABD ile masaya oturmaya çalışıyor. Bu da bir devlet politikasıdır.
Uzun süredir bir devlet partisi olan AKP, 2023 seçimlerine bu politikalarla gidiyor; Faşist ortağıyla birlikte HDP'yi kapatma noktasına varabilecek bir milliyetçi şovenist kampanyayla. Aşırı sağcı ve milliyetçi seçmeni konsolide etme isteği Erdoğan yönetimini destekleyen egemen güçlerin devlet siyasetiyle uyuşuyor.
Yeni bir çözüm süreci sorusu
Asıl mesele bu dış politikanın 2023 sonrası devam etmeyeceği. Kürt sorununun siyasi çözüm kapıları kapatılırken, Erdoğan ve AKP sonrası olası iktidar yeni bir çözüm süreci başlatacak mı? HDP seçmeni Kürtlerle ve Suriyeli Kürtlerle barışacak mı? Önümüzdeki seçimlerde anahtar parti haline HDP'nin seçmenlerinin talepleri karşılanacak mı? TL'nin değersizleşmesine ve yüksek enflasyonun körüklenmesine neden olan agresif devlet politikası değişecek mi?
Dış politikadan bıkmış seçmenlerin daha çok şey talep etmeleri gerekir. Türkiye batısında yaşayan sosyalistlerin 2023 seçimlerinde 6'lı masadan dışlanan HDP'nin adayını destekleme kararı, böylesi bir yaklaşımın ürünü.
Volkan Akyıldırım